• ünvanı bir şekilde yazar olan, ama yazarlığın yakıştırılamadığı*** insanların alternatif çağırılış şekli.
  • dokuzuncu nesil çaylak.
  • kağıda bir şeyler karalayan, bilgisayar ekranına bir şeyler aktaran kişidir. yazarla karıştırılmaması lazımdır. arada çok derin bri uçurum vardır. yazar, seçkin bir topluluğun mensubudur. yazan ise, benim gibi sıradanlığa mahkumdur. yazar, kelimelere gerektiğinde yeni manalar yükleyebilir, ilk kez kullanılan terkipler bulur, adeta dans ettirir kelimelere. kelimeler yeni bir anne-baba bulur o yazarlarda. yazan ise, zihninin dar mahpesinden kolay kolay kurtulamaz. kelimelere yeni manalar yüklemek şöyle dursun, tali manalardan bile habersizdir.

    bir şekilde yazma fırsatı bulmuş kişidir yazan. heveslidir, bu hevesi alıncaya kadar yazmayı sürdürür. repertuarında yer kalmadığını hissettiğinde şevki de kırılır ve farklı yerlere göçerek oraya boca eder aynı duygu ve düşüncelerini. kolay elde edilmeyen bir kabiliyet peşindedir yazan. doğuştan "yazarlık" kabiliyeti olduğuna hükmedebilir iki kelimeyi yan yana koymayı başardığında; ama işin hakikati başka türlüdür.

    en büyük problemlerinden birisi "okur" olamamasıdır. okur olamadığı için "yazar"lık mertebesine de yükselemez. arada bir "okuyan" olabilir; ama mecanin-i kütüb olmak için birkaç fırın ekmek yemesi elzemdir.

    işte böyle hayat boyu kendini yazar zannedecek bir biçaredir yazan. belki bir abdurrahman çelebi'dir, belki bir kitsch.. veya bir imitasyondur sadece aslını yaşatabilen.

    mesela "yilmaz ozdil" noktasinda bu ifadeye bir atf-i nazar edelim:

    birkaç açıdan değerlendirilebilecek birisidir.

    - şayet gazete yönetimi, "yılmazcığım bu seferki hakikaten çok kısa olmuş," demiyorsa, o zaman bu durum bizi ilgilendirmez. maaş-performans noktasında kelime başına en çok para kazanan köşe yazanı olması muhtemeldir özdil'in. ama belki de gazete bünyesinde bizim bilmediğimiz başka işler yapıyordur; meseleye illaki maaşı hak etme noktasında bakacaksak.

    - öte yandan yılmaz özdil, beğensek de beğenmesek de (ki ben görüşlerinden ziyade başka sebeplerden ötürü beğenmiyorum) kendi çapında bir marka oluşturmuştur. mesela "en çarpıcı gelişme şu bugün kurultay yok" ifadesini google'da tırnak içinde yazdığınızda binden fazla sonuç geliyor karşınıza. demek ki, çoğunluğu haber sitesi olan bin küsur yer o ifadeyi aynen alıntılamış. eh, reklamın iyisi kötüsü olmayacağına göre, özdil'in hiçbir şey yazmasa bile gazetesinin böyle bir markaya sahip olmasından ötürü memnun olacağını düşünüyorum.

    - önemli bir nokta da şudur: özdil, bugün belirli bir görüşteki insan topluluğunun sözcüsü konumundadır. aslında, üslubu itibariyle o insan topluluğununu düşüncelerini, mefhumlarını , ifade biçimlerini büyük bir benzerlik göstererek yansıtır. o yüzden de, okumayı sevmeyen milletimizin, kendisini "çok okuma" derdinde olmayan bir grubunun gözbebeği, baştacıdır. özdil'i görmezden gelebilirsiniz, yazdıklarına (veya yazmadıklarına) saygı duymayabilirsiniz; ama özdil'in temsil ettiği görüşü türkiye'de görmezden gelemez, o görüşün sahiplerini yok sayamazsınız. ayrıca, aydın doğan'ın da bir zaman ifade ettiği gibi, gazeteniz varsa ve de tesirli bir gazeteyse, onu satmazsınız zarar etseniz bile. aynen onun gibi, özdil gibi her yazdığı bir şekilde çok konuşulan yazarınız varsa, az da yazsa kapının önüne koymazsınız haliyle. bakın, şahsım da dahil olmak üzere bir sürü şey yazmışız kendisine dair.

    - "köşe yazarının vazifesi "laf sokmak" mıdır?" tartışmasına gelirsek... içinden çıkılmaz bir münakaşadır bu. neticede iğneleme dediğimiz (frenkler sarcasm diyor) hiciv üslubu bugün batı medyasında da kullanılan yaygın bir üsluptur. özdil'in tek farkı, yazılarını genellikle sadece iğneleme üzerine kurgulaması. halbuki iğneleme asli değil, tali bir unsur olmalıdır yazıda. nitekim, özdil'in bu uzunlukta bir yazıyı ne the new york times, ne de the washington post'ta yazamayacak olması hepimizin malumudur. yazsa bile buna 30-40 yıllık bir kariyerde sadece bir kez izin verilir; o da vurucu olması açısından. hani, hep çok sakin bir ses tonuyla konuşan bir basketbol koçu bağırdığı zaman nasıl oyuncular üzerinde tesir uyandırırsa, aynen "kırk yılda bir" bu şekilde yazılacak bir yazı çok afedersiniz amiyane tabirle "cuk" diye yerine oturur. ama stan van gundy gibi hep bağırarak konuşursanız, oyuncularınız üzerinde tesiriniz olmadığı gibi, o büyük an geldiğinde de istenen etkiyi bırakamazsınız. mesela bugünkü yazısındaki o cümleyi uzun bir yazıda "serlevha" ve "hatime" olarak başta ve sonra birer kez kullansaydı, tahminimce yine iyi bir etki bırakacaktı.

    - bir de benim bildiğim, gazetelerde köşe yazılarına ayrılan yer bellidir. hatta bazen köşe yazarları, "üç bin vuruş, beş bin vuruş" diyerek günlük doldurmaları gereken yerle alakalı malumat verirler. şimdi böyle bir durumda, özdil'in yerinin iki satıra kadar düşmesi, gazetenin tasarımını yapanlarca hoş karşılanmaz herhalde. yani en azından sürekli bir dalgalanmanın isteneceği en son yer bir köşe yazarının yazısıdır zannımca.

    peki özdil'i nereye koymak lazım değer noktasında? türkiye'nin en etkili gazetelerinden birinde yazdığı ve de özel bir hayran kitlesi olduğu için en azından bir grup için değerli göründüğünden şüphe duyulamaz. şahsen, özdil'i, çetin altan, hasan pulur, cüneyt arcayürek, mehmet barlas, taha akyol, fehmi koru gibi duayenlerinin (ki aralarında aynı görüşte olmadıklarım var) iştigal ettiği meslekten ayırt etmeyi tercih ediyorum. o yüzden de bir harfle de olsa "ustalara saygı"mı gösteriyorum. uzun lafın kısası, kendisine başarılı bir "yazan" diyebilirim.
  • ne yazabiliyorum ne düşünebiliyorum, tükenmiş vaziyetteyim.. tek yaptığım şikayet etmek ve kendime acımak..

    ben buyum işte, sözlük

    gururla taşıdığım yazarlığımı da elimden aldınız, son kurşunu da siz sıktınız*

    bana çıkar yol lazım..
  • yazan bir aracıdır, yazdığı bir kehanet, herkes biliyor olsa da yarı şifreli kehanet. yazdıklarım benim, bir o kadar da senin. sen malına sahip çık. istemezsen depoya, kilere, bodruma at. o malların var, bir yerlerde duruyor. olmadı, buda, iyilet, güzellet. kim bu piçleri saldı ortaya diye kız, hatta ne bokum var anlamıyorum demen bile malınla ve aracınla yeterli ve güzel bir iletişim sayılabilir.

    ne kadar mutlak bir zihin olursam olayım, mükemmel veya eksikli biçimde iletişimsel bir şey yazarım. bu metinsel yapı herkesin bildiğini de açıklayıp gizleyebilir, yeni bir dil veya resim/bildiri da iletebilir. seçilmek ve sevilmek veya lanetlemek/lanetlenmek üzere. benim burada kastettiğim etki ve süreç; bunun beri yakasında yapı, bileşenler var. sezgisel ve ilişkisel bir tarafının olması, kahve falı gibi bir anlatanının ve bir okuyup yorumlayanın, alımlayanın olması yazma-yazı-okur sürecini kehanet yapmaya yeter. hatta bazı yazı, kitap ve sanatların arkeolojik eser gibi uzun süreler gözönünde olduğu halde gömülüp, sonra bir nedenle birden doğrulmaları, hortlar veya yaşar hale gelmeleri de bununla ilgilidir.

    gez babam gez. gerçek kuytu köşelerden çıkar. gezen bulur*, yazan kaybeder. yalnız unutma, kaybetmek yoketmek değildir. kaybedilen kaybolmaz aslında; göremez, yapışamaz hale gelirsin, sana örtünür. hiçbir şey senin değil, ama yine de hiçbir şey kaybolmaz.

    "o zaman, yazan kişiyle ilgili bir soru doğar; bir yazarla mı karşı karşıyayız, geleceğin yazarıyla mı, yoksa tamamen konu dışı biriyle mi? basılmaya aday bir metnin iyiliği, kötülüğü pek öyle ölçülemez, hep çok öznel kalırsınız..." marguerite duras - les yeux verts [yayıncı raymond queneau'dan]

    "werfel'in şiiri herkese dik dik bakan bir portre gibi, bana da, hatta kendisini yazan şeytana da bakıyor." franz kafka - briefe an milena

    "öykü taslağı. vadinin karşılıklı iki yamacına kurulmuş iki şalede yaşayan iki yazar sırayla birbirini gözetliyorlar. içlerinden biri sabahları, öteki öğleden sonraları yazıyor. sabah ve öğleden sonra yazmayan yazar dürbününü yazana çeviriyor." italo calvino - bir kış gecesi eğer bir yolcu

    (ilk giri tarihi: 20.7.2016)

    (bkz: yazar/@ibisile)
    (bkz: yazalanmak)
    (bkz: okuyan)
    (bkz: yazarlığa giden uzun ve meşakkatli yol)
hesabın var mı? giriş yap