• bill bryson'un yazarı olduğu 400-500 sayfalık bir kitaptır.. orijinal adı: a short history of nearly everything.. malumatfuruşçular için oldukça ideal bir kaynak.. evrenin, güneş sisteminin, dünyanın, yaşamın, insanın ve diğer canlıların oluşumu hakkındaki yüzeysel bilgileri yüzeyin az da olsa altına indirmeyi başaran bir eser.. ve bunu yaparken de bu işlerle uğraşan bilimadamlarını, yani astronomları, fizikçileri, kimyagerleri, jeologları, matematikçileri, paleontologları, biyologları vs oldukça tatminkar bir biçimde referans almakta.. işin güzel tarafı yazar bilimsel bir eserde olabilecek en eğlenceli üslupla, sıkmadan, sürükleyerek yapmış bütün bunları.. bulmaca çözerken olduğu kadar geyik muhabbetlerinde inisiyatifi ele almayı sağlayacak kadar "derin" bilgiler içermekte.. yarı entelektüellere tavsiye edilir..
  • özeti 'bilimsel buluşun üç evresi vardır; önce insanlar bunun doğruluğunu inkar ederler, sonra bu buluşun önemli olmadığını savunurlar, ve son olarak da bu buluşu başkasına atfederler.' olan kitap.
  • gelmis gecmis en faydali bilim ogreten, ilgilendirten kitaplardan.

    zannimca ortaokul ya da liselerde zorla okutulmasi belki de mufredata bile sokulmasi gerekir.
  • öss'ye hazırlanmış kimsenin ufkunu iki katına çıkarmaz ama hem periyodik tablo, hücre, eylemsizlik falan gibi çocukluktan beri beynimize kazınan bir sürü şeyin aslında ne kadar uzun uğraşlar sonucu bulunduğunu, hem de dünyanın yaşını ve insanların dünyanın yaşına kıyasla ne kadar az süredir dünya üzerinde yürüdüğünü anlatmak konusunda oldukça başarılı. bununla birlikte kitap biraz yaşını göstermeye başlamış durumda, örneğin bir bölümde yazar yazıldığı dönemde henüz teori olan higgs bozonunu beğenmeyip hafiften alaya almış.

    ayrıca şurada kısa bir düzeltme listesi var.
  • • uzayda bizden başka düşünen varlıklar, bizim burada olduğumuzu biliyor olsalar ve farzı mahal bizi teleskoplarıyla görebilseler dahi, yerküre'den iki yüzyıl önce ayrılmış olan ışığı seyretmekteler. yani sizi ve beni görmüyorlar. dolayısıyla, gerçekte yalnız değilsek bile, pratikte yalnızız.

    • yaklaşık 4,6 milyar yıl önce, şimdi bulunduğumuz yerde, belki 24 milyar kilometre genişliğinde büyük bir gaz ve toz girdabı birikip, kümelenmeye başladı. bunların hemen hepsi, yani güneş sisteminin kütlesini yüzde 99,9'u, güneş’i oluşturmaya koyuldu. geriye kalan ve başıboş yüzen maddeler arasından iki mikroskobik zerre, elektrostatik güçler tarafından birleştirilecek yakınlıkta yüzmekteydi. gezegenimize gebe kalınan an, işte buydu.

    • ay'ı oluşturan maddenin büyük kısmının yerküre'nin çekirdeğinden değil, kabuğundan koptuğu düşünülüyor: demirin bizde çok fazla, ay'da çok az olmasının sebebi de işte bu.

    • newton şüphesiz tuhaf bir adamdı. cin gibi zekiydi elbette, ama aynı zamanda yalnız, neşesiz, paranoyak sayılabilecek kadar pimpirikli, dalgınlığıyla ünlü biriydi. (bazı sabahlar uyandığı zaman, daha yataktan ayağını bile çıkaramadan, ansızın aklına üşüşen düşünceler yüzünden donakalıp saatlerce yerinden kalkmadığı söylenirdi.) ayrıca akıl almaz işler yapardı. cambridge'de kendi laboratuarını kurmuş, ama sonrasında kendini birbirinden acayip deneylere vermişti. bir keresinde, sırf ne olacağını merak ettiği için, deri dikmeye yarayan türden bir çuvaldızı “gözle kemik arasında kalan bölgeye, gözün arkasına mümkün olduğunca yanaştırarak” gözyuvasına sokmuş ve evire çevire gözünü kurcalamıştı. mucize eseri hiçbir şey olmamıştı. gözüne kalıcı bir hasar vermemişti en azından. başka bir deneyinde, görüşü üzerinde nasıl bir etkisi olacağını anlamak için, dayanabildiğince güneş'e bakmıştı. gözlerinin onu affetmesi için birkaç gününü karanlık bir odada geçirmek zorunda kalmakla birlikte, kalıcı hasardan yine ucuz kurtulmuştu.

    • newton'un, başyapıtı * principia'nın özünde, newton'ın üç hareket yasası yatıyordu. insan aklı tarafından ortaya atılmış, tam anlamıyla evrensel ilk doğa kanunuydu bu. newton'un matematiğe olan katkıları, daha önceki tüm katkıların toplamına eş değerdedir.

    • on sekizinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde bilim adamları yerküre'nin
    biçimini, boyutlarını, güneş'e ve gezegenlere olan uzaklığını kesinkes biliyorlardı. bu durumda yerküre'nin yaşını belirlemenin nispeten
    basit olacağını düşünebilirsiniz. ne de olsa, gereken malzemeler hani neredeyse ayaklarına gelmişti. ama hayır. insanoğlu önce atomu parçalayacak, televizyonu, naylonu ve hazır kahveyi icat edecek, kendi gezegeninin yaşını hesaplamaya daha sonra sıra gelecekti.

    • uzay-zaman genellikle şöyle açıklanır: üzerine ağır ve yuvarlak bir nesne, mesela demir bir top konulmuş, yassı ama esnek bir madde, mesela bir şilte ya da gerilmiş lastikten bir çarşaf düşünün. demir topun ağırlığı, üstünde durduğu maddeyi esnetir ve hafifçe çökertip çukurlaştırır. bu durum, kaba bir kıyaslamayla, güneş (demir top) gibi büyük kütleli bir cismin uzay-zaman (esnek madde) üzerindeki etkisine benzetilebilir: esnetir, büker ve çarpıtır. lastik çarşafın üstüne, bu sefer daha küçük bir top yuvarlayacak olursanız, top newton'ın hareket yasalarına uygun olarak düz bir çizgi doğrultusunda ilerlemeye çalışır, ama büyük kütleli cismin çöküp çukurlaştırdığı bölgeye yaklaşınca, kendisinden daha kütleli olan cisme doğru mecburen çekilip, aşağıya yuvarlanır. işte bu, kütle çekimdir: uzay-zamandaki eğrilmenin bir sonucu.

    • bir atom katedral büyüklüğüne genişletilecek olsaydı, çekirdeği yalnızca bir sinek büyüklüğünde olurdu, ama katedralin binlerce misli ağırlıkta bir sinek. bir sandalyeye oturduğunuz zaman, aslında ona oturmazsınız, sandalyenin hemen üstünde, ondan bir angström (santimetrenin yüz milyonda biri) yüksekliğe asılı kalırsınız, çünkü, sizin elektronlarınız ve sandalyenin elektronları daha yakın bir temasa amansızca karşı koyar.

    • kuantum fiziği daha evvel var olmayan bir düzensizlik düzeyi sunmuştu. durup dururken, evrenin davranışını açıklamak için iki ayrı yasa grubuna ihtiyaç hasıl olmuştu: çok küçüklerin dünyası için kuantum kuramı ve onun ötesindeki evren geneli için görelilik kuramı. atomları bir arada tutan şeyin ne olduğunu açıklamak için başka kuvvetlere ihtiyaç vardı ve 1930'larda bunlardan ikisi keşfedildi: güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet. einstein hayatının geri kalan kısmını, bir büyük birleşik kuram yoluyla bu iki ayrı ucu birbirine bağlamanın yolunu bulmaya adadı, ama hiçbir zaman
    başaramadı.

    • yerküre'de 1,3 milyar kilometreküp su vardır ve olup olacağı bu kadardır. sistem kapalı devre çalışır: yani hiçbir şey eklenemez ve eksiltilemez. içmekte olduğunuz su, dünya kurulalı beri devridaim halindedir.

    • 4,5 milyar yıllık tablonun son derece yeni bir parçası olduğumuzu kavramanın belki daha da etkili bir diğer yolu, kollarınızı iki yanınıza olabildiğince uzatıp elleriniz arasında kalan mesafenin bütün yerküre tarihini temsil ettiğini düşünmektir. bu ölçekte, basin and range (havzalar ve dağlar) adlı kitabın yazarı john mcphee'ye göre, bir elinizin parmak uçlarından öbür elinizin bileğine kadar olan mesafe prekambriyen zamandır. kompleks yaşamın tamamı tek bir elde toplanır, yani “orta kalınlıktaki bir tırnak törpüsüyle insanlık tarihinin kökünü kazımak mümkündür.”

    • var olan türlerin yüzde 70'ini yeryüzünden neyin sildiği sorusundan bile büyük bir soru, geri kalan yüzde 30’un hayatta kalmayı nasıl başardığıdır. yılanlar ve timsahlar gibi sürüngenler bu badireyi hiç tökezlemeden atlatırken, dünyada var olan her bir dinozor neden bu kadar telafisizce yıkıma uğradı? dinozorlar hakkında pek bir şey bilmiyoruz aslında. dinozorların yerküre üzerindeki saltanat süresi memelilerinkinin aşağı yukarı üç misli olmuştur.

    • darwin, fikirleri yüzünden vicdan azabı çekmekten kendini hiç alamadı. kendinden "şeytan'ın vaizi" diye bahsetti ve kuramını açıklamanın “bir cinayeti itiraf etmeye” benzediğini söyledi.

    • genler protein yapım talimatları olmaktan ibarettir. ne bir eksik, ne bir fazla. bunu körü körüne bir sadakatle yaparlar. bu bakımdan bir piyanonun tuşlarını andırırlar: her biri tek bir notadan başka hiçbir şey çalamaz. besbelli biraz monoton bir iştir bu. ama genleri tıpkı bir piyanonun notalarını birleştirir gibi birleştirdiğiniz an, sonsuz çeşitte akor ve melodi yaratabilirsiniz. bütün bu genleri bir araya getirdiğinizdeyse, (aynı metaforu sürdürürsek) insan genomu diye bilinen büyük varoluş senfonisini elde edersiniz.

    • dna'mızın çoğu kendini size değil kendine adamıştır: o sizin çoğalmanızı
    sağlayan bir makine değil, siz onun çoğalmasını sağlayan bir makinesiniz. yaşam, sadece var olmak ister ve bu isteği dna yerine getirir.

    sherwin b. nuland'ın ifadesiyle: “imparatorluklar çöker, idler patlar, büyük senfoniler yazılır ve hepsinin arkasında, doyurulmak isteyen tek bir içgüdü vardır.”
  • boyner yayınları tarafından yeniden basılmıştır. uzun süre arayıp bulamadıktan sonra ingilizcesini almıştım, yine de dayanamayıp türkçesini de aldım. evladiyelik bir kitap.
  • "sizi cimbizla tek tek atomlarinizdan ayirirsak bir atom bulutu elde ederiz; hepsi cansiz, ama yine hepsi bir zamanlar sizdiniz!" der kendisi. oyle de guzel bir kitaptir.
  • doğdular ve öldüler`.`
  • audiobook unu calip butun gun dinledigim harika yapim.
hesabın var mı? giriş yap