• "su tankındaki beyin" şeklinde türkçe'ye çevrilebilir. ("su tankı" yerine uygun bir başka ifade konarak da çevrilebilir.)

    insan beyninin çalışma prensibinden hareketle üretilmiş olan bir düşünce deneyi öğesidir. ontolojik bir imada bulunmak üzere, şöyle bir kurgudan söz eder: "şayet insan beynini kafatasından çıkarıp aynı sıvı ile dolu bir kaba koysak ve ona beynin normalde aldığı sinyallerin aynılarını göndersek, o beyinin gerçeklik algısı ile bizimki arasında hiçbir fark olmaz."

    buradaki ontolojik ima, içinde bulunduğumuz gerçekliğin pekala algılarımızla anlamlandırdığımızdan çok farklı olabileceğidir. buna göre, evrenin varolmaması da pekala mümkündür.

    "surrogates" 2009 yılı yapımı bilim kurgu filmi bu işleyiş hakkında bir fikir verebilir: http://en.wikipedia.org/wiki/surrogates_(film)

    konu hakkında daha detaylı bilgi için bkz.: http://en.wikipedia.org/wiki/brain_in_a_vat

    tema:
    (bkz: sufizm/@derinsular)

    ana tema:
    (bkz: islam/@derinsular)
  • tupteki beyin.

    bilim-kurgu'nun psikoloji ile kesistigi en carpici eserleri genelde bu olaya dayalidir.

    ornegin 2001 a space odyssey'in finali (bkz: jupiter and beyond the infinite) beyni kendinden yuksek bir varolus icine koymakta.

    tum solaris romani, beyni kendi bilincalti ile karsilastirmakta.

    totall recall filmi; bu tartismali. philip k dick her zaman yaptigi gibi "gerceklik nedir?" diye sorarak birakiyor. iki ihtimal var ya olanlar yasandi ya da arnie olanlari hafiza ektirmek icin gittigi laboratuvarda dis mudahale dolayisiyla beyni icinde yasadi.

    the matrix filmi; beyinde elektrik dalgalari ile yaratilan alternatif gerceklige baglanmak. filmin fikrini aldigi roman kongres futurologiczny'nde ise olay daha karisik. ic ice gecmis 7 gerceklik (daha dogrusu gercekligin 7 farkli seviyede manipulasyonu) mevcut.

    contact filminde solucan deliginden gecen jodie foster kendini karayiplerde babasiyla konusurken bulur. "senin icin bunun daha kolay olacagini dusunduk" der babasi kiligindaki ust bilinc.

    pek guclu olmasalar da daha guncel olarak:

    ai filminin finali; yuksek yapay zeka, daha alt duzey yapay zeka ile iletisebilmek icin onun zihninin algilayacagi bir gerceklik yaratmakta.

    the fountain bu filmi tam hatirlayamiyorum. ancak beyin icinde yaratilan fantastik/masalsi bir dunya var.

    the cell; jennifer lopez baci katilin beyninin icine girerek - o yapay gercekligi yasayarak- olayi cozmeye calisiyor.

    komple source code filmi; bir sucun cozulmesi/engellenmesi icin, beynin kendi hafizasini tekrar tekrar yasamasi saglanmakta.

    su anda aklima gelenler bunlar.
  • john l. pollockun contemporary theories of knowledge adlı kitabında ufak bir kurgu ile bahsetmiş olduğu kavram.

    hikayeyi aşağıdaki linkte ingilizce olarak bulabilirsiniz:

    http://www.unc.edu/~megw/pollock.pdf
  • hilary putnam'ın düşünce deneyi. şöyledir deney;

    --- alıntı ---

    kendimizin kötü bilim adamları tarafından ameliyat edildiği ve bu ameliyat ile birlikte
    beynimizin alınarak beynin yaşaması için gerekli sıvıların bulunduğu bir fıçıya veya
    kavanoza konulduğunu hayal edelim. ayrıca teknolojinin de bu operasyonların
    yapılabilmesine imkân verecek seviyede olduğunu. kavanozdaki beynin sinir
    uçları çok gelişmiş bilgisayarlara bağlıdır. bu bilgisayarlar yanılsama olan her şeyin
    mükemmel derecede normal olduğunu ve bu yanılsamaların beynin gerçek bir şekilde
    algılamasına yardım ettiğini varsayalım. yani insanlar, objeler, kısaca insanın dış
    dünyada deneyimleyebileceği her şeyin gerçekten o kişinin deneyimlediğini hissettirecek
    kapasiteye sahiplerdir. mesela, bilgisayar kavanozun içindeki insanın elini kaldırmaya
    çalıştığı anda gerekli sinyalleri göndererek gerçekten de o kişinin elini kaldırdığını görmesini ve hissetmesini sağlamaktadır. burada sorulması gereken soru şudur:
    bizim (kendimizin) fıçının içindeki beyin olmadığımızı nasıl bilebiliriz?
    bu noktada solipsizmin temel problemi olan zihin-dış dünya ilişkisi sorunu da gün yüzüne çıkmaktadır.
    --- alıntı ---

    bu, descartes'ın 'kötü niyetli cin' hipoteziyle benzerdir. descartes, bir cin'in insan zihnini dilediğince yönlendirebileceği düşünür. yani 'gerçekliği' cin'in insana sunduğunu. lâkin sonradan bunu, varlığının anlamsızlaşmaya doğru gittiğini fark edince ' bir cin beni kandırıyorsa bile bu var'ım demektir ' şeklinde geliştirir.
  • bence geleceğe açılan kapıda en önemli felsefik argümanlardan biri olacak. sanal gerçeklik, beyinle dolu enerji tarlaları ve simülasyonlar.
    son günlerde ilgimi fazlasıyla çekmekte bu fıçıdaki beyin felsefesi.
  • diger dusunce deneyleri icin
    (bkz: #92649934)
  • (bkz: the matrix) isimli muhteşem bir film serisine ilham kaynağı olmuş felsefi görüştür. uzun uzun açıklamaya gerek duymadan, kısa bir alıntıyla olayı aktarmak daha iyi olacaktır.
    hilary putnam: “bilgisayar o kadar zekidir ki, kurban kendisini oturmuş da, insanların beyinlerini vücutlarından çıkarıp besin maddesiyle dolu bir kavanoza koyan kötü kalpli bir bilim insanının var olabileceğine dair eğlenceli ama epey saçma varsayımdan bahseden bir yazı okuyormuş sanabilir.”
  • rene descartes'ın felsefeye sunduğu bir düşünce deneyinin çağdaş versiyonu. descartes kendi deneyinde, bütün deneyimlerinin "kötü niyetli bir dahi", kötü bir düzenbaz tarafından kendine yutturulan aldanışlar olabileceği düşüncesini ele aldı. bu bulmaca felsefeciler tarafından oldukça tutuldu çünkü deneyimlerimizin nedenleri ve dış dünyanın varlığı ve doğası üzerine yapılan varsayımların sorgulanmasını sağlamaktadır.
    bu varsayımın yanlış olduğunu kanıtlamak olanaksızdır. çünkü bu varsayım eğer doğru ise bütün deneyimlerimiz tıpkı oldukları gibi olurlardı fakat kavanozdaki beyin varsayımının yanlış olduğunu kanıtlayamamamız dış dünya konusunda gerçekten hiçbir şey bilemeyeceğimiz anlamına gelir. hatta onun var olduğundan bile emin olamayız.
  • bilim ilerledikçe ruh denilen kavramın beynin keşfedilemeyen bölgesiyle ilintili oluşu ortaya çıkacaktır ve algıladığımız dış dünya adına kavanozda beyin olası bir teori olarak açıklayıcı bir rol üstlenebilir ya da seçenek olma şansı tanınmalıdır.
  • simülasyon teorisinin temelinde yer alan ve bilim-kurgu senaryolarına taş çıkartan fikirdir.

    özetle; beynimizin canavar ruhlu bir bilim adamı tarafından çıkartılarak içinde gerekli besinler olan bir kavanoza yerleştirildikten sonra sinir uçlarının süper bilgisayara bağlanmasıyla, her şeyin tamamen normal olduğu yanılsamasına kapılmış olabileceğimizi öne sürer. gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz her şey bilgisayardan sinir uçlarına giden elektronik sinyallerden ibarettir.

    elbette kimse kavanozda yüzen bir beyin olduğuna inanmıyor. ama inanıp inanmamak bir yana, kavanozdaki bir beyin olmadığımızdan emin olamayacağımızı kabul etmek zorundayız. çünkü eğer gerçekten kavanozdaki beyin isek dünya hakkında bildiğimiz her şey yanlış olacaktır.

    duygularımızın bu güvenilmezliği, insanoğlunun bilgi mabedini sarsılmaz temeller üzerine kurmayı amaç edinen descartes'ı 'şüphe yöntemi'ni benimsemeye sevk etti ve bunu en uç noktalara kadar götürdü. (amacı onu aldatmak olan kötü niyetli bir cin hayal etti.)

    ve kavanozdaki beyin olabilme şüphesiyle her şeyin yanlış olduğunu düşünmeye çalışan descartes, bir şeyi anladı: her şeyin yanlış olduğunu düşünürken bunları düşünen 'ben' diye bir şey olması gerektiğini fark etti. ve işte böylece fransız filozof rene descartes, batı felsefes tarihinin en ünlü düşüncesine ulaştı. 'düşünüyorum öyleyse varım'

    amerikalı filozof hilary putnam ise 1981 tarihli kitabında şöyle bahsediyor:

    'bilgisayar o kadar zekidir ki, kurban kendisini oturmuş da, insanların beyinlerini vücutlarından çıkartıp besin dolu bir kavanoza koyan kötü kalpli bir bilim insanının var olabileceğine dair eğlenceli ama epey saçma varsayımdan bahseden bir yazı okuyormuş sanabilir.' *
hesabın var mı? giriş yap