200 entry daha
  • eski çağlarda yaşamış insanların doğayla olan ilişkisi onu hakimiyeti alma üzerine değil merak ve anlamaya çalışma üzerine kuruluydu. merak ediyordu çünkü bilmiyordu.

    bu bilinmezlik içerisinde sadece beş duyu organıyla yaşamaya çalışan insan için doğa gizemlerle doluydu. tabii ki en büyük gizem de ulaşılmaz olan gökyüzüydü. hemen hemen bütün kültürlerde olduğu gibi türklerde de gökyüzüne tanrısallık addedilmesinin altında yatan neden basitçe buydu. özellikle göyüzünün ve gökteki cisimlerin, yıldırım, yağmur, rüzgar gibi doğa olaylarının insanların inançlarıyla birleşerek kutsal ögeler haline gelmesi mircea eliade'nin dediği gibi bir şeyin nasıl yaratıldığını veya nasıl var olmaya başladığını anlatan mitlere dönüşmesi hep insan-doğa ilişkisindeki gizemlerle ve tabii ki insanoğlunun hayal gücüyle ilgiliydi.

    (konudan bağımsız, insan-doğa ilişkisi zamanla ve sırayla insan-insan, insan-makine ilişkisine bıraktı yerini.
    insanoğlunun doğa ile olan ilişkisindeki objektif gerçeklik ise, zaman içinde ve günümüzde harari'nin yüzümüze çarptığı kurgusal gerçekliğe evrildi. bu kurgusal gerçekliğin günümüzdeki nirvanası da kripto paralar mı acaba?)

    konumuza dönersek,
    türk mitolojisindeki büyülü anlatıların da henüz doğayla iç içe yaşadıkları ve bilimin olmadığı dönemlerde, şamanizm, tengricilik ve animizm çerçevesinde, yaşadıkları her şeyi anlamlandırma çabalarının sonucu olarak ortaya çıktığını görüyoruz ki fuzuli bayat, mit ilkel insanın şuurundaki izahatlardır, der.

    türk mitolojisinde doğa unsurları deyince aklımıza ilk gelen yer sub kültünün antropomorfik bir yönü vardı. orhun yazıtları'nda da dediği gibi iduk yer sub (yani dağlar, ağaçlar, ırmaklar, güneş vs) aynı zamanda birer iye/ruh/tanrıydılar ve tıpkı bir insan gibi kurban veya saçı verilmez, saygıda kusur edilirse kızıp kötülük yapabiliyorlardı.

    işin aslı ister iyi ister kötü olsun bütün ruhlar saygı bekliyordu. iyilerin çok iyi kötülerin çok kötü olduğu gerçekdışı bir romantizm yoktu. bunun da bir çeşit kutsal denge olduğunu söyleyebiliriz aslında. mesela ne kadar iyi olursa olsun bir tanrı/ruh kızarsa felaket yağdırabiliyor, ne kadar kötü olursa olsun saygıda kusur edilmezse de kimseye kötülük yapmıyor hatta koruyucu unsura dönüşebiliyordu.

    türkler yer su ruhlarıyla iç içe yaşar günlük alışkanlıklarına dahi onları dahil ederlerdi. mesela tehlikeli bir dağ geçidinden geçerken o yerin tanrı’sına teşekkürlerini sunmak için bir taş koymak, kutsal ağaca bez bağlamak ya da sabah uyanınca akarsuya rüyasını anlatmak, üzerinde düşünülen davranışlar değil, hayatın olağan akışı içinde herkesin yaptığı alışkanlıklardı.

    (bkz: yer sub/@ay hatun)

    türkler ağaca ve ormana özellikle değer verirlerdi.
    türk mitolojisinin temel arketipi olan bu inanışlar, hangi dine tabi olurlarsa olsunlar tarih boyunca türkler tarafından korundu ve günümüze kadar geldi, demeyi çok isterdim ama maalesef gelemedi. (ki artık insanların bile ruhu kayboldu, tam bunu yazarken aklıma ikizdere'deki doğa katliamı geldi mesela, nereden nereye)

    ağaçlar hem dünyanın ekseni hem de -türenilen ata/ana olarak- yaşamın kaynağı olarak görülürdü ve her iki anlam açısından da kutsallığa sahipti. kayın, çam, kavak, ardıç, çınar, servi, sedir, meşe, dut, söğüt, elma vs yanında şamanist sistemde türk mitolojisinin belkemiği sayılacak ağaç, kayın ağacıydı.

    bazı türk boylarında şaman toprağa değil ağaca gömülürdü. (ağacın içini baltayla açıp şamanı içine koyuyorlar sonra kapakla kapatıyorlar. ağaç kovuğu da tıpkı mağara gibi ana rahmini simgeliyor dolayısıyla burada da belki? bir yeniden doğuş simgelenmiş olabilir zira türk mitolojisinde hemen hemen her şey döngüseldir ki zaten ağacın kendisi de kışın yapraklarını dökmesi ve baharda canlanmasıyla bu döngüselliğin simgelerindendir)

    toba devletinde (tabgaçlar) ölü gömüldükten sonra büyük bir tören yapar ve ondan sonra da büyük bir kayın ormanı dikerek ağaçlar yetiştirirledi.

    eski türklerde kutsal olarak kabul edilen dağların en tanınmışı ötüken dağlık ve ormanlık alanıydı. büyük türk devletleri burayı devlet merkezi yapmışlardı. ötüken yış, özellikle kuzeyli avcı ulusların en önemli kültlerinden biriydi. ki kül tigin abidesi'nde de kağan halkından iduk ötüken yış budın/kutsal ötüken ormanı halkı diye bahsediyordu.

    (bkz: ötüken/@ay hatun)

    (bkz: orman/@ay hatun)

    doğu türklerindeki ötüken gibi batı türklerinde de tien san/tanrı dağları kutsal sayılır, han tanrı’nın orada kaldığına inanılırdı.

    ormanlarla kaplı dağlık bölgelerde yaşayan karagaslarda dağ iyesi adında bir tanrı vardı. yakutlarda buna tıa iççite (tıa/tayga/ormansız dağ, iççite ise ruh) denirdi. bayanay da denilen bu tanrı/ruh avcıların koruyucusu sayılırdı.

    türk mitolojik düşüncesinde dağ ruhu, aynı anda toprağın ve yurdun koruyucusuydu. uygurların kutlu dağını, çinliler, hile ile parçaladıkları zaman kuraklık başlamıştı.*

    (bkz: türk mitolojisinde dağlar/@ay hatun)

    yakut türklerine göre dağ toyonu rüzgara da yön veren tanrı/ruhtu ve yüksek dağların tepelerinde gezerdi. rüzgar tanrısını kızdırmamak için dağlarda yüksek sesle konuşmazlardı.

    (çünkü dağ toyonu yüksek sesten hoşlanmıyor ve kızdığı zaman da felaket yağdırıyor. muhtemelen yüksek sesin neden olduğu çığ düşmelerinden böyle bir çıkarıma vardılar.)

    (bkz: rüzgar/@ay hatun)

    mirali seyidov "kutsal başlangıç sayılan dağ, toprak ve özellikle onlarla ilgili güneş bütün varlığın, hayatın, tanrıların, insanların, nimetlerin yaratıcısı, anası-atası olarak kabul edilmiştir. toprak her şeyin başlangıcı sayılmıştır." der.

    gerçekten de türklerde kadim zamanlardan beri süregelen orman, ötüken yış ve yer sub’un kutsallığı anlayışının ve ulu ana/yer ana da denilen toprak ve dağ iyesinin devamıydı toprak ana…

    (bkz: türk mitolojisinde toprak unsuru/@ay hatun)

    türklerde yıldırım (ve şimşek ki o zamanlar şimdiki gibi bu ayrımın bilinmediğini unutmayın) tanrının kendini gösterme şekillerinden biri olarak görülüyordu ve eski devirlerde doğayla iç içe yaşayan türk halklarını derinden etkilemişti.

    yıldırımdan korkan moğolların tersine türkler, ilk yıldırımın düşmesini, yeni yılın gelişinin bir göstergesi olarak kabul ederler ve kutlarlardı. şimşek çakıp yıldırım düştüğü zaman atlarını koşturup, bağrışarak gökyüzüne ok atarlardı çünkü baharda ilk düşen yıldırım, yeni yılın/cılgayak'ın habercisi demekti.

    kırgızlar, baharda ilk yıldırımlar başladığı zaman ellerine bir süt kabı alıp çadırın dışına çıkarlardı ve ‘eski sene geçti yeni sene geldi!’ diye bağırırlardı çünkü baharın ilk yıldırımları yeni yılın da başlangıcıydı.

    altay türkleri ise, ilk yıldırımlarla beraber yüksek bir dağa çıkar, burada dualar edip saçı törenleri yaparlardı.

    (bkz: türk mitolojisinde yıldırım/@ay hatun)

    çaylar, ırmaklar ve göller, canlı ve yaşayan şeyler gibi kabul edilirlerdi. bunlar, mesela gök tanrı gibi insanlara uzak görünmediği için daha rahat iletişim kurulabilirdi.

    görülen kötü bir rüyayı sular alıp götürsün diye ya da iyi rüyalar gerçek olsun, çıksın diye akarsulara anlatılırdı.

    (bkz: türk mitolojisinde su/@ay hatun)

    umay’ın yeryüzüne inmek için kullandığı gökkuşağı, hayat ağacı sayesinde dünyaları birbirine bağlardı.

    (evet, yggdrasil’in aynısı, orada da hayat ağacı alemleri gökkuşağıyla bağlıyor hatta inanılır gibi değil ama onlarda da ağacın tepesinde kartal var, nasıl benzerlik ama…)

    (bkz: gökkuşağı/@ay hatun)

    son olarak doğaya saygı deyince balta tiymez'den bahsetmemek olmaz. hani klasik şimdiye kadar gitmediğin, görmediğin nereye gitmek istersin sorusu vardır ya. heh işte benim ilk üçümde bu mezarlık var...

    “mezarlığın adı balta tiymez/balta değmez…bu adı da içinde bulunan meşe ağaçlarının kesilmesinin yasak olmasından almış. bu tamamen atalarının kutsal ağaçlarda ikamet ettiği inancıyla alakalı.

    karaimler, gökyüzü ile yeryüzü arasında bir bağ sağladığına inandıkları bu kutsal ağaçlar aracılığıyla atalarına seslenebildiklerine inanıyorlar.”

    (bkz: balta tiymez mezarlığı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisi/@ay hatun)
64 entry daha
hesabın var mı? giriş yap