1293 entry daha
  • leyla erbil, mehmet erbil ile 1955 yılında evlendi, ankara'ya yerleşti.o evlendiğinde düğün hediyesi olarak şiir yazdı ahmed arif.
    leyla’yı o kadar çok sevdi ki şöyle dedi.

    ‘’sen ister dostum ol, ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol’’.

    (bkz: leyla erbil)'in dostluk sınırından öteye geçmesine izin vermediği bu ilişkiden 1954-1959 ve 1977'de yazdığı mektuplar kaldı.
    mektuplaşmaların başladığı tarihte ahmed arif 27 yaşındadır. şiirleri yayımlandığı dergilerde büyük bir ilgiyle karşılanmaktadır. leyla erbil ise yazıya, şiire hevesli, 23 yaşında bir genç kızdır. başından kısa bir evlilik geçmiştir.
    ilk mektup 5 mayıs 1954’te bismil’den gönderilmiş. “leyla, zalım leyla” diye başlıyor ve “senin” diye bitiyor. ilk mektuplarda leyla erbil ya da “leyli” sevgilidir. ahmed arif kör kütük bir âşık… aşkına karşılık bulma umuduyla ya da hayata tutunabilme güdüsüyle yazmıştır…leylâ erbil ise bu mektuplaşmalarda dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmişti. ahmed arif’in de bu konumu kabullendiği mektuplardan anlaşılıyor.
    “ilk sen mağlûp ettin beni” diyerek yenilgiyi kabullenmiştir şair ve leyli’sine şöyle seslenmektedir:
    “sen ister dostum ol ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol. sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. senden başka hiçbir isteğim yok.”*

    5 mayıs 1954 bismil

    ‘’ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. aksine yüceltiyorsun, insan ediyorsun, yaşatıyorsun’’.

    ‘’gözlerinden öperim. o güzel burnuna yıldızlarca öpücük’’

    ‘’kendine iyi bak,bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. tekrar öperim’’.

    ‘’beyninde mi yüreğinde mi, başka bir yerinde mi, nerendeyse o inat yönünü yaratan dokuları öpmek isterim. evrende seni özler, seni isterim. başkaca hiç. ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. seni. sade seni’’.

    ‘’kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. öpüyorum ama doyamıyorum. mutluluk ya da cehennem bu galiba. sana doymak, korkunç ahmaklık olur. hadi gel’’.

    22 mayıs 1954 bismil

    ‘’bu korkunç kaos içinde sen, yeşil ve derin huzur, kafamdasın. kurtuluşumu, her şeyimi, dünyayı sevmemi sana bağladım, sana borçluyum. asıl peygamber olan sensin. yeryüzünde günahsız tek insan sensin’’.

    ‘’küçüğüm, korkunç dâhim, sevgilim senin istediğin gibi de olsam, kayıtsız şartsız kölen de olsam, daima asıl sen beni affedeceksin. affetmeye çalış. cihan insanları içinde en güzel, en iyi ve en namuslusu sensin’’.

    ‘’ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini çekiyorum’’.

    ‘’sen ister dostum ol, ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol’’

    13 nisan 1955 diyarbakır

    ‘’evleneceksin demek? herhal çocuğu sevdin! inşallah mesut olursun canım. ama müstakbel kocan bana yazdığına kızmayacak cinstendir inşallah. yoksa seni kaybetmek, sesini duymamaktansa gebereyim daha iyi olur’’.

    23 nisan 1955 diyarbakır

    ‘’yok, mesele yüzüne veya etine vurulmamaksa, buna uğramayacak babayiğit yoktur zaten’’.

    ‘’yalnızlığımı bir dolduruyorsun ki sana mı, seni yaratana mı teşekkür edeyim bilmiyorum’’.

    elim erse, ayağım tutsa, seni büyün cihanın görebileceği bir kuleye çıkarır ve bağırırdım: ‘’işte insan buna derler! böyle olmağa çalışın!’’ iki milyar beş yüz milyon adem evladının seni tanımalarını, öğrenmelerini istiyorum, anlıyor musun?

    18 mayıs 1955 diyarbakır

    ‘’daha doğrusu hoşa gitmekten başka, baskın, ayrılınmaz bir tutku. seni anlatabilmek… kime ama? bu bok düzenin, bu dört boyut zindanın, kâinat, sonsuzluk falan dedikleri bu ölümlü şakalar kaosunun nesine, neresine anlatmak?oysa seni düşünmek, bu kokmuş erdemlerin çok uzağında’’.

    ‘’yaşamaların, umutlanmaların sahiden bir anlamı kalmazsa haber et bana suskunluğa beraber gidelim. benden önce böyle bir yolculuğa çıkamazsın zaten. son tramvayı kaçırsam bile imansız, rahipsiz, merasimsiz gelir ulaşırım ilk durakta’’.

    ‘’seninle bir sofrada, şiirden ve evrenlere dar bulan yüreklerimizden yalana, kötü, haram, suların için-için akmasına, budalaca korkulara karşı, çoğu zaman bizi de yoran, umutsuzlandıran, çabamızdan açıp, çarpılacak mıyız dersin?’’

    ‘’bir dellensem gerisi önemsiz belki’’.

    ‘’dünyaya geldiğime pişman değilem! seni tanıdım çünkü. insanların yarısından çoğunun beyinleri, oraları çalınmışsa dünyamız -o güzelim aklımıza zarar- puştluklarla doluysa, koymaz bu bana. çünkü sen varsın. sen tek başına, cihanın bütün haksız, canavarca düzenine karşı beni ayakta tutabiliyorsun. benim soyumdan insanların yaşadığı müddetçe, kenya’dan kamçatka’ya sen yaşanacaksın. bana senin adını ölmezleştirmek düşer. işim bu benim. sense ölmezliğe bile gülümseyecek kadar benzersiz ve yücesin. canının her milimetre karesine varıncaya, bir canlı imgeni gökyüzünde gezdirmek geçer içimden. (ulan dünya insanları, ulan ibneler, bakın işte bu leyladır!) diye bağırırdım hem’’.

    ‘’ben sana ölümsüz, ölümlü, değişir, değişmez niteliklerinle mecburum’’.

    ‘’beni idama da götürsen dönüp yüzüne pişman bakamam’’.

    ‘’bir eyyamda sana lalikom diye seslenicem. benim dilsizciğim diye anlam verilebilir. ama bu bir ünlemdir daha çok. sevili, yangın bir ünlem. ne türkçe, ne kürtçe ne de zazacadır. bu üç dilin bileşiminden doğan bir ünlem bu. lal türkçedir. lalik yada lalo kürtçe. om eki zazacaya kaçar. ya işte böyle lalikom! ses et, konuş, sev, payla bir hal et ama. küçük dilin yerindedir inşallah. kurban olur, çoban dururum dillerine senin’’.

    ‘’bineceğim trenlerin soluğu tükenmesin. ayağını attığın yerler deprem görmesin. denizler uslu, vapurlar yollu olsun. ferman evet rüzgâr beni de alıp oralara atsın.

    mutlu ol. allah beni kahretsin. gözlerinden öperim. ellerinden öperim. öperim kızı öperim. öperim oğlu öperim’’.

    24 haziran 1955 diyarbakır

    ‘’ey daha nasıllar erbil hanfendi? şu fakir, şu garip, şu hasretçi kullarına bir emirleri-lütufları, keremleri- yok mudur? ben senin mecburunum - başkaca yokum- yasak şiirimdir her halin ayrı-isyanını seviyorum genç,güzel,cesur’’.

    ‘’ tanrıların beni kandırabilmelerini isterdim yahut ölümün anlamlı bir nen olmasını. oldum olası idealist değilim. materyalist felsefe çok şeyler verdi ama doyurmuş, kandırmış değil beni. ya sen olmasaydın! büsbütün iğrenç bulacaktım evreni. saçmalamıyorum ya? seninle, yüzyılların hayvan ötesi tutukluğuna ve donan insan düşüncesine bir can, bir haysiyet verebiliriz gibime geliyor. yalansız, riyasız, çıkarsız bir haysiyet. belki ömrümüz yetmez başarmaya, hiç değilse en zekilere ve teşnelere duyurabiliriz. şimdi birileri olsa "boş ver bu iri lafları, yaşayalım." derdi. yaşamak, burnunu, kulaklarını, gözlerini ve oralarını unutarak yaşaması mümkün mü bizim gibilerin? ben bütün bu -belki de manasız- iç sıkıntılarından senin var olduğunu hatırlayarak sıyrılıyorum. bir pınar, bir dağ suyu gibi dinlendiriyor, kandırıyorsun’’.

    ‘’ bak, yaşamış, dövüşmüş, yenilmiş, kelle vermiş gitmişler. türküleri kalmış. bizler insan olalım, sevişelim, kötülüklerin kökünü kurutalım diye kalmış türküler’’.

    ‘’sana mutlaka geleceğim, ne bok yerse yesin kötüler, geleceğim’’.

    ‘’affet canım, senden daha mert daha erkek kim geldi ki bu dünyaya?’’

    ‘’ne dost, ne güzel, ne ölünecek kızsın be! bu bok hengamede, bu deliler, aptallar, eşekzadeler ve kısırlıklara rağmen sen varsın. sen yaşıyorsun. veyl onlara ki seni tanımadan ölüp gitmişler! veyl! hala daha tanımayanlara. gözlerinden öperim canım. hemen yaz’’.

    7 temmuz 1955

    ‘’leylim’’

    ‘’ ilk sen mağlup ettin beni. ayaklarım yere bastı, ufkum, evren bir açıldı. yazabiliyor peşimden genç istidatları götürebiliyorsam, hep bundan. bir de ‘’beni şişirme, bir bok değilim’’ diye sıkılmadan kendine çatınıyorsun. sen bir bok olmazsan, ben hiçbir bok olmam, anladın mı?’’

    ‘’ama ben nerede yalnız ve acılı kalsan, yanında olucam. sen bana hiç kimselerin veremediğini verdin. beni ben ettin’’.

    ‘’leylim, sarhoş ettin çarptın beni. kıskanıyorum bu mısralarını, sana her vakit demeli miyim büyük şairsin?’’

    ‘’gözümün nuru, efendim, sana biraz kahve göndereceğim. gazetede okudum. ankara’da bulmak zormuş. bilirim seversin kahveyi’’.

    ‘’dünyanın bütün şehirleri onların olsun, tek sana yakın olayım’’.

    ‘’gözlerinden öperim, çabuk yaz hasta düşüyorum’’.

    16 temmuz 1955

    ‘’sana ölümü kimseler yakıştıramaz’’.

    ‘’galiba erkekler hayale, romantizme daha düşkün oluyor. kız kısmı peşinci, realist!’’

    ‘’boş ver bunları. hep seni hayalliyorum. korkunç… nasıl yanımdasın bilemezsin. dicle’ye inerim sen, komşuya giderim sen, tabağı tuttuğumda, buzu kırdığımda, uzak yakın güzel bir hanım gördüğümde sen. en çok da mısra çekerken’’

    ‘’insan ya muhtaçlık, mecburluk olmadan sevmeli yahut da benim senin gibi amansız, vurgun’’

    ‘’üstelik sana söyleyecek sözümün olmaması felaket olur benim için. gene de sorabilirim dimi canım? iyisin, mutlusun ve güzel. elbette senden güzeli olamaz. hiç değilse sen varken bu imkansız’’.

    ‘’bir bakıma cihanın en mutlu herifiyim. seni tanıyabilmek, merhabanı almak, öyle bankerlerin burunları kaf dağındayken su içen çaput, teneke krallarının üstesinden geleceği şey değil’’.

    ‘’mühimlik, büyüklük, yaşamaya yüzde yüz hak kazanmışlık hep leyla’da’’.

    ‘’ölüm bile getirsen güzelsin ömrüm’’.

    ‘’ben senin mecburunum-başkaca yokum’’.

    ‘’benim her şiirimde sen varsın ve olacaksın. ama dünyanın en dehşet şiiri bile ‘’sen’’ olamaz. bunu yaşamak gerek. en asıl gerçek bu işte. hasretle canım. öperim’’.

    26 temmuz 1955

    ‘’iki milyar insan jüri olup yargıya varsa gene inanmam. vetomu kullanırım! ne güzel şey sana inanmak! bunu bir anlatabilsem’’.

    ‘’canım su kabağının kilosu dört lirayken, aşkın iki saati yahut gecesi yüz lira olursa buna pahalılık denmez’’.

    ‘’çok öskedim seni. öskedim, bizim doğu dialektinde özledim demektir. neyini, nereni, hangi halini desem ki? sesini öskedim örneğin. yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü, öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. şükür varsın. oturup nasılsın diye açabilir insan. sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan. ne tuzsuz şeydi şu dünya be. geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek. senden bir ricada bulunucam ama en iyisi şimdilik susmak. mâdem sen sözünde durmadın ben de sürpriz yapıcam! şaşırtıcam seni! hem böylesi şeyler gevezeliğe gelmez, tadı kaçar sonra... gene de ödeyemem. böylesi daha güzel. sana mahkûm kalmak güzel. gözlerinden öperim. n'olur yaz’’.

    ‘’bana acımaktansa, beni sol memenin altından bıçaklamanı tercih ederim’’.

    ‘’gözlerimi öptüğün bir gerçek mi? onların dudaklarına layık olması için, ne yapayım bilmem ki, korkunç azaptayım. öylesine, hülya, kutsal ve uzaksın ki… allah kahretsin beni’’.

    ‘’hiçbir uğraş, hiçbir umut, seni düşünebilmek, seni anlayıp sevmek, yüzüne bakabilmek kadar dolu, anlamlı ve yaşanmaya değer olamaz’’.

    ‘’salt sana inanıyorum. kıvancım, gururum senden canım. ne güzel şey senden gayrısını tanımamak, takmamak! gözlerini, ellerini öperim’’.

    ‘’ulan ne var sende be? yeni bir tedavi şekli mi buldum yoksa? her ne hal ise seni düşünmek iyi geliyor bana’’.

    ‘’işin gücün misafirlerin yormasın seni. hiçbiri, hiçbiri bilemez kim olduğunu. onlara otuz yıl felsefe ve insanlık tarihi öğretmeliyim ki değerini anlayabilsinler’’.

    ‘’ya sen nicesin ömrümün varı? sensiz ne olur, ne olabilir onu unutmamalıyım oysa. her adımdan, her düşünden, her düşten önce seni karşıma alır, bakar, sorarım, bunu bilir miydin? başkaca dövüşemem ki. yenilmemenin tılsımı. hasret ile gözlerini öpeyim. orası öyle ya bu hasret böyle biter mi?’’
hesabın var mı? giriş yap