• uluslararası ilişkiler bölümünü kazanan çiçeği burnunda üniversite öğrencilerinin boğuşup durduğu teorik perspektiflerdir. temel teoriler ile başlar ve mezun olana kadar post-... teoriler diye devam eder. ya seversiniz, ya sevmezsiniz ama her halükarda öğrenirsiniz. çünkü çok geniş bir disiplin olan uluslararası ilişkilerin temelidir ve bir şekilde konuları ve olayları daha iyi anlamanızı sağlarlar. en önemli uluslararası ilişkiler teorileri arasında realizm, liberalizm, kritik teori (ya da eleştirel teori - critical theory), kurumsalcılık, işlevselcilik, marxism, neo-realizmve neo liberalizm sayılabilir ve istendiğinde bu liste uzar gider.

    konuyla ilgili temel kaynaklardan biri tayyar arı'nın uluslararası ilişkiler teorileri'dir.

    edit: benim favorim ise editörleri arasında andrew linklater ve scott burchill'in bulunduğu theories of international relations kitabıdır.
  • uludağ üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünde tayyar arı ve zaman zaman asistanı ferhat pirinççi tarafından verilen ders. her şey teori olduğu için anlaşılması ve tahammülü zor bir derstir, uluslararası ilişkiler bölümündeki en zor derslerden biridir.
    tayyar arı hocamızın da kitabı vardır bu adda, ''uluslararası ilişkiler teorileri : çatışma, hegemonya, işbirliği'' diye. ülkemizde pek çok fakültede de okutulmaktadır.
    uluslararası ilişkiler teorileri``nin hangileri olduğunu ise pazartesi günkü ulus. iliş. teorileri 2 dersimin finaline çalıştıktan sonra incelemeyi düşünüyorum. esen kalın.
  • uluslararası ilişkileri formüle etme çabası içerisinde olan teoriler. oysa bu derece değişken bir dalın kalıplara sokulmaya çalışılması bana hep enteresan gelmiştir.
  • idealizm, realizm gibi klasik teoriler yerini çağdaş teorilere, yani marksizm, feminizm ve postkolonyalizme bırakmaktadır.
  • babası realizm kabul edilendir. (neorealizmi katarak bütün olarak diyorum) ki benim kesinlikle karşı çıktığım durum sadece meşrulaştırmak için yapılan. ilhan uzgel hocam derdi : realizm görüldüğü yerde başı ezilmelidir.
  • uluslararası ilişkilerin kendisi sikko bir bölüm olduğu için temel olduğu iddia edilen dersi de ayrı sikkodur.

    bende uluslar mezunuyum ama neyse ki ağırlıklı olarak siyasi tarih anlatan bir okulda okudum şu boku.
  • (bkz: #27168120)
  • uluslararası ilişkiler teorileri denince, akla üç tartışma gelmelidir. bunları kronolojik olarak sıralarsak ilki, idealizm-realizm tartışması; ikincisi, davranışsalcılık-gelenekselcilik tartışması; üçüncüsü ise, pozitivizm-postpozitivizm tartışmasıdır. ilk tartışma ile başlayalım:

    idealizm, uluslararası ilişkilerin bir disiplin olarak ortaya çıkmasına öncülük eden akımdır. 1920'lerin başında ortaya çıkmıştır. tarihin daha önce görmediği bir yıkımı getiren savaştan, ı. dünya savaşından çıkılmıştır. haliyle, dönemin akademisyenleri toplanmışlar, düşünmüşler ve bir daha böyle bir yıkımın gerçekleşmemesi için ne yapılması gerektiği konusunda fikir oluşturmuşlardır. buldukları çözüm yolu, hukuka saygı, ortak evrensel değerler ve milletler cemiyeti gibi uluslararası örgütlere dayanan yeni dünya düzeni olmuştur. bu dönemde woodrow wilson'un ilkeleri idealizmi tanımlayan ilkelerdir (tabi wilson'un idealist mi yoksa realist mi olduğu tartışmalıdır). bu ilkeler, bilindiği üzere, dünya barışnı korumaya yeterli olmayacak ve 1939'da yeni bir savaş patlak verecektir. yeni savaşın patlak vermesiyle idealizmin suyunun kuruduğunu söyleyebiliriz.

    savaş sonrası dönemde hakim teori realizmdir. aslında idealizmin realist eleştirisi çok önceleri, ta 1930'larda başlar. ancak ikinci dünya savaşı ile birlikte haklı çıkmalarının verdiği özgüven ile 1960'a kadar uluslararası ilişkiler teorilerinin tepesine çökmüşlerdir. realistlere göre uluslararası hukuk, milletler cemiyeti filan hep hikayedir. uluslararası ilişkiler, ulus-devletler arasındaki güç ve çıkar ilişkisinden ibarettir. dolayısıyla, eğer yıkıcı savaşlar durdurulmak isteniyorsa bu gerçek hesaba katılmalı, insanoğluna ve ahlak kurallarına bel bağlanmamalıdır. sonuçta insanoğlu çiğ süt emmiştir. bu çerçevede, çözüm yolu olarak olası saldırıları caydıracak bir güç dengesine veya dünya polisliğini yapmaya arzulu bir güçler uyumuna (concert of powers) ihtiyaç olduğunu vurgulamışlardır. tabi ki realizmin bu hakimiyeti sonsuza kadar sürmeyecektir. 1950-60'ların eleştiren dünyasından realizm de payını almış ve tahtından feragat etmek durumunda kalmıştır.

    tam bu dönemde, uluslararası ilişkilerin ikinci tartışması, yani gelenekselcilik-davranışsalcılık tartışması doğmuştur. bu tartışmanın ilk tartışmadan ayrılan yanı, ontolojik değil metodolojik iddialara dayanmasıdır. yani, ilk tartışmada realistler ve idealistler zıt kutuplarda olsalar da sonuçta dünyanın nasıl biryer olması gerektiği tartışılmıştır. davranışsalcılar ise, uluslararası ilişkilerin bir bilim olduğunu ve bundan dolayı da yönteminin bilimsel olması gerektiğini söylemiştir. bunlara göre gelenekselciler olarak tanımladıkları realistler ve idealistler bilimsellikten uzaktır. çünkü bilim demek, veri demek, analiz demek, sayılar demek, olasılıklar demekti. bilim neydi? bilim emekti. oysa bu gelenekselciler tabiri caizse sadece tatava yapıyor, uluslararası ilişkilerdeki olguların 'sebeplerini' açıklamaya çalışmıyorlar yalnızca anlamaya çalışıyorlardı. dönemin şartlarını dikkate aldığımızda davranışsalcılara hak vermemek doğru olmaz. sonuçta bilim ve bilimsel yöntem insanoğlunun başını arşa değdirmiş, onu aya kadar çıkarmıştır. o halde eğer ilerleme isteniyorsa bilimsel yöntem tercih edilmeli, veri toplama işlemi ön plana alınmalı, olasılık hesapları yapılmalıdır. gelenekselciler tek bir olguya hapsoldukları için (yani tek bir devleti ya da olayı inceleyip onu anlamaya çalıştıkları için) sistemin tümünü göremezler. oysa davranışsalcılar, edindiği verilerle devletleri ve olayları sınıflandırabilir ve uluslararası ilişkilerde örüntüler yakalayabileceklerini iddia ederler. veriler bilgisayarlara işlenir ve olaslık hesapları ile olaylar önceden tahmin edilebilir. bu yöntem karşımıza oyun teorisi olarak çıkar. öyle ki, 2004 yılında abd'deki bir think tank'de 'el-kaide saldırı düzenleyecek mi?' sorusu üzerine bu yöntemi kullanan uzmanlar 'saldırı düzenlenmeyecek ama örgüt kendisini gösterecek' raporunu sunmuş ve tam da söz konusu tarihte el kaide bir cd yayınlamıştır. oyun teorisinde birkaç modelleme mevcuttur. mahkumun ikilemi, sıfır toplamlı oyun, chicken game, geyik avı bu modellemelerden birkaçıdır. modellerin detayına inmeye gerek görmüyorum.

    davranışsalcılığın bu bakış açısı, sosyal bilimlerin beslendiği felsefi akımların önünü keserek sosyal bilimleri doğa bilimleri ile benzer, kuru bir bilimselliğe itmiş, 'yorumu' ortadan kaldırmıştır. gitgide bir veri fetişizmi hakim olmaya başlamıştır. bu bilimselleştirme tutkusu en nihayetinde davranışsalcılığı siyasetin hizmetine itmiştir. sonuçta istatistikler, sayılara yalan söyletme sanatıdır ve siyaset yalanı sever.

    1980'lere gelindiğinde dünya çapında bir paradigma kayması yaşanmış, herkes herşeyi eleştirir olmuş, tabiri caizse dünyanın çivisi çıkmıştır. artık son tartışma olan pozitivizm-postpozitivizm tartışmasına değinebiliriz. post-pozitivist dönemin ayırıcı özelliği, bilgiyi oluşturma sürecini odak noktasına almasıdır. yani kendinden önceki pozitivist dönemdeki bilgiye olan saf inanç artık eleştirilmeye başlanmıştır. post pozitivist dönemi iki başlık altında inceleyebiliriz. birincisi, eleştirel kuram, yani frankfurt okulu (habermars, ashley) ve gramscici ekol (robert cox). ikincisi ise, post-modern yaklaşımlar. eleştirel kuram, daha sonraki tartışmaların altyapısını oluşturması bakımından diğerinden ayrılmaktadır. verili kavramları sorgulamakla işe başlar. verili kavram dediğimiz şey, devlet, uluslararası sistem, egemenlik gibi öncesi sorgulanmadan teoriye dahil edilen kavramlardır. daha sonra da uluslararası ilişkilerin dayandığı felsefi akımları sorunsallaştırır. bunlar da modernite, rasyonalizm, aydınlanma gibi akımlardır. kısacası, bilimsellik ve bu bilimselliğin ilerlemeyi getireceği inancının doğuş noktası olan kavramlar. peki bunları eleştirerek nereye varıyor? bilgi-iktidar ilişkisine. neticede dediği şey: bilgi, iktidarın uşağıdır. bilimselliğin dini yıktığı doğrudur, ancak şimdi de bilimselliğe olan sarsılmaz inanç dinin yerini almıştır. örneğin, yahudi soykırımı, o günün yüksek teknolojisi kullanılarak, yani aklın, rasyonelliğin ve aydınlanmanın getirdiği modernizm sayesinde gerçekleşmiştir. dolayısıyla bilimsel dogmatizmi aşmak gerekir. bunun yanında, post-pozitivist dönemde artık kavramlar arası sınırlar silinmeye başlamıştır. pozitivist dönemde iç-dış politika ayrımı, sosyal bilimlerde disiplinler arasındaki sınırlar vs. keskinken post-pozitivist dönemde bu sınırların geçirgenliği artmıştır. örneğin imralı sürecinin dış politikadan soyutlanması ve salt iç politika unsuru olarak görülmesi süreci anlamamız açısından yetersizdir. eleştirel kuramın amacı insanı özgürleştirmektir. bilgi-iktidar arasındaki ilişkiyi açığa çıkartarak bu yapıyı yıkmaya ve yerine insanı özgürleştirici yapılar inşa etmeye ihtiyaç duyar (bkz: iletişimsel ussallık).

    post-modernizme gelince, aynen eleştirel kuramda olduğu gibi aklı, aydınlanmayı eleştirir. ancak bunun yerine birşey koymaz. eleştirmek için var olmuştur adeta. yıkar, ama yapmaz. her türlü hiyerarşiye ve iktidar ilişkisine karşı çımıştır. bilginin iktidarın hizmetinde olmasına itiraz eder. gerçekliğin öznel olduğu vurgulanır. yani insanın kendisi dışında bir gerçeklikten söz edilemez. gerçekliği insan yaratır. newton fiziğine ve onun determinizmine başkaldırır. kuantumcudur. hiçbişey kesin değildircidir..

    uluslararası ilişkiler teorilerine dair üç ana tartışmanın özeti bu şekildedir. teorilere ve temsilcilerine bir başka gün bir başka entry'de değineceğiz.
hesabın var mı? giriş yap