9 entry daha
  • faust mitini üç kademede ele alıyorum.

    ilki klasik. marlowe'dan okuyabiliriz. yazarın kaygısı yalnızca mevcutla hareket edip ortaya iyi bir oyun koymak.
    ikincisi romantik. goethe'den okuyabiliriz. yazarın kaygısı mümkünden yola çıkıp efsane olmak.
    üçüncüsü rasyonel. mann'dan okuyabiliriz. yazarın kaygısı efsaneye ruhunu üflemek.

    ilkinde her şey ortada. anlamak için güç sarf etmek gereksiz.
    ikincisinde anlamak için epeyce bilgiye, bu bilgiyi süzecek kadar yaşamış olmaya ve güçlü bir iradeye ihtiyaç var.
    üçüncüsünde... kelimeler kifayetsiz. akıl almaz bir mimari var. her ne kadar kitleler goethe faust'unu yüceltse de dünyanın sayılı goethe uzmanlarının başında gelen mann'ın faust'unun ayakları tam olarak yere basıyor. yere basıyor, dediysem, romanın baş karakteri adrian leverkühn, yüksek sanatın engin dalgalarında sonunu düşünmeden yaşayan, yaşayabilen biri. kendi sözleriyle, müzikal nesir tutkunu bir münzevi.

    tüm bunlar bir yana da...

    ruhumu okşayan bu satırlarla yıkandıkça böcekleşiyorum. kitapta şöyle bir cümle var: "bütün bir saat boyunca beethoven'ın, piano sonata no. 32 in c minor, op. 111'e neden üçüncü bir bölüm eklemediği konusunda konuşabilirdi."

    böcekleşiyorum, çünkü kitlelerce aydınlıktan itilip karanlığa hapsediliyorum. şu koskoca ülkede hangi masada ve hangi şartlarda olursa olsun yukarıda alıntıladığım cümleyi, benzerini, yaklaşığını dile döken herkes böcekleşir.

    her yer zifiri karanlık.

    edit: "insan"ın, varoluş sancısı çektiğini ve bu sancının kaygıya sebep olacağını, kaygının derinliği ve süresinin de insanı entelektüel bir var edişe yönelteceğini düşünüyorum. ayrıca varoluş sancısı çekmeyenin insanlığını sorgulamaya ihtiyaç duymuyorum.

    anlayacağınız, etrafınızda kaygılı bir insan varsa onu sevin ve ona sarılın. yanınızda bir insan var.

    not: sanıldığının aksine gündeliğin ve aktüelin kaygısı olmaz. nesi olacağını biraz düşünürseniz bulursunuz.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap