• 14. yüzyılda yaşamış türk kökenli delhi* sultanı. orta çağ'ın en kafasız hükümdarlarından biridir.

    sultanlığı sırasında, ortada hiç bir sebep yokken ülkesinin başkentini, içindekilerle beraber taşımaya karar verir. bunun için bütün başkent nüfusu tası tarağı toplayıp 1500km ötedeki yeni bölgeye zorla göç ettirilir. yeni şehre varıldıktan sonra ise sultan birden fikrini değiştirip bu defa aynen herkese geri dönmelerini emreder. halkın kimisi döner, kimisi kaçar, kimisi yolda ölür falan derken görkemli başkent delhi, yıkık dökük bir hayalet şehre dönüşür.

    dünyada tek akıllıyı kendisi zanneden sultanın bir başka vakası da ülke ekonomisini kalkındırmak için bulduğu dahiyane plandır. buna göre sultan, kendi adına bastırdığı bronz ve bakır paraların gümüş parayla eşit değerde sayılmasını emreder. bronz ve bakır sikkeleri kopyalamak çok ucuz ve kolay olduğundan ülke gümüşe eşdeğer sahte parayla dolar ve neticede hiper-enflasyon gerçekleşir.

    haliyle hazine boşalır. sultan, devlet arazilerini borç karşılığı toprak ağalarına dağıtmak mecburiyetinde kalır. bu borçlar ödenemediği için üstüne bir de bu ağalar ayaklanırlar. bu ve benzeri sebeplerden çıkan sayısız isyandan birini bastırırken hayatını kaybeden sultan, pasparlak teslim almış olduğu ülkeyi karmaşa içerisinde yeğeni firuz şah'a teslim etmiştir.
  • delhi'de insandan kedi, köpeğe kadar hiçbir canlı bırakmadıktan sonra sarayın damına çıkıp delhi'ye karşı "şimdi içim rahat ve öfkem yatıştı." dediği rivayet edilir. bu cümle uydurma olmayıp sarayında yedi yıl yaşayan ibni batuta tarafından aktarılmıştır.
    canetti'ye göre içi rahattır çünkü gözünün görebildiği yerde kendisine karşı çıkabilecek tek insan kalmamıştır.
  • bende de elias canetti'nin kitle ve iktidar'ı içinde çok ilgi çekici olan bir bölümden alıntıları olan iktidar kişisi. pek çok bakımdan canetti'nin speer'e göre hitler* makalesindeki kişiliği dolayısıyla adolf hitler'i andıran, iktidar sahibinin ölüseverliğiyle, ihtişam manyaklığıyla bezeli bir yaşamı ve personası olmuşa benziyor.

    • muhammed tuğluk, zamanının en kültürlü prensiydi... stilinde olduğu gibi hat sanatında da en başarılı profesörlerini geride bıraktı. kayda değer bir düş gücü vardı ve mecaz kullanımında mahirdi... matematik, fizik, mantık ve yunan felsefesi onu eşit derecede büyülüyordu... sultan dindardı, dininin kuralarına sıkı sıkıya bağlıydı ve şaraptan kaçınırdı... savaşta inisiyatifi ve cesaretiyle dikkat çekerdi... sultanın doğasının karmaşıklığına dikkat çekmek gerekir...

    • sultanın tebaasına hiddet duymasının nedeni uzun süre hüküm sürmüş olması değildi. (delhi’yi boşaltma emri hükümdarlığının ikinci yılında verildi.) aralarında en başından beri var olan gerilim zamanla büyüdü... muhammed’in babası tuğluk şah, yalnızca dört yıl hüküm sürmüşken bir kazada yaşamını yitirdi; gerçekte nasıl öldüğünü sırrı paylaşan birkaç kişiden başka hiç kimse bilmese de kuşku duymamak olanaksızdır. eski sultan bir seferden döndükten sonra oğluna bir köşk yaptırmasını emretti. köşk üç gün içinde her zamanki gibi ahşaptan yapıldı, ama öyle yapıldı ki belirli bir noktadan itilince hemen çökebilirdi. sultan, yanında genç ve gözde oğluyla köşke yerleşince muhammed bir fil geçit töreni yapılması için izin istedi. bu izin verildi ve filler öyle biçimde yürütüldü ki ahşap yapının altından geçerken o duyarlı noktadan yapıyı ittiler. köşk çöktü ve sultanla en sevdiği oğluna mezar oldu... hükümdarlığının en başından itibaren babasının katili olmasından kuşkulanıldı.

    • dünyanın fethi, muazzam ordular, böyle ordular da daha çok, daha çok para gerektiriyordu. muhammed’in varidatının çok büyük olduğu doğruydu. uyruğu olan hindu krallarının vergileri her taraftan akıyordu ve babasından, başka şeylerin yanı sıra, dökme altın kütlesiyle dolu bir depo miras kalmıştı. ama bütün bunlara karşın, kısa sürede parasız kaldı ve tipik biçimde bu eksikliği bir hamlede giderecek bir yöntem aradı. çinlilerin kağıt parası olduğunu duymuştu ve benzer bir şeyi bakırla yapma fikrini edindi. değerleri keyfi biçimde gümüş paralara göre belirlenmiş çok miktarda bakır paraları vardı ve altın ve gümüş yerine bunların kullanılmasını emretti. kısa süre sonra her şey bakır karşılığı alınıp satılmaya başlandı. bu kararı yüzünden her hindu’nun evi özel bir darphane haline geldi; her eyalette milyonlarca bakır para yapıldı ve insanlar bunlarla vergilerini ödeyip at ve benzeri şeyler aldılar. prensler, köy şefleri ve toprak sahipleri bu bakır para sayesinde zenginleştiler ve devlet yoksullaştı. kısa süre sonra paranın değeri hızla düştü, bu arada çok nadir oldukları için eski paraların değeri dört, beş kat arttı. sonunda bakır paralar çakıl taşlarından daha değersiz hale geldi. insanlar mallarını ellerinde tuttuklarından ticaret durakladı. sultan emrinin sonuçlarını fark edince büyük bir öfkeyle uygulamayı durdurdu ve bütün bakırın hazineye getirilmesini, orada eski türden parayla değiştirilmesini emretti. böylece her yerden, binlerce insanın hor görerek attığı bakır her köşeden çıkarıldı ve karşılığında altın ve gümüş verilerek hazineye toplandı. tuğlukabad’da bakır dağları oluştu; hazine büyük ölçüde para kaybetti ve para kıtlığı vahim hale geldi. sultan bakırın hazineye neye mal olduğunu kavrar kavramaz, tebaasına daha da hiddetlendi.

    • para bulmanın bir başka yolu vergilendirmeydi. kendisinden önceki yöneticilerin döneminde vergiler zaten yüksekti; şimdi daha da yükseltilip amansız bir zulümle toplandı. köylüler meteliksiz kaldılar. toprak sahibi olan her hindu toprağını bıraktı ve küçük büyük gruplar halinde her yerde bulunan asilere katılmak için vahşi ormana kaçtı. topraklar işlenmeden kaldı; giderek daha az tahıl yetişti; merkezi eyaletlerdeki açlık özellikle uzun bir kuraklıktan sonra imparatorluğun her yerine yayıldı. bu kuraklık yıllarca sürdü, aileler parçalandı, kentlilerin tamamı açlıktan öldü ve binlerce insan yok oldu. imparatorluğun kaderindeki gerçek değişimi ortaya çıkaran belki de bu açlıktı. isyanlar sıklaştı ve eyaletler peş peşe delhi’den koptular. muhammed sürekli taşradaki isyanları bastırıyordu. zulmü arttı...

    • muhammed yaptığı zulüm yüzünden hiçbir vicdan azabı duymuyordu; aldığı bütün önlemlerin meşru olduğuna kesinlikle inanmıştı...

    • ...tarihçi ziyaeddin barani’yle yaptığı aydınlatıcı bir konuşma vardır: “...kralların hangi koşullarda idam cezası uyguladıklarına dair bir şeye rastladın mı?”
    barani yanıt verirken, idam cezasına yedi koşulda izin verilebileceği kanısında olan yüksek bir islam otoritesinden alıntı yaptı. yoksa idam cezası rahatsızlık, sıkıntı ve ayaklanma doğuruyor ve ülkeye zarar veriyordu. bu yedi koşul şunlardı:

    gerçek din değiştirme; kasıtlı cinayet; evli bir erkeğin başka bir erkeğin karısıyla zinası; krala suikast; isyana önderlik; kralın düşmanlarıyla işbirliği ve onlara bilgi aktarma; devlete zarar verebilecek itaatsizlik, ama başka hiçbir itaatsizlik değil. peygamberin kendisi bu yedi suçlamadan ilk üçünü mahkum etmişti. diğer dört suçun cezalandırılması, daha çok bir siyasa ve iyi yönetim sorunuydu...

    • ...mısır’daki halifeyle görüşmeler yaptı, özel görevliler gitti geldi; halifeye yazdığı mektuplar öylesine yontulmamış iltifatlar içeriyordu ki yazışmaları yaparken bunlara epey alışmış olan barani bile bunları tekrarlayamıyordu... paralarının üstünden kendi adını çıkarıp yerine, islam’ın en yüce yöneticisi olarak gördüğü halifeninkini koydurmuştu... halife tarafından kutsanmamış bütün öncüllerinin adı hutbe duasından çıkarıldı ve otoriteleri geriye dönük olarak geçersiz ilan edildi. halifenin adı azametli binalara kazındı ve yanında başka hiçbir ismin bulunmasına izin verilmedi. yıllarca süren karşılıklı yazışmalardan sonra, mısır’dan içinde muhammed’in resmen halifenin hindistan vekili olduğunu belirten ciddi bir belge geldi. bu belge muhammed’e o kadar haz verdi ki saray şairlerine bu belgeyi mahirane biçimde şiire dönüştürttü.

    • muhammed’in sertliği başarısızlıklarıyla arttı, diğer bütün açılardan sonuna kadar aynı kaldı. bir katilin elinden ölmedi. yirmialtı yıl hüküm sürdükten sonra, bir cezalandırma seferinde yakalandığı hummadan öldü.

    ek: çok güzel bir paralel metin james joyce'un nevzat erkmen çevirisi ulysses'inde karşımıza çıkar. (bkz: ulysses/@ibisile).
  • enteresan bir adammış. manyak herif.

    "muhammet tuğluk'un zihni dört tür kitleyle doluydu: ordusu, hazînesi, cesetleri ve sarayı (ve onunla birlikte kenti). bu kitlelerle durmaksızın oynadı ama birini ancak diğeri pahasına artırmayı başarabildi. devasa ordular geliştirdi ama bunu yaparken hâzinesini tüketti. başkentinin bütün nüfusunu kovdu ve birdenbire kendisini geniş bir kentte yalnız buldu, sarayının çatısından boş büyük kenti incelerken öfkesi yatıştı. hayatta kalan olma sevincinin tam olarak tadına vardı.
    ne yaparsa yapsın, her zaman korumayı başardığı bir kitle vardı. hiçbir koşulda öldürmekten vazgeçmedi. bütün tutsakları her gün önüne getiriliyordu: idam adayları onun en değerli mülküydüler. saltanatının yirmi altı yılı boyunca açlık ve vebanın yardımıyla, imparatorluğunun her eyaletinde ceset yığınları yükseldi. bunun sonucundaki gelir kaybı kesinlikle canını sıktı; ama kurbanlarının sayısı arttığı sürece, gelir kaybı kendine güvenini ciddi bir biçimde sarsamazdı." elias canetti - kitle ve iktidar *

    böyle ruh hastalarını en baştan ya da hiç olmadı iyice kök salmadan önleyen sistemi bulunmayan her ülke mahvolmaya adaydır.
hesabın var mı? giriş yap