• sait faik'in öykülerine ve kitaplarına isim seçerken en çok başvurduğu kişi o günlerdeki yayımcısı yaşar nabi nayır'dır*. faik alemdağ'da var bir yılan'ı oluşturacak öyküleri toparlayıp nayır'a götürdüğünde de kitabı oluşturacak ilk beş öykü henüz yayımlanmamış, kitabın ilk öyküsü de henüz müsvedde hâlindedir.

    sait faik bu müsveddeye henüz bir ad yakıştıramadığını ifade edince yaşar nabi nayır başlık için "öyle bir hikâye" teklifinde bulunur. "öyle" mi olsun yoksa "böyle"mi etrafında dönen kısa bir tartışmadan sonra "öyle bir hikâye" adında karar kılınır ve kitaba da bu adın verilmesi konusunda anlaşırlar.

    kitabın baskısı için hazırlıklar tamamlanıp matbaaya gönderildikten kısa bir süre sonra sait faik'ten arkadaşları vasıtasıyla yaşar nabi nayır'a bir haber gelir. kitaptaki üçüncü hikayenin adının "alemdağında var bir yılan" olarak değiştirilmesini ve kitabın da bu adla basılmasını istemektedir. yaşar nabi nayır tüm hazırlıkların tamamlandığını, kitabı matbaaya teslim ettiğini belirterek bunun mümkün olmadığı haberini yollar. bunun üzerine matbaaya telefon eden sait faik, matbaadan baskının çeşitli nedenlerle geciktiğini, ilk formanın henüz basılmadığını öğrenince nayır'ı arayarak istediği değişikliği hemen yapmasını, yapmazsa güceneceğini belirtir.

    bunun üzerine gerekli değişiklikler yapılarak kitap baskıya girer. ancak sait faik haberi iletecek olan arkadaşlarına "alemdağ'da var bir yılan" demişken, ağızdan ağıza aktarılan bu ifade nayır'a "alemdağında var bir yılan" olarak ulaşmıştır ve neticede kitabın ilk baskısı bu isimle yapılır. sait faik bu duruma müthiş sinirlenmiş, hatta arkadaşları için imzaladığı kopyaların ön kapağındaki "ın" harflerini eliyle karalayıp öyle hediye etmiştir. sait faik bu kitabın yayımlanmasından üç ay kadar sonra hayatını kaybedecek* ve belki de "insanlar içinde bir insan" olan sait faik'ten en fazla iz taşıyan bu kitabın istediği isimle çıkan ikinci baskısını* maalesef göremeyecektir.
  • yasamim boyunca okudugum, dinledigim, seyrettigim ya da baktigim her türlü sanat eseri içinde yalnizligi en iyi anlatani, bu kitaptaki yalnizligin yarattigi insan öyküsüdür. sirf isminin bile ayri bir hikaye anlattigi bu anitsal öyküden bazi alintilar : <<sinemanin agir havasi cigerime su gibi doldu. sustum. kalktilar. isikli çarsilardan geçtiler. ben arkalarindan mahzun baktim. yapayalniz kalmis gibiydim (...) o pasajdaki birahaneye yine gitsem. o masaya otursam o masaya. insanlar gelse otursa çift çift kadinli erkekli. ben tek basima. milyonlar içinde tek basima. aci gitgide aciyor. kavun acisi gibi, zehir gibi bir aci. kaybettikten sonra buldugumuz sey. nedir o bil? nedir o bil? (...) çikmali. buradan da çikmali. sinema bitti. sokaklarin içinde sirtimda talihim, sirtimda kendim, yürümeliyim. mahalle içlerine gitmeliyim. evler görmeliyim. gece yarilarindan sonra hafif isiklar yanan pencereler görmeliyim. >>
  • sait faik abasıyanık'ın adeta rüya aleminde dolaştığı sürrealist öykü kitabı. kitapta eski istanbul'un semtlerinde dolaşan yazar yine çeşitli insan portrelerini aktarır okuyanlarına. sanki hayali dostu panco'ya anlatmak için öyküler biriktirir. kitapta gerçek olan şeyler; yazarın kendisi, serin ve yağışlı istanbul'un kışıdır.

    yazarın bu kitap yüzüne yargılanmasını anlamak mümkün değil. kitap adeta hayal dünyasında at üzerinde raks ediyor. hangi kitapta yılan kaleye geçip kalecilik yapar?
  • türkçe yazılmış en iyi öykü kitaplarından biridir.

    --- spoiler ---

    "... baktım, zeyrek yokuşunun seddi dibinde uyumuş bir köpek. yanına oturdum. gözünü açtı. böcül böcül baktı. korka korka kafasını okşadım. gözünü yumdu. bir konferans da ben ona çektim. dedim ki:
    — oğlum patlak göz. ben insanoğlu. sen hayvanoğlu. bundan milyonlarca sene evvel her ikimiz de kurttuk, solucandık, tek hücreli mahluktuk. ondan evvel boşlukta bir tozduk. sonra bak işte bu hale geldik. bundan sonra belki böyle kalırız. belki değişiriz. ama böyle kalmayalım. siz de bedbahtsınız, biz de. evlerde uyuyanlar, ipekler içinde uyuyanlar, kadın koynunda uyuyanlar, soba başında kıvrılmış bobiler de var. lastikten kemikleri, topları var. hanımları atar, koşup getirirler. sabahları kapıcılar gezmeye çıkarırlar. insanlar var, sevdiklerini almışlar şu saatte koyunlarına, dalmışlar iki kişilik rüyalarına. pekâlâ ne yapalım? ama sen zeyrek yokuşunda kuyruksuz, tüysüz, uyuz, soğuktan titreyen bir sokak köpeği, ben panco'nun arkadaşı, başka hiçbir şey değil, yağmura vurmuş, uykusuz, canı burnunda, yüreği ağaççileği sokağında, kafası bomonti tramvay durağından yüz metre uzakta kirli bir yastıkta bir adamcağızım. ne yapalım? günün birinde dostluklardan, insanlardan ve hayvanlardan ve ağaçlardan ve kuşlardan ve çimenlerden yapılmış vazife hissi ile çarpan yüreklerle dolu bir âlemde yaşıyacağımızı düşünelim. bir ahlakımız olacak ki hiçbir kitap daha yazmadı. bir ahlakımız, bugün yaptıklarımıza, yapacaklarımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlakımız. o zaman seninle daha uzun dostluklar ederiz patlak göz. o zaman hiç merak etme..." (abasıyanık, sait faik)

    --- spoiler ---
  • sait faik'in "sevmek, bir insanı sevmekle başlar herşey." dediği öyküsü
  • sait faik'in bu kısa öyküsünün girişi ve bir kaç tadımlık alıntı şöyledir;

    "daha tiyatroya girerken kar başlamıştı. çıkınca meydanı bembeyaz buldum. boynumdan içeriye bir damla düştü. ürperdim.

    -çek elini ağzından. tırnağını yeme!- diye bağırdım. önümden giden iki kişi dönüp baktılar. yüzümü görmek için yavaşladılar. sanki ben her akşam onunlaymışım gibi, bir yalnızlık duyuyorum. o cuma günleri gelirdi. alçıdan, ağzı pipolu gemici onu beklerdi.

    güneş muşamba perdede tam üçü işaret ederdi. geleceğine yüzde yüz emin olduğum günler beklerken uyuyakalırdım. kapıyı tırmalar gibi vurduğu zaman nasıl duyardım rüyamın içinde. yataktan fırlardım. kapıyı açardım. rengi solmuş, nefesi boğazından gelirdi. masadan bir cigara alır yakardı.

    dünya ötede idi. burada bir konsol, bir ayna, bir alçıdan gemici, bir yatak, bir ayna daha, bir telefon, bir koltuk, kitaplar, gazeteler, kibrit çöpleri, cigara izmaritleri, soba, battaniye vardı. dünya ötede idi. gökyüzünde uçaklar vardı..."

    "ben de koyun postu taklidi bir kürk bulup pardesüme diktirmeliyim."

    "yalnızlık dünyayı doldurmuş. sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor."

    "...yaprakların üstüne yağan pelte pelte güneşi hatırladım."
  • yazıyı spoiler'ı göze alarak okuyunuz efendim.

    abasıyanık'ın yayımlanan son kitabıdır. alemdağ'da var bir yılan kitabı, yazarın diğer kitaplarından çok farklıdır. her kitabında realistliğin dibine vuran, yan komşumuzun yaşadığı, bizim yaşadığımız, ağabeyimizn/ablamızın yaşadığı, yoldan geçen eskicinin yaşadığı şeyleri yazan yazar, ölmeden önce ağır hastalığına (siroz) rağmen son kitabını yazar. bu kitabı, okuduğum belki de en açmazlı, en karışık aşkı anlatır. öyküler farklıdır ama ana teması sevdiğine ulaşamamak, kavuşamamaktır. ilk kez belki de tüm kitaba hakim sürreal bir tarz ile yazar bu kitabı. ölmeden önce hayatı ona zehredenlere, onları hedef göstermeden yaşadığı zorlukları anlatır. eşcinsel olduğunu ve sevdiği kişinin bir erkek olduğunu sürrealliğe sığınarak açıklar. kitap sizi kahreder. eşcinsel kavramının, hayatımız boyunca bize aile, din,medya, mahalle ile öğretilen şey değil, tek farkı kendi cinsiyetinden birini seven kişi olduğu soğuk su gibi çarpılır okuyanın yüzüne. çok sevdiği, bayıldığı istanbul'a bile, onu olduğu gibi kabul etmediği için küser.

    "günlerden pazartesi. yine vapurun alt kamarasındayım. yine hava karlı.yine istanbul çirkin. istanbul mu? istanbul çirkin şehir. pis şehir. hele yağmurlu günlerinde. başka günler güzel mi? değil; güzel değil. başka günlerde köprüsü balgamlıdır. yan sokakları çamurludur, molozludur. geceleri kusmukludur. evler güneşe sırtını çevirmiştir. sokaklar dardır. esnafı gaddardır. zengini lakayttır. insanlar her yerde böyle. yaldızlı karyolada çift yatanlar bile tek.
    yalnızlık dünyayı doldurmuş. sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor."

    alemdağ'da var bir yılan - alemdağ'da var bir yılan

    toplumsal yasakları ele aldığı çarşıya inemem'de ise, çalıp çırpmanın, kötü mal satan esnafın, insanların kuyusunu kazmanın tolere edilebilir, hatta "normal" şeyler olduğunu söylerken, başka bir insanı sevmenin (kendi açısından) kabul edilemez olduğunu yedirir hikayeye.

    "ah bu yasaklar! kendi kendimize, başkasının bize, bizim başkalarına, devletin tebaasına, tebaanın devletine, belediyenin hemşerisine, hemşerinin belediyeye koyduğu, koyacağı yasaklar!...
    yasaklarla çevrili bir dünyada yaşamasak, yasaksız yaşayamazdık. halbuki, hayvanlar, hele ehlileri, yasaksız ne de güzel yaşıyorlar. hafif, cilve gibi, o da boğaz derdinden doğan zırıltılardan başka, gel keyfim gel yaşamıyorlar mı? yasakları kabul ettik. insanoğlu için, yasaklı hayvandır da diyebiliriz. mikroplar bile birer yasak değil mi? aşklar yasaktır. gün olur sular, yemişler bile yasaktır. insanlar birbirine yasaktır.

    canım çekiyor diye öpemem seni güzel çocuk! canım çekiyor diye giremem sana deniz, göğsüm zayıftır; doktor yasağı. canım çekiyor diye içemem, kör-kütük oluncaya kadar, aklı boğuncaya kadar: karaciğer yasağı. canım çekiyor diye bir vapura binip haydarpaşa’ya, oradan da tabana kuvvet van’a kadar gidemem. yollarda geberirim... çarşıya inemem. çarşıyı allah kahretsin."

    çarşıya inemem - alemdağ'da var bir yılan

    çoğunluk gibi olmayan insanın nasıl aşağılandığını, farklı olduğu için ondan nefret edildiğini ve değiştirilip çoğunluğa benzemesi için toplumun verdiği çabaya ise dülger balığının ölümü'nde değinir.

    "onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayram­lar edeceğiz. elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yü­rekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizde böbür­lenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. şaşıra­cak, önce katlanacak. onu şair, küskün, anlaşılmayan biri ya­pacağız. bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz, içinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp ata­cak. acı acı sırıtarak isa’nın tuttuğu belinin ortasındaki par­mak izi yerlerini, mahmuzlan, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. ilk çağlardaki canavar hâlini bulacak.
    bir kere suyumuza alışmaya görsün. onu canavar hâline getirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağız."

    dülger balığının ölümü - alemdağ'da var bir yılan

    kafa ve şişe isimli öykü ise çok çarpıcıdır. hikayede orta yaşlı bir adam genç bir adama bakar. adam "ne bakıyon lan?!" tadında olay çıkarır, sait faik orta yaşlı adamı masasına oturtur ve "olay çıkacak sahi, niye baktın?" der, adam ise "beğendiğim için baktım, kötü bir niyetim yoktu" tadında bir cevap verir. genç adam özür dileyeceğini söyleyerek önüne geçen sait faik'i geçer, elinde bir şarap şişesi vardır. şarabı hediye edeceğini söyler. sait faik kafaya inen bir şişenin sesi ile arkasını döndüğünde gözlerine şarap ve kan dolan orta yaşlı adamı görür masada. hikaye böyle biter ama hikayenin en can alıcı noktası; gizli bir eşcinsel olarak bunlara tanıklık eden yazarın psikolojisidir. "bu ben de olabilirdim" diye düşünüp, bunun ağırlığı ile ezilmek, saklandığı yerde daha da derinlere ilerlemek işten bile değildir.*

    eğer yazarın bu yönünü bilmiyorduysanız, önerim bir de böyle okuyun. panco'ya bir daha bakınız, yılan uykusu'u uykularınızı kaçırmayacak mı bir daha kontrol ediniz.

    l'edit prince: kafa ve şişe eklendi.
  • türk öykücülüğünün bu istisna yazarı ve müstesna eseri insanın içini burksa da gurur da veriyor.

    anlamı yazarın hayatını bildiğinizde derinleşen kitaplar vardır. yazar ve yazını arasındaki somut bağ metinden okura ulaşırken bir empati dili gelişir. belki de bu kadarı bile değer aftedilmesi adına yeterlidir, bilmiyorum. ancak alemdağ'da var bir yılan yazarın hayatının şiirsel bir temsili olsa da o kadar yalın bir yalnızlık sunulu ki, tüm yalnızlığını servetiymiş gibi öyle lirik bir anlatıyla kusmuş ki, insan yıkılıyor.

    bu kitabı okuduğum için çok mutluyum. içindeki öyküleri okuduğum için, özellikle ilk öykülerdeki sürreal sürece tutunmaktan, sait faik'in tutunduğu tek dal olan sözcüklere eriştiğim için, bir mutluluk ve bu yalın yalnızlıkla..

    bir başyapıt.
  • istanbul'un tüm renklerini, semtlerini, esnafını, balıkçılarını, sıradan insanlarını kucaklayan, şiirsel bir üslubun hâkim olduğu, zaman zaman gerçeküstü bir anlatımın ağır bastığı bir öyküler toplamı. ünlü hişt hişt öyküsünü de barındırıyor. ustalığı tescillenmiş bir yazar, fazla övgüye ihtiyacı yok ama şunu ifade etmek mümkün ve mühim bana kalırsa: sait faik bu kitapta birçok öykünün satır arasında kendi öykücülüğü üzerine manifesto denebilecek açıklamalarda bulunuyor. içinde bulunduğu hikaye etme geleneğini ısrarla ötekilerden ayırma ihtiyacı hissediyor. kısacası aynı zamanda yazarın özbilinç taşıyan öykülerini de ihtiva eden bir kitap bu.
  • her nefesi yalnızlıktır bu kitabın. yalnızlıktan şair/yazar mikelanj nam heykeltraş özeniyle hayallerinden bir adam yontar. adamsızlıkta hasbihal etmek için. içine kıvrılsa yaşamayı sürdüremeyecektir çünkü. "öteki seyyareden gelir gibi gelirdi. gözlerinden öperdim."
    yazdıklarının arasında hep kendi öyküsü kıvrılır yatar. benceğizin gözünde panco davut heykeli kadar ihtişamlıdır. kendinden ancak böyle güzeli yontulur.
    yalınlık, sanatın üzerinden aşıp geçince kuşanılan bir elbisedir güzelce giyindiği. sonradan gelir. son kitabı oluşu hasebiyle yalnız ve rafinedir. kapan gibi. -döne döne oku.-

    sözü yine kitaptan kendisi kapasın : "bu yürek bizim yüreğimiz, bir tahtası eksiklerin yüreği."*
hesabın var mı? giriş yap