• türkiye'de genellikle özel fransiz liseleri (st.joseph, st. benoit, vs.) mezunlarinin okudugu, bitirince genelde tercüman yada fransizca hocasi olunan, egitimi, tercüme, gramer ve edebiyat üzerine kurulu bir bölüm. bu bölüm fransa'nin kendisinde ise "lettres modernes" adi ile yer alir, ve türkiye'dekine göre çok daha zordur, çünkü: 1) kusursuz bir fransizca ile yazmak gerekir, fransizlarin çogu ise imla ve gramer yanli$i yaptiklari için çakar 2)fransiz edebiyatini ayrintilari ile bilmek $arttir, voltaire'i, flaubert'i, beaudelaire'i bütün eserleriyle okumu$ olmak, birde adamin hayat hikayelerini falan da bilmek lazimdir. dolayisiyla sadece fransizcayi a$kla sevenlerin ba$arabilecegi bir bölümdür. eger üniversite okumakta amaç, (lise mezunlari i$ bulamadiklari için) sadece herhangi bir meslege sahip olup ta gelecegi kurtarmaksa, o zaman urdu dili ve edebiyati okumak ku$kusuz ki daha hayirli olacaktir.
  • (bkz: french kiss)
  • bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete diyerek girdiğim bolum.hic fransızca bilmemekle birlikte cok fazla hayalimin olması da cabası sanırım.*
  • lise yıllarımda hayalini kurmaktan helak olduğum, bu bölümde okumazsam ölürüm dediğim, babalar gibi sınav sonuç puanıma rağmen (ki bunun hikayesi #9234519 nolu enrty'de detaylı olarak açıklanmıştır) ilk ve tek tercih yaptığım için girdiğim; yıllar evvel de bitirdiğim bölüm. öğrenciliğin son yıllarında tam da işin raconunu öğrenmişken (racon konusu için (bkz: #8867600) ) çabucak bitivermişti.
    hayallerim de okulla beraber bitivermişti.

    ee şimdi okul bitti, biz ne olduk? bölümün bi adı da filoloji, fransız filolojisi. bakıyoruz diplomaya, falanca fakülte filanca bölümü bitirmiştir diyo. ne olduk şimdi? hani havalı bi avukat, doktor, mühendis vs. yazmıyor. hepsini geçtim, yahu "filolog" bile yazmıyo. (hoş yazsa nasıl anlatacaz millete, geyiğin bini bir para zaten, "siz şimdi filolog yani fil uzmanı mı oldunuz?" diyenlere tıslayarak cevap veriyoruz.
    ha, var bi formasyonumuz, hasbelkader pedagojik formasyon da almışız, fransızca öğretmeni olmuşuz, istesek yani avoiretre dı bu temel fiillerin çekimlerini öğretebiliriz meraklısına.
    -fransıcada ne kadar kural varsa o kadar da kural dışı konu var, bunları hep beraber öğrenecez arkadaşlar diye ahkam keserek ders anlatabiliriz.

    -bunu yapmayın gramer hatası olur arkadaşlar, diyebiliriz. "ama hocam victor hugo yapmıııış" diyen öğrencilerimize :
    -evladım siz yaparsanız hata olur, o yapınca stil oluyor işte, şeklinde havalı bir cümle kurup yerine oturtabiliriz. (öğrencinin yerine otururken ettiği "stiline mıçayım" küfrünü görmezden gelerek tabi)

    -fransızcada isimler eril ve dişil olmak üzere ikiye ayrılır. bunu anlamanın belli kuralları var, ama kural dışı olanları da ezberleyeceeez, diye gıcıklık yapabiliriz.

    ama bu hayal de bitiyor işte. bitti. okullarda yabancı dil olarak fransızca kalmadı ki. zaman makinasına girip, mütareke yıllarına mı dönsek şimdi...

    derken bodoslama girdiğimiz ve nasıl olup da bu kadar çabuk kabul edildiğimizi anlamadığımız bi kamu kuruluşuna başvurunun on beşinci gün "bisssmiiiill..." diye işe başladık. ortam güzel şefimiz fransız. beş adet daha var bu fransızlardan... her sabah işe geldiğimizde "bonjuuuğğğğ" deyyoz, akşamları eve giderken "bonsuvaağğğğ" deyyoz. mutluyuz. ama iş, toplantılarda tercümanlığa gelince, türk vatandaşlarımızın (amirlerimizin tabi ki, biz daha iki günlük çaylak memur durumlarındayız) lafı eveleye geveleye, dağlardan bayırlardan aşıra taşıra, ağdalı cümleler kurup, her kurulan ağdalı cümlenin ardından "ulan hastayım kendime ne güzel konuşuyom ben ya" havalarına tahammül etmeye gelince; hevesimiz kaçıyor.
    ama yılmak yok. öğreniyoruz. o upuzun ağdalı cümlelerden özet çıkartıp fransızlara işin özünü anlatmada bi nevi ustalık bile kazanıyoz.

    bu arada çerkeş'li miydi, çankırı'lı mıydı şahane bir odacımız var. şive, aksan aynen doğduğu yerin şivesi, doyduğu yer de zaten bozkırın göbeği olduğu için hiç değişmemiş. sevimli bir insan, fransızca öğretiyoruz ona ufak ufak..

    o da artık sabahları korsika kökenli fransız şefimizle fransız fransız selamlaşıyor.
    -hey co! boncur la!
    (korsikalı'nın adı jouve yani "mösyö juv" seslenişteki "co" ordan geliyo. boncur; yorumsuz... la'yı ise ne anlamda alırsanız alın.

    korsikalı türkçe kurslarına gidiyor ve mükemmel türkçe öğreniyor. toplantılara gene bizi sürüklüyor ama. ne olursa olsun fransız milletindeki bu illa da kendi dilimi konuşurum gerisi beni ilgilendirmez anlayışına hastayım.
    keşke bizler de öyle yapabilsek şu caanım türkçe'yi koruyabilsek.
    o diline düşkün korsikalı her yerde hep fransızca konuşma inadını nedense bizim çerkeşli odacımız nazmi ile konuşacağı zaman bozuyor. onunla şirin şirin türkçe pratik yapıyor.
    yav yapma be kardeşim. etme be şefim.. mecbur musun yani?
    yoook illa onunla türkçe pratik yapacak. ve ben de korsikalı juv'un türkçesi ile çerkeşli nazmi'nin türkçesi arasında türkçe'den türkçe'ye tercümanlık edecem.
    nasıl mı bakın şöyle:

    korsikalı juv:
    -ee, ımm, nasssmi, sen, ne kadağğ ücğet alıyoğ? yetiyoğ? ücğet sana?
    (nazmi bana bakıyor, ne diyo bu gavır bakışıyla, ben tercüme ediyorum:
    nazmi ne kadar ücret alıyorsun, maaşın sana yetiyor mu?)

    çerkeşli nazmi:
    -yoh yav! yetmiyokune, az aluyozkune, sanduhtan para çıhtı, onu da komüre yattukk...
    (ama bütün bunlar hızlı hızlı söylenecek)

    (mösyö juv bu arada bana "ne oluyoğ buğda, ne diyoğ bu adam" bakışıyla bakıyor, türkçe'den türkçeye tercüme yapıyorum:

    -hayır, yetmiyor ki. az maaş alıyoruz ki, düşük ücret yani. para biriktirme sandığı yani yardımlaşma sandığından -bu arada bunun fransızcası da söyleniyor- para çektim. o parayla kışlık yakıt olarak kömür aldım. "o parayı da kömüre yatırdık" demek bir deyimdir yatma ile ilgisi yoktur.)

    muhabbet ısrarla bu minval üzerine sürüp gidiyor. güzel günlerdi be... iyi ki fransız dili edebiyatı okumuşuz bak. mutlu oldum şimdi. yıllar sonra gelen bi mutluluk ama olsun.

    bir de mösyö juv ile randevusu olan amerikalı uzman "suelın" hanım'ın başrol oynadığı, binaya ilk gelip de nazmi'ye danıştığı (danışmada oturuyordu o da zaten), onun da tutup bize getirdiği, biz suelın ile ingilizce kafa göz yara yara anlaşmaya çalışırken (evet ingilizce de biliyom allah kahretsin) suelın gittikten sonra "offf yaa amma hızlı ingilizce konuşuyordu, derdini anlayıp ona laf anlatana kadar akla karayı seçtim" dedikten sonra kapıda dikelmekte olan nazmi'nin "he yav ben de anlamadım bunun ne dediğini arkadaş!" demesi var ki.. artık detay anlatmamayım o an benim bittiğim andır...

    boşuna okumuşuz yıllarca fransız dili ve edebiyatını...nazmi'nin yolundan giderek şahane dil öğrenebilirmişiz...
  • isminin pek fiyakalı olup duyanların dil bilen işsiz kalmaz dediği bölüm. birde okuyanlara sormalı tabi zor olan olmasının dışında sürekli çalışılması gereken çilenin derdin bitmeği bölümdür. fiil çekimleri bir yandan telaffuz bir yandan absürt istisnalar bir yandan say say bitmez. hele birde devlet okulundaysanız tam bir işkence. parası olanın fransada geliştirme imkanı, olmayanların göt gibi kaldığı iki ucu boklu deynektir bu serüven.mezun olduktan sonra pek az kişinin iş bulduğu formasyon imkanın içine edildiği bölümdür. her ne kadar işsiz kalıcağımı bilsemde bazen artistik oluyor fransızca konuşmaya çalışabilmek.
  • galatasaray üniversitesinde hazırlığı 2 yıl olan nadide bölümlerimizdendir.
  • eeeeh. kollarını bana doğru açıp beni beklemeye başlayan güzide gelecekteki bölümüm. aklımda önce japonca vardı lakin vazgeçtim. italyanca ingilizce ve ispanyolca'ya zaten gerek yok. geriye tek hiç bilmediğim dil kalıyor oda fransızca. bu dili okur bu dilimi de geliştirirsem eğer dahada durdurulamam ben.
  • dakikalardır muhteşem geçen 6 senemi anlatmak için bir şeyler yazıyor, beğenmiyor ve siliyorum.

    bildiklerimin, kullanmadığım sürece bir işe yaramadığını; bildiklerimin, bir vizyona sahip olmadıkça hiç olduğunu; okuduğum, dinlediğim, gördüğüm her şeyden kendime, dünyaya, insanlığa pay çıkarabilmeyi; estetiği, gerçeği, toleransı, hoşgörüyü, özgürlüğü, hümanizmi, deliliği, dehayı, sanatı, ahlakı vb öğrendim diyebilirim. bir sınav için albert camus vebayı okuduğumda, bütün bu saydıklarımı tek kitapta bulabildiğimde, okuduğum bu bölümün bir anne karnı olduğunu; buradan çıktığımda ise yepyeni bir insan, savunmasız bir bebek olduğumu düşündüm.

    1 sene oldu işsizim.
    hala iki cümleyi bir araya getirmekte zorlanıyorum yazıda -romantizm 19. yyı anlatırken ağzımdan salyalar akmasına neden olan edebiyat tarihi hocam görse yine düşük not verir- ama yine de inanılmaz iyi hissediyorum.

    okuyun.
  • bölümü merak edip heycanlı heycanlı araştırdıgını biliyorum, belki yüzünde bir tebessüm filan da vardır, belki çoktan yazmışsındır bile, ama çoktan yazmadıysan. ingilizceden cesaret alıp dil kabiliyetim var diye düşünüyosun biliyorum, harcama kendini, daha nice bölümler var, bitmez bu bölüm. 5 senedir hazırlıkta duran, örneklerini çözdüğümüz adamlar var, demirbaş olmuş, okulda kurulmuş 3 fakülteden eski olan, şehir efsanesi olmuş adamlar. adam gibi ben kursa para vermem, bir sene fransızcadan nasibimi alayım, merak ediyorum diyorsan gel öğren bir sene efendi efendi sonra git. zaten ne olacaksın çıkınca, unut sen onu unut, kapat sayfayı ctrl+w yap
hesabın var mı? giriş yap