• 14.12.2007 yani 2. günü kaçırılmaması gereken sempozyum.
  • hakkında kapsamlı bir yorum yapabilmek için ikinci gününe de katılmış olmanın gerektiği sempozyumdur.

    2. günde program daha yoğundu yani daha fazla konuşmacı vardı.

    özellikle selim ileri, cevat çapan, hayati asılyazıcı ve halit refiğ'in konuşmacı oldukları oturum, sempozyumu oğuz atay hakkında yapılan tek kişilik sunumlar bütünü olmaktan çıkardı. jale parla'nın metni düşündürücü ve ilginç olduğu kadar sıkıcılıktan uzaktı. murat belge her hangi bir metne bağlı kalmadan oğuz atay'ın edebiyatçı kimliğini yerellik evrensellik bağlamında tartıştı.

    sempozyumda genel olarak oğuz atay'ın değeri geç anlaşılmış edebiyatçılardan olduğundan dem vuruldu. belki de oğuz atay aramızdan vaktinden çok erken ayrıldığı için geç anlaşılmış sayılan bir edebiyatçıdır. şu anda yaşıyor olup da onun için toplanan bugünkü kalabalığı görmüş olsaydı hala anlaşılamamış olmaktan şikayetçi olacağını sanmam.
  • handan inci ve msu, türk dili ve edebiyatı bölümünün ev sahipliğinde yapılan sempozyum.

    sabahki oturumlarda sibel ırzık'ın , " ya eşya bir gün delirirse": oğuz atay'ın öykülerinde gündelik yaşam" adlı bildirisinde eşya ve bilinç arasında kurduğu bağıntı ve fatih özgüven'in " unutulan" da kullandığı sinema ve edebiyat ilişkisi dikkat çekiciydi. cevat çapan'ın yönettiği oturum oğuz atay'ı tanıyanların, bizzat dostu olanların nazarından onu anlatması bakımından bulunmaz fırsatlardandı. özellikle halit refiğ'in ve cevat çapan'ın konuşmaları onun hakkında önemli ipuçları veren anekdotlardandı; nüktedan halleriyle de herkesin çehresinde minik bir tebessüm yarattılar. herhalde sempozyumun hüzünlü anlarından bahsetmek gerekirse selim ileriden dem vurmak gerek. günah çıkartırcasına, gözlerinin dolmasını engelleyemediği, medeni cesaretinden dolayı takdiri hak eden konuşmasının en etkileyici olan kısmı da kendisini kastederek " oğuz atay ölüm döşeğinde bile bir hıyarı affedebilecek kadar büyük bir adamdı" deyişiydi. bir hesaplaşma anıydı selim ileri için...
    jale parla'nın metni her zamanki gibi görünmeyenleri gösteren bakış açısıyla oldukça ilgiçti. "itiraf" ile "itiraz" arasında salınan tonun yazarın eserlerindeki mektup ve dilekçe örneklerindeki yankısına dikkat çekti. murat belge hiçbir metne bağlı kalmadan oğuz atay'ın eserlerindeki yerel lezzetden bahsederken , selim ışık'ın nasıl bir isa mitosuna dönüşünü anlattı .tabii samimi tavrıyla arada verdiği ince ayarlar, ironik üslubu ve o yürüyüşüyle her zamanki murat belgeydi. oturumu yöneten ismin nurdan gürbilek oluşu dikkati celb eden hususlardandı.

    murathan mungan'ın mektubu, artık bitsin dedirten anlardandı ki orijinal pek bir şey yoktu. neden o kadar uzatmış pek anlayamasam da emeğe saygı açısından yorumsuz bırakmak gerek.

    oğuz atay'ın da tıpkı tanpınar, yusuf atılgan ve bazı anlaşılamamış ve vakti zamanında hak ettiği ilgiyi görememiş yazarlar gibi öldükten sonra anlaşılan değerinden dem vurulurken öte yandan da onunla en özel anıları paylaşmış kişilerden nakledilen anekdotlar bakımından önemliydi ancak #11989968 bahsi geçen ve " bazılarına" üzülerek katıldığım talihsiz eleştiriler de olmasaydı..
  • cok basarılı bir anma organizasyonu.

    bir bilim adamının romanının önsözünde, bu kitabın yazılmasını ne kadar arzulamış olsa da ortaya cıkan sonuctan o kadar da memnun olmadığını ifade eden cahit arf edasıyla eleştirmeden önce bir düşünelim derim: türkiye'de edebiyat alanında yetkin akademisyenleri ve yazarların dostlarını bir araya getirerek eserleri ve kişiliği bağlamında iki günü bir yazarı anmaya ayıran kaç tane benzer organizasyon yapıldı/yapılıyor? pek fazla olmasa gerek..

    bence sempozyumla ilgili eleştirilecek bir şey varsa o da zamanı iyi kullanamayan bazı konuşmacılardır.. özellikle ikinci günde... dogan hızlan,hilmi yavuz, orhan koçak gibi konuşmacıların katılamaması ve vusat o bener ile yapılmış söyleşinin yayınlanamaması nedeniyle kendilerine ekstra zaman yaratılan konuşmacılar yine de programın sarkmasına neden olacak şekilde uzun konuştular. hele ki hayati asilyazici ve orhan şahinlerin uzadıkça uzayan ve yer yer oğuz atay üzerinden kendilerinden bahsettikleri konuşmaları salonda çekingen oflamalara neden oldu. bir de bence konusmacılari takdim ederken en fazla birer ansiklopedi maddesi kadar ilgi cekici olan uzun özgecmis bilgileri gereksizdi. ironi: oguz atay'in aslinda bu tür ansiklopedik bilgi formatıyla arasının pek de iyi olmadığını, ince bir şekilde, nurdan gürbilek hatırlattı.

    long term memorye taşınması en muhtemel anlar: sadık yalsızucanların birikimini yerli yerinde alıntılarla ortaya serdigi bol göndermeli konusması, cevat capan'ın oguz ataya dair ilginc anektodları, halit refigin okudugu mektup, oguz atay kitaplarının kapagını yapmış ümit kıvançin turkiye nin ruhuna bir örnek teşkil eden machintoscu hikayesi, jale parla ve murat belge'nin konusmalari ve murathan munganın sesine, cümlelerine sinen o çok şair tavırları, fatih özgüvenin seslendirme sanatcısı kıvamındaki ses tonu ve yakup kadri ile oguz atay arasında kurdugu baglantı ve son olarak gecmisi ile yuzlesmekten cekinmeyen -abartma payımı saklı tutarak- oguz atayin marcus junius brutusu selim ilerinin nemli gozleri..
  • herkese albayım diye hitap ve bana olric demeyenlere teessüf etmek isteyecek kadar oğuz atay dolduğum;
    oditoryumu hiç görmediğim kadar dolduran kalabalıkla "aynı nedenden sağ kalmışız; rastlantıya bakınız" misali bir kandaşlık taşıdığıma -bir an için olsun- inandığım;
    mungan'ın o uzun, mel'un ve hiç bir manidar tasvir, hiç bir yeni tesbit taşımayan mektubuyla noktalanmasa daha iyi hatırlanacağını sandığım;
    handan hanımın incisini daha bir parıldatan sempozyum...

    ayrıca (bkz: #11997787)
    (bkz: #11997658)
  • bir "perşembe" günü başlamış 2 günlük sempozyum. hatasıyla, heyecanıyla geçti bitti.
    günlükten derlenen bir "performans" ile başladı. konuşmacılar, genelde "bildiri" hazırlayıp geldiler ve onları okudular. sanırız, bu bildiriler sempozyum kitabına da alınacak. ama daha interaktif ve doğaçlama konuşmalar izleyici gözü ile beni daha mutlu ederdi.

    ilk günkü sunumlardan dikkat çeken sadık yalsızuçanlar'ınki idi. yalsızuçanlar, sunumunu doğru alıntılarla süslediğinden, yaptığı çözümlemelerde daha kalıcı oldu.

    hazır bir bildiri ile gelmeyen emre ayvaz, "ne evet ne hayır" hikayesinin çözümüyle gayet güzel uğraştı, doğru tespitleri vardı ancak "ne evet ne hayır"ın hangi dönemde yazıldığı konusunda bir söz ettiğini hatırlamıyorum.oğuz atay yazınının sadece "ne evet ne hayır"dan oluşmadığını ıskalayan konuşma yaptı. çünkü sempozyumdaki diğer konuşmalardan anladık ki, "ne evet ne hayır" hikayesi atay'ın "okursuz" kalması sonrası düştüğü tereddütler sonrası "mektup" hikayeleri ile birlikte "okuyucu"ya ulaşmak adına attığı bir adım olabilirdi.

    ümit kıvanç , dönemin "sosyalist" gençliğinin bireyi ıskalamasından hareketle,(80 sonrası) "eğer bir şeyleri değiştireceksek "birey"in iç dünyasından başlamamız gerektiğini oğuz atay'dan öğrendik" tespiti üzerinden yararlı bir sunum yaptı.

    bence tüm sempozyumun en verimli sunumu ise ilk gün elif şafak tarafından gerçekleştirildi. daha doğrusu bir "konuşma" idi. şafak, "oğuz atay'ın çocukları" adını verdiği konuşmasında, günümüz yazarlarına atay'dan kalan "genler" üzerinde durdu,atay "alay"ını irdeledi, atay heykelleştirilmesi uyarısı yaptı. en "ilginç" çözümleme de yine elif şafak'tan geldi, kendisi tutunayamanlar'dan tasavvufi bir anlam çıkarmış, "herşeyin akılla ulaşılmadığı"na dair, heralde bu da dinleyicilere ironik bir atay gülümsemesi hediye etmek istemesindendi.

    yanaklarından sıkılası bir şeker olan sevda şener hanımefendi ise, "oyunlarla yaşayanlar" üzerine fazlasıyla iyimser bir konuşma yaptı.

    2. gün daha çok atay'ın yakın çevresinden kişilerin katıldığı oturumlar yapıldı.(halit refiğ, hayati asilyazıcı, cevat çapan ) özel ayrıntıları pek çok atay okuyucusu zaten biliyor artık, ama bir kez daha birinci ağızdan günlük hayattaki oğuz atay üzerine bilgileri dinleme fırsatı bulduk.halit refiğ bir oğuz atay mektubu okudu,hayati asilyazıcı "türkiyede oyunlarla yaşayanları oynatacak yönetmen yok" dedi. selim ileri, atay ile olan dostluğunu bir magazin yazısı ile bozduğunu ve atay'ın kendisine alındığından bahsetti.duygulandı. atay'ın halit refiğ'e yazdığı mektupları geçen senelerde okuduğunda ise kendisini affettiğini öğrenmiş. "ölüm döşeğinde benim gibi bir hıyarı affetmesi" derken de ağladı..

    doğal olarak en verimli teknik konuşmanın mevzunun üstadı olduğundan jale parla tarafından yapıldığı söylenebilir. ancak nurdan gürbilek , sadece oturum yöneticiliği yaptı ve örneğin atay'ın kendi sözlerine rağmen savunduğu "mizahının öfkeden beslenmediği" görüşüyle ilgili harika bir sunum yapabilirdi..

    2. gün, benim için sürpriz bir sunum yüksek lisans öğrencisi arzu aygün tarafından yapıldı. kendisi, hasip akgül'ün yarım bıraktığı "homo ludens" üzerinde durdu ve yararlı bir sunum gerçekleştirdi. atay karakterlerindeki homo ludens'i didikledi.

    murat belge, tutunamayanlar'ın yabancı dillere çevrilebilirliği üzerinde durdu. yine "ingilizce yazsaydı bir nabokov kadar tanınmıştı şimdi" deyip heyecanlandırdı dinleyenleri..

    rahatsızlığı nedeniyle gelemeyen orhan koçak 'ın bildirisi de mahmut temizyürek tarafından okundu,bildiri, sadık yalsızuçanlar'ın değindiği şeylere yakın genel olarak "tehlikeli oyunlar" ile alakadardı.

    yanı sıra başka konuşmacılar değerli katkılarını sundular.tahta at çözümlemeleri yapıldı, turgut özben incelendi, "üçüncü şey" sorgulandı,"unutulan"daki atay'ın tek kadın karakteri düşünüldü (fatih özgüven), atay-kant ilişkisi bile ışık hızıyla masaya yatırıldı (suna ertuğrul)

    eksiklikler,hatalar "dışarıdan" bakanlar için elbette çoktur. ama bu 2 güzel günü bizlere yaşatan handan inci, elif türker ,özge şahin ve diğer değerli yetkililere yürekten teşekkür ederim buradan.

    onun hakkında konuşmak evet zor, ama onun hakkında konuşanları eleştirmek de çok kolay.. bu tuzağa düşmemek gerek.. bir tek handan inci'nin açılış konuşmasında hatırladığı gibi zaten günlerden "perşembe" idi. bir ironi ile başlamıştı her şey. atay hakkında resmi resmi konuşulmasından,teknik tahliller yapılmasından hoşlanmazdı diyen olursa kendisine atay'ı biraz daha tanımasını salık veririm, atay'ı selim ışık ile karıştırmadan..

    atay'ın turgut özben ile kıyaslanmasına kızdığını -ki çok kibar biri olduğu halde- romanları okunmuyor diye üzülen,sipariş eserlerle ilgilenmek zorunda kalan, yazı tarzını değiştirmek durumunda kalan, sırf okunabilmek için, "bir bilim adamının romanı ile başladığım yeni şeyler vardı halbuki" diyen ve tekrar tekrar hayal kırıklığına uğrayan bir yazar olduğunu..elitist bir tavrının hiç olmadığını..en son artık "belki önemsenecek bir şey yapmadım" dediğini..

    handan inci'nin yine açılış konuşmasında "akademisyen kimliğim üstün geldi" dediği gibi onun hakkında konuşmak..zorundayız..ama ne konuşmalıyız? bence mesele bu idi. sempozyumda 2 gün boyunca tam olarak "doğru" şeylerin(üçüncü şey?) konuşulduğundan emin değilim.

    "küçük burjuva dünyasını eleştiren yazar...inebolu'da doğdu, babası ağır ceza reisi.." ni aşmak gerekmekte artık.. direkt olarak metinleri konuşulmalı..bir metin ortaya konulmalı ve herkes ondan konuşmalı..çözümlemeler yapılmalı..birileri itiraz etmeli,güçlü olan onu dövmeli..sonra kahve arasında gidip ondan özür dilemeli..gibi..

    daha çok alıntı görmek isterdik..en azından sıkıldığımız konuşmalarda oraya bakardık..çünkü, bir alıntı, belki zamanında gözümüzden kaçmış bir yer olacaktı. bakıp heyecanlanacaktık..aslında kitap dağıtılması zor olurdu ama alıntı dağıtılabilinirdi belki.

    atay'ın resim sevdiğini biliyoruz..mesela, bazı sanatçılara atay metinlerini okutarak turgut'u, selim'i,hikmet'i, albay'ı çizmelerini isteyebilirdik..karikatürler olabilirdi..bunlar segilenebilirdi.. (kahve kuyruğunu azaltabilirdi bu)

    tabii genel olarak da seyirci sorularının alındığı daha katılımcı bir oturum olabilirdi, ama heralde konuşmacılarının bile kısıtlı sürede konuşmak durumunda olduğu bir ortamda bunu istemek hayalcilik olur. yine de bu durumun bir şekilde aşılabileceğini düşünüyor idim. mesela, izleyici mektupları alınıp bunlardan seçilenlerin sempozyum kitabına alınabilmesi gibi..

    yanı sıra oyunlarla yaşayanlar uyarlaması üzerinde konuşulmalı.bir kere bu oyunun murathan mungan'ın da dediği gibi "en zayıf halka" olduğu kabullenilmeli.(tiyatro kuramından haberdar değilim,izleyici gözüyle konuşuyorum) atay da günlüğünde "eksik" bulduğunu söylüyor zaten..

    bu noktada atay eserlerinin yasal mirasçılarının tutumu irdelenmeli "okur" katılımıyla bu şekillenmeli. örneğin bir tiyatro oyunununda atay'ın her biri birer oyun özellikle de tehlikeli oyun olan metinlerinin tiyatro oyununa uyarlanması için çalışmalar,yarışmalar düzenlenmeli.. bunlara kızanlar olacak ama sinema da söz konusu olabilir..

    unutulmamalı ki, bir yönetmen ağabeyin dediği gibi, şekspir'in oyununu kötü uyarlarsanız kendi abukluğunuzu gösterirsiniz..aynı şekilde atay metni üzerinden bir şeyler,uyarlamalar yaparsanız ve abuklaşırsanız bu sizin sorumluluğunuzdur, oğuz atay'ın değil..oğuz atay birbirinden farklı dünya görüşleri olan, farklı dinamiklerden beslenen, farklı kitlelerin yazarıdır artık. saklamak,sakınmak anlamsızdır..bilinci özgürleştirmiş,oyunbozanlık yapmış atay'ı kutsallaştırmak yanlıştır. kutsallaştırılmasının önüne de serbestlikle geçilir.

    yani artık atay'ın bir oyunun murathan mungan'ın anlattığı gibi "bu adamın romanları da varmış" diyen bir rejisör tarafından uyarlanması gibi bir durum olamaz. kimse merak etmesin.

    ve keşke baştaki günlükten derlenen "performans" gösterisi gibi tehlikeli oyunlardan, tutunamayanlardan derlenen 2 kişilik sahneler de canlandırılsaydı..ne kadar güzel olurdu..

    tekrar düzenleyicilere ve şarap içmek için kola içilmesini zorunlu kılan görevli abiye buradan teşekkür ederim.

    orhan koçak'ın bildirisi okunurken oğuz atay'ın kızının kalabalığa heyecanla bakışını umarım her şeyin fotoğrafını çeken şirin hanım kızlarımız yakalamıştır..

    ayrıca bu kadar büyük ve hüzünle bakan bir oğuz atay fotoğrafı şahsen benim sempozyuma konsantre olmamı engelledi, daha küçük bizleri göremeyen hatta gözleri kapatılmış bir fotoğraf kullanılsaydı keşke. talat halman bile o fotoğrafın altında ezilip "özür dileriz sevgili oğuz atay" deyip eğildi..

    anlayışına sığınırak elif şafak'ın eşi eyüp cana sesleniyorum şimdi de, hadi elif şafak'ı kaptın yerimi niye kapıyorsun arkadaşım? yeter artık..
  • bu olay için 600 km yol kateden arkadaşlarımın telefondaki heyecanlı sesleri bile organizasyonun amacına ulaştığını gösteriyor.
  • keşke sempozyum kayıtları youtube'a yüklense dediğimdir. bir yangında kül olması mı bekleniyor acaba?
hesabın var mı? giriş yap