7 entry daha
  • bakırköy akıl hastanesi çalışanlar dünyası aynı toplum, büyük toplum* gibi görülebilir: etobur bir çiçek*. ama bence başka bir benzetme mümkün: bakırköy, ağaçları bir çatı, şemsiye halini almış bir bataklıktır. ayrı bir anakara, ayrı bir iklim, insanı çürütebilir, koruyucudur, herkes ve her şey içiçedir, herkes herkesi bilir, tartar, karışır. kolay kolay bireyliğe, bağımsızlığa izin vermez, kolay kolay mahrem tanımaz. dayanışması da dedikodusu da yüksektir. yarı kapalı bir sistem olarak işleyişini kavrayan rahat eder, mutlu olur, verimli olarak alır verir. direnişle kendini bulan üyeleri de vardır, arada telef olanları da. aslında bakırköy eşdeğeri başka kurumda formatlanıp sonradan katılan bakırköylüler anakaralığını daha iyi gözlemleyebilir. ayrılma adayı bir bakırköylünün önceden köklerini bu batağa iyi ve derin atması en iyi yordamdır. gidildiğinde hala çeken, bir türlü bırakmayan tarafına hazırlıklı olunması gerekir.

    yıllarca en önemli kişisel rüyalarım çeşitli bakırköy ortamlarını, kişilerini fon olarak kullandı. oranın bataklık tarafı içine çeker, yutma tehdidi içerir. içindeyken bir tarafınızla gitmeyi, nefes alacak başka kuru topraklar bulmayı tasarlamanız gerekir. bakırköy'le sevgi nefret ikilemi içeren bir ilişki* kurulur. biri öbürünü bastıracaktır, ama yok edemez. tümüyle irrasyonel değildir, ama bakırköy mantıklı bir dünya olduğunu iddia etmez. kendi kendine yeten ender kurumlardan biridir. hem acısı boldur hem sanatı ve çıkış olanakları. bakırköy'den çok sanatçı çıkmıştır; şair, yazar, senarist, yönetmen... bakırköy yok edilebilir belki ama bütün bütüne fethedilemez. her köşesi bilinemez, her bireyi eksiksiz yönetilemez. hep belirsiz ve sonucu değiştirebilir bir tarafı, kara veya inadına ak tarafı kalacaktır.

    üstümde silinmez izleri var, damgası var. belki bazı giden çocukları, kalan çocuklarından daha bakırköy'ün içinde. (bekarların evliliği evlilerden daha fazla ciddiye alması gibi.) vahşi, söz dinlemez bir anneyi* sever gibi seviyorum bakırköy'ü. bu anlatışla bakırköy'ü somut bir yere benzetsem, sanırım ilk ve daha çok hindistan'a, biraz da amazon havzasına benzetirmişim.

    ben 17 ağustosu van'da bulunarak ucuz atlatmayı daha sonra deprem ve afet gönüllüsü olarak ödemeye çalıştım. bakırköylülerle birlikte gölcük otosan çadırkentinden başladım. milletin çoğu için göçüklerdeki kokular unutulmaz, ben geç katıldığımdan daha çok gerçeküstü yatık, göçük, gömük bina görüntüleri, bir de izmit körfezi'nin altüst olmuş deniz dibi görüntülerini hiç unutmuyorum. 2011'de erciş'e depreme, 2014'te soma'ya gittim. yalnız sivil savunma veya deprem örgütlenmemiz bunca deneyime rağmen içler acısı. aslında sivil görünümlü bir devlet kuruluşu olan kızılay'ın insafına kalmış durumdayız. en deneyimlisi kızılay, ama devlet olduğu için aslında kızılay ve afad'a o kadar da güvenmemek gerekiyor. örgütlenmenin tek biçimi devlet ve yalancı ngo olmamalı. (bkz: 17 ağustos 1999/@ibisile)

    (ilk giri tarihi: 2.4.2018)

    (bkz: bakırköylük)
    (bkz: bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap