• 2017 yılında çıkacak olan, yönetmenliğini roland joffé'nin yapacağı, eric bana, forest whitaker, vince vaughn gibi oyuncuların yer alacağı dram filmi.
  • john michael mcdonagh'ın yöneteceği uyarlama. ralph fiennes, rebecca hall, mark strong ise kadrodan bazı isimler.

    imdb
  • fragmanı gelmiştir.
    baya iyi görünüyor, umarım filmin kendisi de fragmanı kadar iyidir.
  • fragmanında biraz the sheltering sky biraz a bigger splash biraz da babel tadı sezdiğim film. fakat sanırım önce kitabıyla başlamalı. çağırıyor adeta:

    --- spoiler ---

    sunbathing in their deck chairs, the british couple were surprised by the height of the land. on the tops of the mountains stood white antenna masts like lighthouses made of wire, and the mountains had a feltlike greenness that made you want to reach out and touch them. the pillars of hercules had stood near here, where the atlantic rushes into the mediterranean. there are places that are destined to seem like gates. one can't avoid the sensation of being sucked through a portal.
    --- spoiler ---
  • çok sakin ve çok ağır bir film olmuş ancak asla sıkıcı değil. renkleri, açıları izlemesi çok keyifliydi. ralph fiennes abimiz başrolde olmasa hayatta çekilmezdi, oyuncu seçimini yapan kişi/kişiler dünya üzerinde bu rolü oynayabilecek tek kişiyi seçmişler, bravo.

    6/10
  • uzun olmasına rağmen kendini izleten bir film. bence istedikleri felsefi derinliği verememişler. bazı sahneler birbirinden çok kopuk ve alakasız ilerliyor.
    yinde de izlenir.
    notum: 6.5/10
  • zengin amerikalıların fas'a gidip başlarını belaya soktukları bir başka yapım.
    bela filan deyince aksiyon beklentisi oluşmasın festival filmi edasıyla oldukça ağır ilerleyen bir yol hikayesi gibi düşünebilirsiniz.
    beni rahatsız eden 2 durumdan birincisi karakterlerin ve ortamın duygusuz ve ruhsuz oluşu. büyük oyuncuları zaman zaman robotları seyrediyormuşum gibiseyrettim.
    ikincisi ve daha önemlisi ise filmin akıcılığı. öyle kopuk sahneler var ki zaman zaman uzun bir fragman izliyormuşum gibi geldi.
    yine de jessica chastain'in olduğu her yapım nazarımda izlenmeye değerdir. faslı bedevi boşuna karın güzelmiş, benim de bir gün böyle bir ceylanım olacak demedi.
  • şımarık ve ruhsuz ingilizlerin canlandırıldığı film

    benim hoşuma giden sahnelerden biri abdullahın ingilizce konuştuğunu fark ettiği anda ralph fiennesin surat ifadesi

    akıcı başlayıp üzücü biten bir film
  • the forgiven, john michael mcdonagh'nın yönetmenliğini yaptığı 2021 yapımı bir film.
    konusu kısaca, diyettir denebilir. adalet de denebilir belki ama diyet filmin geçtiği coğrafyaya daha uygun düşüyor.

    diyet deyince, çocukluğumuzda bizi sarsan, ömer seyfettin'in hikâyesindeki yürekli ve onurlu koca ali'nin ödediği diyet gibi değil ama bu da, filmin kahramanı david'in merkezinde olduğu, üstelik ondan beklenmeyecek bir diyet hikâyesi.

    londralı david ve jo henninger çifti, fas'ta çölün ortasında arapların kale dediği bir yapıyı modern bir konukevine dönüştüren eşcinsel çiftin çılgın hafta sonu partisine davetlidir. karanlıkta yolu bulmaya çalışırken direksiyondaki david yerli bir çocuğa çarpıp öldürür. bu kadarla kalmaz, araçtan iner, yalnız olduğunu sandığı bu genç çocuğun kimliğini kuma gömerek onu ve yaptığı hatayı yok etmeye çalışır.
    başlangıçta david'in mazeretler ileri sürerek kabullenmediği bu suç, polisin üzerini örtmesine rağmen, kimsenin beklemediği bambaşka bir yöne evrilir.

    orası fas'tır. ölen, ücra bir köyde yaşayan, akşama kadar kumdan zenginlerin çok para ödediği tuhaf fosiller çıkararak bir yabancıya satma umudu taşıyan berberi bir gençtir.
    orada yasaların üzerinde yasalar vardır. ve adalet asla yazılı yasalara bırakılmaz.
    adalet öyle ya da böyle yerine gelir mi, biraz eksik biraz fazla, biraz kısa biraz uzun, tam denk düşmese de olur mu? paul bowles'un fas hakkındaki ünlü romanı the sheltering sky' da sorduğu gibi, "adalet kavramını kim icat etti zaten?"

    gencin babası töreleri gereği çocuğunu öldürenin evlerine gelmesi ve cenazeye katılmasının zorunlu olduğunu söyler.
    david gitmek zorunda değildir. ama gider. sonraları bu davranışı nedeniyle bazıları onun onurlu bir insan olduğunu söyleyecektir. 200 km yol boyunca cenaze arabanın arkasında iken ve evdeki odalardan birinde yalnız geçirdiği o geceden sonra david suçuyla yüzleşir.
    bu sırada çöldeki o kalede david'in karısı jo dahil, dünyanın en dejenere insanları en dejenere partide eğlenmektedir. çalışanlar, ev sahibi ve bazı konuklar david'in bulunduğu yerde elinin parmaklarının kesilip yenmesinden, çok para ödemesine kadar muhtelif senaryolar üretirler.
    oysa, çocuğun babası tek oğlunun katili bu adama nazik davranır, onunla dertleşir ve onu serbest bırakır. ona göre; oğlu driss orada yaşayan her genç gibi umutsuzdur, hayatı boyunca kazıcılık yapmak istemez. yabancıların cömert davrandığını bildiğinden değerli fosili babasından çalar ve gece karanlığında çölde, önüne geçerek arabayı durdurmaya çalışır.
    fazlasını bilmez baba ama david bilir. alkoliktir. karısı ile kavga etmekte ve çok hızlı gitmektedir, durmaz, duramaz..
    konukevine dönüş yolunda tercümana böyle söyler ve suçu tamamen üstlenir.

    filmin afişinde "everything must be faced" yazıyor. bu driss'in babasının sözü ve filmin finalinde de karşımıza çıkıyor.
    bolca slogan, teatral oyunculuklar nedeniyle zaman zaman sıkıcı olabilen lawrence osborne'nun 2012 tarihli aynı adlı kitabından senaryolaştırılmış bu film, ımdb'de ve her yerde vasat bir puana sahip.
    aslında eser, osborne'nun keskin dili kadar keskin gözlem yeteneği nedeniyle, yayımlandığında oldukça beğenilmiş, the economist tarafından yılın en iyileri arasında gösterilmişti.
    film ayrıca, sarı rengin hakim olduğu etkileyici bir görsele ve müzik dahil bolca etnik öğeye de sahip.

    ralph fiennes'ı severim. arada sırada "şimdi ben ne yapıyorum burada" diyormuş hissi veren oyunculuğu ile spectre, maid in manhattan v.s türü deli saçması filmlerde rol almış olsa da, amon goeth, count laszlo de almasy, evgeny onegin, heathcliff , coriolanus, bernard lafferty gibi efsane karakterlere ondan daha iyi hayat verebilecek başka bir oyuncu hayal edemem.
    david ise, yaşının getirdiği tecrübe ile onun için su içmek kadar kolay bir rol.
    jessica chastain, neredeyse her filmindeki tüm o alerjik abartısı nedeniyle iyi oynuyor denebilir mi, emin değilim.
    lakin emin olduğum, fas asıllı iki aktör, said taghmaoui ve ısmael kanater'in harika oyunculuk çıkardıkları.
    filmin kurgusu, görüntü yönetimi bence başarılı. kanımca tek sorun, parti sahneleri ve diğer konuklar.. sevmek isteseniz sevemiyor, nefret etmek isteseniz edemiyorsunuz, o kadar sentetik..

    david ve jo casablanca'da diğerleri ile buluşmak üzere, ev sahipleri önermediği halde, yine gece yola çıkarlar. "yıldırım aynı yere iki kez düşmez denir" değil mi?
    artık tanıdığımız ilk david'e benzemeyen farklı bir david vardır ve bu bir senaryo hatası değildir.
    yaşadığı travmanın üzerine, defin törenine kabul edilmese de, cenaze evindeki o hiç alışık olmadığı samimi acı, kadınların ağıtları, babanın ağır başlı hüznü david'i değiştirmişti. değişmek, yüzleşmek.. ama david dahil, kimseye yetmemişti.
    kaderine doğru yol aldığını biliyordu david ve ona "do it!" derken en az o acıyı yaşayanlar kadar samimiydi.

    "dünya kimseye bir şey vaat etmiyor ve kimse dilediği gibi yaşayamamıştır."
    said taghmaoui'nin canlandırdığı tercüman olarak anılan anouar'ın zihnimizde kalacak sözleridir bunlar..
    the forgiven beklentileri yüksek tutmadan izlenmeyi hak ediyor.
  • 2017 yapımı olan filmi dün izledim. yani başrollerini forest whitaker , eric bana ve jeff gum'un paylaştığı film.

    --- spoiler ---

    başpiskopos olan desmond tutu'nun adalet için verdiği çabayı ve eski güvenlik polisi piet blomfeld'i etkileyici bir tavırla yaptıklarını itiraf etmesi için ikna edişini izliyoruz. film'de desmond ve blomfeld'i sahneleri zaten çok keyifli. ancak blomfeld'in zenci bir kızı ve sevgilisini öldürdüğü ve bunu itiraf ettiği ses kaydını mahkemede dinleyen kızın anne morobe'nin blomfeld'in cinayet sırasında yanında olan arkadaşını affettiği sahne çok fazla etkiledi beni."

    --- spoiler ---

    desmond'un kayıp cennet'ten yaptığı alıntıyı buraya bırakmak istedim.

    "zihin istediği yerdedir. kendi içinde cehennemi cennete, cenneti cehenneme dönüştürebilir"
hesabın var mı? giriş yap