• telefonlarda, kimi telsizlerde, karşıdakini duymaya ve kendi sesini iletmeye yarayan parça, alet... ayrıca: alici, receiver...
  • "alize" diyen levrekleri de ben gördüm...
  • ben de "aahize" diye uzatarak soyleyenler gordum. onlar lamaydi ama...
  • alıcı, almaç. (aahize okunur`): türkçenin içine arapça sokma inadı`
  • pokia markasıyla mobil teknolojide yeni bir tat yakalamış konuşma arayüzü

    http://www.iwantoneofthose.com/phobilvar_elec.htm
  • telefonda seslerin duyulduğu ve iletildiği parça.

    (bkz: tdk)
  • (bkz: almaç)
    telefonun konuşma kolu.
    şalter ise elektrik kesme kolu olarak asmaçla karşılanabilir.
    algıç bana receptor/reseptör (ahize de bir reseptör gerçi) karşılığı olarak uygun gibi görünüyor.
  • yani yıllardır bu çirkin kelimeyi kullanıyoruz. türetilmedi daha düzgünü.
  • telefon çalıyor, ahizeyi kaldırıyorum. arayan herkes. ”bunu tut aklında” diyorum. ”eğer bir insanı herkes arıyorsa, bunda onu tanımayan hiç kimsenin bir parmağı yoktur.”

    uzunca edilen lafların ardından ahizeyi yerine koyarken ”kendine sorduğun arayan kim sorusuna cevabın herhangi biriyse bu hiç kimseyi değil sadece seni ilgilendirir.”

    her şeyi büyüttük, kendimiz dışında. kavgaları, meseleleri, mesafeleri, kentin çocuklarını, balkondaki çiçekleri, evin kedisini, takvimdeki rakamları, kelimeleri… daima çocuk kalmanın bir kusuru, hiç büyümemenin sabit kıldığı bir yoksunluğu var. sadece ulaşılmayan kapı kolları ve raflardaki şekerleme kutularından mahrumiyetle sınırlı da değil. birilerini tutup yakasından kendine maruz bırakmak için kocaman ellere sahip olman, bir gövdeyi ona ait tüm hayatın ögeleriyle aklına sığdırabilmen için yaşlı bir bilge gibi düşünmen, yer edebilmek için hayatın sana ayırdığı lokasyonda keskin çizgilerle belirginleşen bir ruha dönüşmen lazım.

    ”bu söylediklerimi aklının bir köşesine yaz veya not al; ya da herhangi bir cihazla kaydet. insanı özgürleştirmeye yarayan şeyler bütünü yalnızca çocuk parklarında bir arada bulunuyor. sadece oralarda gök mavi, yalnız orada rüzgâr hedefsizce esiyor. koşmak ve bağırmak sadece oralarda esefle karşılanmıyor. bir uçaktayız hep birlikte. düşmek için zemin çok müsait. yere doğru süratlenmek için hava şartları uygun ve dağılmak için sahip olduğunuz bir yeryüzü varsa ölüm tecrübe edilebilecek yegâne unsurların en başında gelir.”

    insan tanrının yarattığı sonu muhtemel bir varlık. kağıttan yapılıp göle bırakılan bir geminin ıslanıp batması gibi. amaç sadece ne kadar dayanacağını izlemek ve batışına duygusal birkaç anlam yüklemek. yoksa yüzmek suya temas eden kağıttan geminin ve sonsuz olmak dünyaya salınan insanın doğasında yok.

    telefon çalıyor, ahizeyi kaldırıyorum. arayan hiç kimse. ”bunu da tut aklında” diyorum. ”eğer bir insanı hiç kimse arıyorsa, bunda onu tanıyan herkesin bir parmağı vardır.”

    kısa bir sessizliğin ardından ahizeyi yerine koyarken ”kendine sorduğun kim arıyor sorusuna cevabın hiç kimseyse bu herkesten çok seni acıtır.”

    ”bak oğlum” diyorum, ”özgürlük, özgünlüktür. yeri gelecek kendine bile benzemeyeceksin. yeri gelecek çocuklar hiç büyümeyecek, çocukluklar da öyle. haricindeki her şey, büyürken bile.”

    büyümek tutsaklıktır, önce zamana, sonra içinde bulunduğun bedene. bilindiğinin aksine.

    kazım baran yılmaz
hesabın var mı? giriş yap