• yaşını başını almış, işsiz güçsüz bir adamın annesinin lezbiyen olması ve annesinin sevgilisinin eve gelmesiyle yaşanan olayları anlatan . reykjavik in 101 numaralı mahallesinde geçtiği için adını buradan alan , festivalde kapalı gişe oynamış güzel bir film.
  • reykjavíkin merkez mahallesi. yasadigim yer. hallgrimskirkja adinda 52 yilda in$aa edilmis izlanda'nin en buyuk kilisesini barindirir. ki$i ba$ina 10 café, 5 giyim magazasi, 3 lokanta dü$tügü söylenir. ayrica baltasar kormakur'un bir filmi. olay kahramaninin filmde ya$adigi ev benimkine 20 mt uzakliktadir. *
  • hlynur ile arkadasi arasinda soyle bir diyalog gecer:
    -marlboro filtrelerinin neden amerika'da beyaz, avrupada sari oldugunu biliyor musun?
    -hayir. neden?
    -keith richards hangi kitada oldugunu anlayabilsin diye.

    muzikler blur adami damon albarn ve eski sugarcubes elemani einar orn benediktsson'dan.
  • bütün gün macintosh'unun başında oturup tembellik eden ve büyümeyi reddeden hlynur'un hikayesi. hayata dahil olmamak için adeta çaba sarfeden hlynur'un bir gün hayat ayağına bir kadın kılığında gelir. gözlüklerini iki üç kez "hohh"layıp gördüklerine inanmaya çalışır. bu gerçeği de umursamamak ister ama başaramaz. onun için kadınlar zaten başka bir gezegenden gelen ve uzak durulması gereken yaratıklardır. dünyasına çarpan bu lezbiyen meteor kıpırtısızlık içindeki dengesini alt üst eder. bi de bakmışız ağzında lucky strike uzanmış rejkjavik'in en yüksek karlı tepesine hayatı sorguluyor sevgili hlynur.

    hlynur... kara basma iz olur...
    hlynur... bilmez misin güzellerde naz olur...
  • izlanda kulturuyle ilgili degisik ipuclari veren bir film. kesinlikle izlanda'da interior design olayinin cok gelismis ve modern oldugunu dusunduruyor. evlerin ic designlari, mesela hlynur'un mutfaginin kenarinda ustu kapanip acilan bir kuvet olmasi, kuvette yatarken elini uzatip mutfak masasindan kahve icmesi oldukca ilgincti. ayrica ic mekanlardaki renkler de oldukca basarili. dis mekanlar oldukca soguk ve gri gozukuyor. hlynur'un annesiyle iliskisinden ve ciripciplak evde, annesinin ve onun lezbiyen sevgilisinin yaninda dolasmasindan biraz da olsa kulturun rahat bir kultur oldugunu dusunebiliyoruz. belki de sadece hlynur oyledir ama acikcasi filmde bayag bir popo gorduk. ciplaklik cok buyuk bir tabu degil galiba izlanda'da.
    insana izlanda'ya gidip, deli gibi partilerinde dans etme, karlarinin icinde yatip gokyuzunu seyretme arzusu veren bir film ayrica.
  • film boyunca damon albarn ve einar oorn benediktsson'ın victoria abril'in filmdeki ismi munasebetiyle kinks'in neseli mi neseli parcasi lola'sına getirmis oldukları farklı duzenlemeleri dinleriz.
  • bir yandan ülkesinin toplumsal eleştrisini yaparken onunla ve sosyal yapısıyla dalga geçen, oedipus kompleksli, başarılı bir görüntü yönetmenliğine sahip, son dönem kuzey avrupa filmlerinden ikinci kattan şarkılar gibi abstakt ve yabancılaşmış olanlardan çok, elling gibi sosyal endişeler taşıyan ve daha duygusal olanlara benzeyen, genel havasıyla başka bir kuzey avrupa filmi olan wilbur ölmek istiyor'u hatırlatan, eski aktör yeni senarist-yönetmen baltasar kormakur'un yönettiği, çok da başarılı film müziklerine sahip bir intruder komedisi/dramı.
    (bkz: karşılaştırmalı seksbilim)
    (bkz: lucky strike)
    (bkz: bir intihar yöntemi olarak aids)
  • insanın içini üşüten izlanda filmi 24 saat kar 24 saat fırtına, haylaz hlynur un halleri tavırları gunter grass ın teneke trompet romanındaki minik oscar ın teknolojik ve mesaj kaygısı olmayan çağdaş versiyonu gibi geldi bana ama tabi ki onun çarpık ve oldukça kuzeyli bir parodisi şeklinde demekte fayda var; bir de ispanyada işsiz kalan her güzel kadının "ben flemenko hocasıyım" ayağına zengin ve eğlenceye aç kuzey ülkelerine kapağı atıp "hiç bir şey olamadım bari flemenko hocası olayım" diye kolayından meslek ve çevre sahibi olması durumu var ki allah için bu film buna güzel dokundurmuş, biz bu filmi görmüştük ve yine sanırım dogma serisi içinde çekilmiş bazı danimarka filmlerindeydi, neyse ezcümle şunu diyip bitirelim:

    her ispanyolu flemenko hocası sanmayalım...
    sananları uyaralım...
  • ilk bakışta izlandalı bir anne, lezbiyen sevgilisi ve ona aşık olan oğul üzerine yapılmış, romantik ilişkileri irdeleyen bir film gibi gözükmesine rağmen, bir yandan da refah devleti olgusunun en mükemmel ve gelişmiş haline ulaştığı iskandinav ülkelerinde devlet tarafından kurulmuş ve kusursuzca işleyen bu sistem sayesinde herbir gereksinimleri karşılanan, geçinmek ve hayatta kalabilmek için herhangi bir çaba sarfetmeye gereksinimleri kalmayan insanların - özellikle de gençlerin - içine düştüğü durumu; yani işsiz güçsüz oturmanın ve motivasyon eksikliğinin onları nasıl zamanla ilk olarak kendilerine daha sonra da toplumun geri kalanına yabancılaştırdığını gözler önüne seren, ve bir yandan da sorgulayan oldukça eğlenceli bir film. ana karakter hlynur 30 yaşında olmasına rağmen daha hiçbir işte çalışmamış, tüm gününü bilgisayarının başında tek başına geçiren, toplumun işleyişine hiçbir katkısı olmayan - buna rağmen yeri geldiğinde göçmenlere laf eden - toplumla kalan tek bağı her akşam bir avuç arkadaşı ile gittiği club olan bir elemandır; ki bu bağ da hiçbir anlam ifade etmeyen tek gecelik ilişkilerden ibarettir. esasen bakıldığında tüm gençler için durum aynıdır; insanlar birbirlerine o kadar yabancılaşmışlardırki beraberken/toplum içindeyken birbirleriyle paylaşabilecekleri ortak birşey kalmamıştır neredeyse; kendilerini en rahat hissettikleri konu ise cinselliktir. zaten bu yüzden olsa gerek cinselliğe ve sekse gereğinden biraz fazla sarılmışlar, yaşamlarının olması gerekenden daha önemli bir parçası haline getirmişler; ki bu da hem seksi iyice anlamsızlaştırmış hem de yaşam kalitelerinin iyice düşmesine neden olmuş. zaten lola'nın nispeten daha dolu ve anlamlı hayatı sonucu gerek yaşamdan gerek seksten vs. aldığı hazzı farketmesi - ve tabi bir de lola'nın uyarıları - sayesinde kendi hayatını hafiften sorgulayan adamımız hlynur da kendisinin ve toplumun içinde bulunduğu bu vahim durumu sonlara doğru farkediyor ve isyan ediyor...

    (bkz: buyuk filmlerden buyuk replikler/@andy latimer)

    film zaten nispeten kısa ve kolay izlenen hafif bir film. bu yönüne de dikkat edilerek izlenirse daha bir anlamlı ve güzel oluyor...
  • 30 yasina kadar annesinin yaninda yasamis, hala da bir baltaya sap olmamis ve hatta olmayi da istemeyen bir adamin yasadigi ilginc bir hikayeyi izliyoruz bu filmde. genel olarak surukleyici ve kisa bir film olmasina ragmen hafif bir can sıkıntısına sepep oluyor ara ara. ancak, ortalama bir kuzey avrupa memleketinde hayat nasildir, bir insan neden oyle bir yerde yasamak ister cevabini arayan herkes filmi izlemeledir.

    yonetmen* basarili ve genc biri, gelecek vaat ediyor*. yonetmenin a little trip to heaven filmini de en yakin zamanda gormek lazim.
hesabın var mı? giriş yap