• bunla alakalı bir hikaye anlatayım. pastör var ya bizim bildiğimiz. o çok hristiyan bir abi aslında. mikropları fark ediyor, bu mikropların kendiliğinden ortaya çıkmıyor olması lazım. pastörizasyonla kasıyor, kasıyor, ve mikropların steril, korunmalı ortamda kendiliğinden üremediğini ispatlıyor. böylelikle hristiyanlığa hizmet etmiş oluyor. diyeceksiniz ki, ne alaka hristiyanlık?

    işte şu alaka, canlı cansızdan yaratılıp, var olmaz, canlı'yı ancak bir yaratıcı yaratır! yani adamın pastörizasyonu falan daha bulmadan aramasının sebebi bu. haliyle o dönem karşısına rakip olan çıkan diğer bilim adamları ise aynı paradigmada düşündüklerinden bunun tersini ispat etmeye çalışıyorlar; onlar abiyogenezci, canlılar cansız maddeden, bizim gözlemleyebildiğimiz kadar kısa zamanda ürer, sonra da evrimleşir, yolunu bulur kafasında. bunlar pastör'ün deneylere nasıl hile hurda kattığını, gerçekleştirdiği deneylerinin nasıl güvenilmez olduğunu ispatlıyorlar. ama pastör baskın çıkıyor, yarışmayı da kamuoyunu da kazanıyor. bunu nerde okumuştum hatırlamıyorum ama 'bilim'in bilimsel düşünce ışığında lineer ilerleyişi efsanesi'ne uymayan bir örnek olarak anlatıyorlardı. yani herkes bilimsel, herkes deneylerle, meneylerle sonuca ulaşıyor diye bir şey yok. hatta çoğunlukla herkes ideolojik çerçevede bulmak istediği sonucu arıyor.

    ama ş ilginç: tamam, pastör -gerçekten de- yayımladığı testlerde hem sahtekarlık yapıyor, hem ihmaller var, hem de diğer bilim adamları da 'deneylere göre steril' kabul edilen şartlarda da mikrop ürediğini ispatlıyorlar. neticede pastör saçma sapan bir gerekçeyle, sahte-ayıplı deneylerle pastörizasyon'u ve sterilizasyonu 'ispatlıyorken', karşısındaki rakipleri haklı gerekçelerle, denk ve güvenilir deneylerle sterilizasyonun olmadığını, spotane abiyogenez'in varlığını ispatlıyorlar ama kayda alınmıyorlar. şimdi pastör haklı desen değil, kendi bilimsel kapsamında hem sahtekar, hem de bilimdışı takılıyor, ama nihayetinde 'doğru' tarafta kaldığı için adıyla sanıyla anılıyor, kral muamelesi görüyor. buna karşın karşısındakiler hem bilimsel, hem ahlaklı, hem de genel anlamda bakıldığında 'haklılar' ama sınırlı bir çerçevede (anındalık) yanlış tarafta kaldıkları için unutulup gidiyorlar.

    işte bilim böyle bir şey.
  • konu hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler ve yeterli vakti olanlar için uzun uzun anlatımı.

    (bkz: #26876956)
    (bkz: #26877133)
    (bkz: #26877422)
    (bkz: #26893036)
    (bkz: #26937788)
    (bkz: #26937960)
    (bkz: #27081822)
    (bkz: #27082589)

    not: sırayı takip ediniz...

    not 2: görseller açılmıyorsa, her yazının altında bulunan ana kaynak linkine tıklayıp oradan bakınız.
  • hunharca savundugum teoridir. aksi halde bu kadar bocegin ebeveynlerinin, turlu pozisyonlarla evin her kosesinde yiyistigini kabul etmek gerekir.
  • (bkz: biyogenez) teorisinin aksine canlıların cansız varlıklardan üreyebileceğini ve hatta ürediğini savunan teori (olması gerek).
  • bir kere, bir şekilde, "kendini kopyalayabilen molekül" sentezlendiğinde gerisi kolay.
    ( [kendini kopyalama işleminin hatasız olmaması -> farklı çocuklar] + kısıtlı kaynak -> doğal seleksiyon -> evrim)
    bu olayın gerçekleşme olasılığı oldukça düşük.
    allah'tan dünyanın milyarlarca yıllık tarihi ve milyonlarca kilometrekare yüzeyinde sayısız "deneme" şansı olmuş.

    basit kimya yasalarından kompleks biyoloji nasıl emerge eder aklı almayanlar ise şuradan feyz alabilir: (bkz: game of life)
  • oldukça ender olduğu düşünülen bir durumu, yaşamın ortaya çıkmasını açıklamaya çalışır.

    temel anlamda canlıların yapısını oluşturan elementlere baktığımızda bunlar hidrojen, oksijen, karbon, nitrojen gibi elementlerdir ve evrende en çok bulunan elementler bunlardır. aslında teknik olarak evrende bulunan maddenin %99'u hidrojen ve helyumdur. big bang teorisine göre evrende bulunan ilk maddeler de sadece bunlardı.

    bu diğer %1 ancak bir yıldızın çekirdeğinde oluşabilir ve süper nova patlamaları sırasında evrene saçılırlar. bu açıdan bakıldığında abiyogeneze göre teknik anlamda aslında hepimiz yıldız tozuyuz. yani yaşamı meydana getiren elementlerin evrende bize yakın başka bir yerde oluşan süpernova patlamalarından gezegenimize ulaşan elementler olduğunu görüyoruz.

    gezegenimizdeki yaşamı tanımlarken yukarıdaki elementlere yaşam için çok çok önemli olan bir tanesini daha eklememiz gerekir. o da fosfordur. fosfor, dna, rna ve atp gibi yaşam için elzem moleküllerin yapısında bulunur.

    yakın zamanda, süpernovalar ve geride bıraktıkları bulutsular üzerinde yapılan araştırmalara göre, patlamalar sonucu ortaya çıkan ağır elementlerin her hangi bir sistematiğinin olmadığı, fosforun da yaygın bir element olmadığı sonucuna ulaşmaya başladık.

    bu durumda şunu önerebiliriz;
    "bir gezegen yaşam için mükemmel koşullara sahip olsa bile, kendisine yakın bir yerlerde sonucunda fosfor elementinin bolca üretildiği bir süpernova patlaması olmamışsa, bu gezegende bizim gezegenimizdekine benzer yapıda bir yaşam oluşma olasılığı yoktur."

    şayet dna, atp tipi yapılanmalar veri ve enerji depolaması için mecburi bir şey ise, yaşamın oluşmasının evrende sandığımızdan çok çok daha ender bir olay olabileceği ortaya çıkar. bu durum fermi paradoksuna da bir açıklama getirebilir.

    bu tespitler evrende başka bir yerde yaşam olmadığını önermez. sadece yakın çevremizde buna henüz rastlamamış olmamızı açıklar. sadece gözlemlenebilir evrendeki galaksiler ve yıldızların sayısı bile imkansız gibi görünen bütün olasılıkları gayet normal bir durum haline getirebilecek ölçülerdedir.
  • yaşam; gezegenimizin bir köşesinde, kendisine koruyucu rol üstlenen bir yağ tabakasının içinde bugün cansız olarak sınıflandırdığımız elementlerin birbirleriyle girdikleri kimyasal tepkimeler neticesiyle ortaya çıktı ve bizler işte o ilk korunaklı tepkimenin milyarlarca yıldır sönmeyen birer devamıyız diyen görüştür.

    bir yağ tabakasının içine hapsolan ve gözle görülemeyecek kadar ufak bir ufak kimyasal tepkimenin, kendini devamlı kopyalayarak yani çoğalarak, olağanüstü koşullarda olmasına rağmen hiçbir çevresel etkiye maruz kalmadan tabir-i caizse sönmeden bugünlere kadar gelebilmesi ve içinde bulunduğumuz biyokütleyi oluşturması, kabul ediyorum ki başlangıçta çok mantıklı gelse de biraz daha üzerinde düşününce aynı etkiyi yaratamadı, artık çok sıradışı bir söylem gibi geliyor.

    arayışım devam ediyor. bilimin ilkel bir çağına sıkışmış olduğumuzu düşünüyorum şu ara. bin yıl sonra nelerin konuşulacağını tahmin etmek çok güç.
  • canlılığın cansızlıktan geldiğini açıklar. vücudumuzu oluşturan atomlardır. bu atomlar elementleri ve bileşikleri oluşturur. kimyasal tepkimelerle bunları bir arada tutan yapıya canlı denir. canlılık kimyasal tepkimelerden başka bir şey değildir. dünya ilk oluştuğu zaman canlılık için uygun değildi adeta bir cehennemi andırıyordu. sürekli meteor çarpıyor. kuyruklu yıldızlarında sürekli çarpması ile dünyaya su taşınıyor ve böylece okyanuslar oluşmaya başlıyor. çok uzun süre devam eden bu olaylar artık dünyayı yaşama uygun seviyeye getiriyor. atmosferin oluşması ile sürekli yağan yağmurlar ve çakan şimşekler amino asitlerin ve bazı organik maddelerin oluşması için iyi bir ortam hazırlıyor. şimşeklerin verdiği enerji ile oluşan amino asitler canlılığın temel taşını oluşturuyor. bunların oluşması için sıvı bir ortam gerekli ve bu da su sayesinde oluyor. miller-urey deneyi bu olayı başarıyla kanıtlıyor. yaptıkları deneyde su,metan,amonyak,hidrojen ve karbon monoksit kullanıyorlar. deneyi kısaca söyle yapıyorlar. canlılığın oluşumundaki atmosferi canlandırıp (oksijensiz bir atmosfer demek oluyor)bu maddeleri bir cam tüpe koyup ve tüpün her iki tarafına 1 hafta boyunca elektrik verdikten sonra tüpteki kimyasal reaksiyonlar 4 çeşit amino asit oluşturuyor.böylece deney amacına ulaşmış oluyor. abiyogenez hayatın nasıl başladığını gösteren en güçlü teoridir.
  • bence çok basit bir düşünceyle şunu iddia etmek mümkün;
    carl sagan 'ın o meşhur sözünün "hepimiz yıldız tozuyuz"
    aksini kimse iddaa edemez. vücudumuzdaki moleküller ve atomlar evrenin minik parçalarından ibaret. öyleyse canlılığın aslında cansız bir evrenin cansız parçalarından meydana geldiği açık. o ya da bu şekilde. zaten izah etmeye çalıştıkları da bu. o ya da bu şekilde dememek ve sürecin nasıl gerçekleştiğini anlamak için tüm çabalar. vel hasılı canlılığın cansızlıktan ortaya çıkması dışında bir olanak yok zaten bu belli. aslında "nasıl?" sorusunun cevabı aranıyor.

    ama şu da var, madem canlılar evrenin yalnızca bir parçası o zaman belki de evren de cansız değildir. ya da tam tersine canlı dediğimiz varlıklar da aslında evren gibi cansızdır. canlı-cansız kavramları yanlızca birer tanımlama benim için. ve tanımlamalar mevcut bilgilere bağlı olarak her zaman değişebilir.

    dini ya da politik tartışmalara gerek yok ihtimaller, belkiler , acabalar her zaman gerçektir. mutlak gerçek imkansızdır diye düşünüyorum. ve bize değişmez gerçeklerin olduğunu öneren sistemleri reddediyorum.
  • şurada enterasan bir mekanizma anlatılmış:
    http://www.youtube.com/watch?v=u6qyddgp9eg
hesabın var mı? giriş yap