8 entry daha
  • gece ve işeme:
    ailemizin 3 kuşak erkeği de aynı faullü noktadan sik sallandırarak işerdik. tabii özellikle geceleri.. yoksa işediğimiz yönün karşı yamacında komşu evi vardı, teşhirciliğe girerdi. birinci dedem, ikinci babam, üçüncü ben. benim kuşaktan mustafa'nın aynı şansı oldu mu, gelenek sürdü mü bilmiyorum, o bana göre 5 yıl rötarlı. işeme üssümüz ırbık ve güğümlerin toplu konduğu köşenin kenarındaki trabzanlar. yani tahta perde, ki boyu anca erişkin adam dizini geçer, belini bulmaz. o güvensizlikte bir tahta perde biz çocukları nasıl atlamaktan, düşmekten korudu bilmem. güğümlüğün yanı olmasıyla işeme köşesi resmen suç mahalli gibiydi. fikri kötü. nasıl bu kadar eksantrik ve kuralsız olunabilir? dedem yani aile liderimiz bize zaten evin doğu duvarına eklemli hamamlıkta (tuvalet deliği hamamlığın içindeydi) işeme sıçma izni vermezdi. oralar sadece misafir kullanımı içindi. belki kendine de yasak, bilmem. bir yalağa, fosseptik depoya gitmiyordu tuvaletimiz, tahta zemindeki delikten gene yeryüzüne, hatta bahçe sulama arkının üstüne uçarak konuyordu. orası belki binde bir kaçak olarak, bir de ishal olunca zorunluktan kullanılabilirdi. aslında düşünüyorum da, işemek için oraya gitmek gerekliymiş, işemek bok kadar fena ev çevresi kokusu yapmazdı, bizim yaptığımız yer daha üstün ve kokusuz yer değildi.

    işin o yanına gelince.. bok gereksinimi için dedem de dahil ev ahalisi ev dışına gidiyordu. ama ev dışında uzun süreler belirli bir tuvalet olmadı biliyorum. (bizim eve ruhsat verilmemeliymiş.) büyük bok* için aşağıdaki bahçeye veya evin üst yanındaki tarlaya gidilebilirdi. taharet için yanında bir litrelik bir silindir tarım ilacı tenekesiyle. burada sıçmaya gitmekte sorun yok, sorun öcü korkusuydu. zaten belli bir karanlık korkusu var, bir de gece gece sıçmam gerekirse, karanlıktan geri eve nasıl dönülecek? öcüler hemen arkamda ve nefesleri ensemde ya... neye benzediklerini bilmezdim, benim için önemli olan kaçılmaz bir yakınlıkta pusuya yatmış* oldukları inancıydı. kaçma yararsızlığı çok özel bir gerginlikle ne yavaş ne hızlı olan bir tempoyla eve geri dönmeyi gerektirir. hızlı gidersem hemen arkamdan enseleyebilirler*. aşırı yavaş yürürsem kucaklarında kalmış, davet etmiş olurum. bunun kısmi çözümü evimizin önündeki kapalı sınırlı üstü açık ağılda yataduran keçilerimiz olurdu. gizli nefes nefeselikte eve zıplarken keçilerin arasında gözüme bir keçi kestirir, derhal ona muhabbetle sarılırdım ki, tırnaklarını geçirmeye başlamış gibi hissettiğim şeytan/öcü geri çekilsin. nasıl o kesin etkiyi sağlardı? tabii ki boynuna sarıldığım, karnına yattığım keçinin vücut sıcaklığı ve ısının verdiği güven sayesinde. dölyatağı benzeri güveni keçide bulmuş bir çocuk freud hastası. o istasyon, öcünün bir süre bloklanmasını sağlıyor diye deneyimlerdim. sonra bir anlık daha zıplama hamlesiyle eve varabilmişimdir. keçilerde duraklamasam o heyecanla kaçar hıza ulaşırım, öcüler kesin yakalar. yaklaşık 100 keçimizden hepsi dosttur, kurtarıcıdır, sadece harbılı adlı belinde beyaz bir kuşak olan keçimiz her zaman kendi namına korkutucudur. o keçi yakınlardaysa dip kapıya ulaşmak yetmez, bir de peşimden harbılı gelip tos vurmasın diye kapıyı kapatmak gerekir.

    nefes nefese, bu seferki öcüden kurtuldum heyecanı ve yorgunluğuyla evin dede nine odasına dalıveririm. benim gece ve öcü korkumu anam babam ne ölçüde bilirdi bilmiyorum. babam fakındaydı galiba. söylediğimi sanmıyorum. kendi başımaydım. cesaretle çözmüş, üstüne gitmiş değilim, tek kendi başıma çilemi çekerek gevşeme zamanını bekleyebilmişim. sonraya ürkü anısı olarak tutmuşum.

    her korktuğumuzda ölüyor, sevindiğimizde diriliyoruz; acı ve pişmanlıkta cehenneme inip iyilik ve doyumda cennete girip geliyoruz. karanlık korkusu mesela ölüm korkumuz, sabah isteksizliklerimiz yaşam korkusu oluyor. korktuğumuzu arzuluyor, arzularımızdan da korkuyoruz, o da ayrı muamma.

    (ilk giri tarihi: 13.8.2019)
hesabın var mı? giriş yap