• (bkz: thomas mann)
  • ruhunu seytana satan.
  • christopher marlowe'un eseri.
    halk öykülerinden ve gezgin alman tiyatrosundan esinlenen marlowe, bilgiye ve güce sahip olmak için kendini şeytana adayan bir büyücüyü güzellik kültünden,ölüm ve cehennem karşısında umutsuzluğa düşen genç ve tutkulu bir ütopyacıya dönüştürür.
  • etkileyici bir kitap fakat zaman zaman sıkılmadım desem yalan olur.

    --- spoiler ---

    serenus zeitblom, çok sevdiği, saygı duyduğu çocukluk arkadaşı adrian leverkühn'ün hayatını, adrian öldükten sonra, bunu yapmasını kendine borç bilerek kağıda geçirmeye karar veriyor. kahramanımızın hayatını çocukluğundan başlayarak öldüğü zamana dek etraflıca anlatıyor. adrian, yetenekli bir müzisyen ve başarılı, zeki bir öğrenci. fakat bir kusuru var: kibir. başlarda müzisyen olmayı düşünmüyor. üniversiteye teoloji okumak için gidiyor fakat bırakıyor. küçüklüğünden beri müzik eğitimi veren öğretmeninin teşvikleriyle müzisyenlikte karar kılıyor ve hayatını bunun üzerine kuruyor. 21 yaşındayken şeytanla ilk karşılaşmasını yapıyor. şeytanın şartı müziğini yapması. " beethoven'a, bach'a wagner'a bak. onlarda benim esintileri mi hissetmez misin? evimden gelen ağlayış ve diş gıcırtılarını işitmez misin ?" sunduğu vaatlar başarı ve 24 yıl. kibirli kahramanımızın kararını tahmin etmek pek zor olmasa gerek. karşılaşmadan sonra adri, gerçekten şeytan'ın vaat ettiği başarıya, üne, şöhrete kavuşuyor. fakat nepomuk'unu kaybediyor, sevmeyi kaybediyor, aşkını kaybediyor.. ayrıca kitap sadece adrian'ın biyografisini anlatmıyor. yazar 1943-44'lü yıllarda notlarını yazarken her geçen gün batağa sürüklenen almanya'sını da anlatıyor, 1933'ten sonra girdikleri gözü dönmüşlük halini anlatıyor, pişmanlıklarını, suçlarını anlatıyor. bir nevi günah çıkartıyor. "bazen tanrı'ya şükrediyorum ki adri'm iyi ki öldü. öldü de bugünlerimizi görmedi..."
    --- spoiler ---
  • christopher marlowe tarafından yazılmış bir oyun.ingiliz dili ve edebiyatı öğrenimi gördüğüm yıllarda beni en çok etkileyen eserlerden biriydi .güç ve sonsuz bilgi uğrana ruhunu şeytana satan bir adamın trajik hikayesini anlatır .hikaye trajiktir çünkü güçlerini görünmez olup insan korkutmak , şeytana üzüm sipariş etmek gibi saçmalıklar için kullanır . 24 yılın sonunda şeytan ruhunu teslim almaya geldiğinde yaptığı anlaşmadan pişmanlık duyar.
  • *cinsellik onu ancak edebi anlamda eğlendiriyordu.

    *sadece özelliği olmayan kimseler mütevazı olur.

    *tanrı korkusu, tanrı’nın yarattığı doğayı ve hayatı, moral açıdan şaibeli bir alan olarak nitelemek çelişkisine düşmek pahasına, onunla uğraşmayı, yasaklı bir şeyle laubali bir şekilde içli dışlı olmak gibi değerlendirir. aslında doğanın kendisi de, büyüyü andıran gizemli oluşumlarla, müphem, değişken durumlarla, gizliden gizliye, tuhaf bir şekilde belirsizliğe işaret eden imalarla doludur ve kendini edebiye sınırlamaya yatkın olan sofu bakış açısı, bunlarla uğraşmanın, pervasızca haddini aşmak anlamına geldiğini sanmış olmalıdır.
  • döneminde nazi karşıtı olabilmiş ve kalabilmiş yazar thomas mann eseri. besteci adrian leverkühn’ün yaratıcılığının siyasi bir ortamda dışa vurumunun gerginliğini epik bir dille anlatır.

    hikayeden çıkan; zamanlar ötesi ve evrenselleşen en güzel yeri kanımca şudur:

    "gururlu bir ruha yetebilecek tek şey, sıradışı bir varoluştur. yaratıcılıkla dolu bir insan hayatının sonsuzluğu boyunca bunun tadını çıkaracaksın."
  • christopher marlowe tarafindan yazilmis bir ronensans tragedyasi. donemin ruhunu ve ronesansin atesini en iyi yansitan oyunlardan birisidir. o donem, kilisenin tekelinden yeni yeni kurtulmaya baslamis sahnede dini konulardan ziyade artik insani baz alan seküler oyunlar izlenmeye baslandi. bilgi atesiyle yanip tutusan dr. john faustus’un, 24 senelik hizmet karsilinga ruhunu seytana satmasini ve akabinde gerceklesek trajik cokusunu konu alir. cikarmamiz gereken mesaj sudur: insan kendi sinirlarini asmaya calismamalidir, bilginin dahi bir uc noktasi vardir ve insan bazen bu noktadan ileriye gidemez. ronesans’a gonderme tam olarak “bilgi aski” konusunda gerceklesir. cunku john faustus, bilgiye doymus ve artik daha fazlasini isteyen tecrube etmek isteyen bir bilgindir. nekromansi ogrenip cinlere ve ruhlara hukmederek evrenin ve hayatin en uc sirlarini ogrenmek ister. tanridan giderek uzaklasir ve seytanla isbirligi icine girer. bilgi elbette insani ozgurlestirir ve kendini asmasini saglar ama tanridan cok uzaklasmak da yikici ve trajik cokuslerin yasanmasina sebep olur.
  • faust mitini üç kademede ele alıyorum.

    ilki klasik. marlowe'dan okuyabiliriz. yazarın kaygısı yalnızca mevcutla hareket edip ortaya iyi bir oyun koymak.
    ikincisi romantik. goethe'den okuyabiliriz. yazarın kaygısı mümkünden yola çıkıp efsane olmak.
    üçüncüsü rasyonel. mann'dan okuyabiliriz. yazarın kaygısı efsaneye ruhunu üflemek.

    ilkinde her şey ortada. anlamak için güç sarf etmek gereksiz.
    ikincisinde anlamak için epeyce bilgiye, bu bilgiyi süzecek kadar yaşamış olmaya ve güçlü bir iradeye ihtiyaç var.
    üçüncüsünde... kelimeler kifayetsiz. akıl almaz bir mimari var. her ne kadar kitleler goethe faust'unu yüceltse de dünyanın sayılı goethe uzmanlarının başında gelen mann'ın faust'unun ayakları tam olarak yere basıyor. yere basıyor, dediysem, romanın baş karakteri adrian leverkühn, yüksek sanatın engin dalgalarında sonunu düşünmeden yaşayan, yaşayabilen biri. kendi sözleriyle, müzikal nesir tutkunu bir münzevi.

    tüm bunlar bir yana da...

    ruhumu okşayan bu satırlarla yıkandıkça böcekleşiyorum. kitapta şöyle bir cümle var: "bütün bir saat boyunca beethoven'ın, piano sonata no. 32 in c minor, op. 111'e neden üçüncü bir bölüm eklemediği konusunda konuşabilirdi."

    böcekleşiyorum, çünkü kitlelerce aydınlıktan itilip karanlığa hapsediliyorum. şu koskoca ülkede hangi masada ve hangi şartlarda olursa olsun yukarıda alıntıladığım cümleyi, benzerini, yaklaşığını dile döken herkes böcekleşir.

    her yer zifiri karanlık.

    edit: "insan"ın, varoluş sancısı çektiğini ve bu sancının kaygıya sebep olacağını, kaygının derinliği ve süresinin de insanı entelektüel bir var edişe yönelteceğini düşünüyorum. ayrıca varoluş sancısı çekmeyenin insanlığını sorgulamaya ihtiyaç duymuyorum.

    anlayacağınız, etrafınızda kaygılı bir insan varsa onu sevin ve ona sarılın. yanınızda bir insan var.

    not: sanıldığının aksine gündeliğin ve aktüelin kaygısı olmaz. nesi olacağını biraz düşünürseniz bulursunuz.
hesabın var mı? giriş yap