• daha da kötüsü olabilecek ve yaşanmış durumdur.
    seneler önce çalıştığım ilçede yılbaşına bir kaç gün kala aşırı kar yağışı nedeni ile elektrik direkleri devrilip teller koptuğundan tüm ilçe elektriksiz kaldı. bekardım, sevgilim de yoktu, elektrik olmadığından televizyon, internet, ışık yoktu. cep telefonunun şarjı yoktu. sabit telefonlar çalışmıyordu. tek çalışan kömürlü sobaydı. arabayla gezemiyordum. her yer karla kaplıydı.
    işte o yılbaşı gecesini evde tek başıma mum ışığında kitap okuyarak geçirdim.
    değişik önerilerde bulunacaklara peşinen söyleyeyim. alternatif yılbaşı partisi falan yoktu. bekar erkeği kimse evine davet etmedi.
  • şişhane'den tünel'e yürüyerek, oradan da istiklal'e geçerek kalabalığa karıştım. her yer insanla dolu. karışık karartılar. vitrinlerden uzanan ellere, dillere bakarak ilerledim. yılbaşı günleri özel bir şaka gibiydi. nedense hakkını veremediğimi düşünürüm hep. bu kez, her zaman yaptığım gibi karadeniz lokantası yerine lüks bir restorana gittim. kendime yeni yıl için verdiğim en büyük ödül, pastaneye girip muzlu-çikolatalı pasta almakla beraber bu akşam yemeği oldu. eve doğru yürürken, asmalımescit'te her zaman çalan aynı şarkılar bu kez nedense daha hüzünlü geldi bana. biraz dikildim richmond oteli dolaylarında. sonra doğru evime, oradan da odama.

    dışarıda eğlenen insanların olduğunu hayal edip biraz olsun kıskançlık ve iç çekme hali vuku buluyor herşeye rağmen. olmayacak birşey yaptım, birden playlisti olanca hüzünlü şarkıyla doldurdum. şu an çalmakta hala şarkılar. ve birden yılbaşı gecesi benim için hüzün dolu bir akşama dönüşüverdi, ah ne kadar sıradan bir tedbir! kafamı çevirdim. pasaklılığımı farkettim. yatarken fırlatıp attığım çorabı gördüm. bir gece önceden kalmış, masanın üzerindeki boşalmış tabak ve bardaklara göz ucuyla baktım. görmezden geldim. bir an televizyonu açıp kısa bir süre televizyonun karşısındaki koltuğa bıraktım kendimi. plastik kapağı kırıldığı için eline kalem pilleri geldi kumandanın. pilleri oldukları yerde iki defa çevirdim. yuvalarına soktum çıkardım. nedense pillerin çıkarttığı tıkırtı bana garip bir haz verir. ev soğuktu. kombi açık olmasına rağmen. yılbaşı ya, "yahu sahip ne işin var senin evde, deli misin. çık git" diyordu bana sanki. dinlemedim. dolabın kapısını açıp üzerime bir kazak geçirdim. yine de üşüyordum, hala da üşüyorum. bu bana özel bir şaka sanırım. ah, evet. yılbaşında napılır ki? müziğin sesi açılır belki. açtım. şarap içilir. bardağı doldurup bir dikişte içtim. sonra sahi, pastam vardı benim. muzlu ve çikolatalı. çıkarıp kutusundan, kestim onu. bol bol parçalara ayırdım. değişik parçalara. yediğim kadarını yerim dedim. şu ana dek üç küçük parça yedim ve şiştim. ama bu ufak pastayı bitirmem gerekir. yılbaşı bugün. bitirmem gerekir. mutfağa gidip bir şarap daha açtım. bu pastayı bitirmem gerekir! birinci şişe şarap çoktan bitmişti. noel baba bir yerlerde geyiğiyle parketmiş çam ağaçlarını küfrederek baltalıyor olmalıydı. çıldırmış olmalıydı diye düşündüm. bu ne beter bir zorunluluk. yılbaşını gerektiği gibi karşılamak. bu ne yaman bir zorunluluk. noel baba kesin çıldırmıştır. odama geri döndüğümde pasta parçalarından birini kestirdim gözüme. bir tanesi üçgendi. kusursuz bir üçgen. hipotenüsü muz, köşeleri sanki jöleli gibi, herhangi bir düş gibi, herhangi bir işve, eda gibi, bütün lezzetlerin içinde bir lezzet gibi. onu yedim. ama kendimi hiç iyi hissetmedim, hiç. şarap koydum bardağıma ve içtim. fazla bir şey anlamadım içtiğimden, sonra bir tane daha... ellerime baktım. elimde çikolata bulaşmıştı. çöpçülerin elleri sımsıcak ellerdi. ellerime baktım, çikolata. ellerime baktım, hiçbir şey.

    bir an dışarı çıkmak geldi içimden, ama yapmadım. dışarı çıkmazsam, ertesi gün yenilenen tarih benden hesap mı soracaktı? problem olursa gece yarısı bir sinemaya giderim. fitaş uygundur. ama evde oturup yeni yıla girmek, tek başına, ailenden uzakta, arkadaşlarından, biraz kendinden, biraz dünyadan uzakta olmak o kadar da kötü değil sanki. zaten kıyafetlerimi çıkarıp eşofmanlarımın içine girdim bile. bir sinek dolanıyor ve ben parmaklarımı bir 45'lik haline getirerek onu dikkatle izliyorum. emniyetini açacağım parmaktan 45'liğimin, silahı doğrultup allahın cezası sineği vuracağım.

    bir yılbaşını şimdiye kadar keşfedilmemiş en harikulade biçimde geçirmek için ne gerekir? evdeyken... iki şişe şarap daha belki de. dışarıda eğlenenler daha sıradan bir iş yapıyorlar. onların seslerini, eğlencelerini duyuyorum. ve bir ışık süzülüyor odama. boşveriyorum, herşey olması gerektiği gibi. gece biraz ağır akıyor ama genel olarak hayatımdan memnunum.

    pasta ve şarap?
  • facebook, twitter ..vs ortamlara "wagner ,şarap ve.... yalnızlık " benzeri iletiler yazarak bir sonraki yılbaşını kurtarmayı başaramayacağınız aktivitedir.

    evet, "alişan, çekirdek ve ..... fanta" (oldu mu?)
  • 2014' e girerken içinde bulunacak olduğum durum.

    tabi bu da yetmez, geçen gün yılbaşı alışverişi için gittiğim migros' taki korkunç sırayı görünce "ekspres kasa' dan geçeyim bari" diyerek 5-6 parça şey aldım. hani kısa sürede en çok ihtiyacınız olan şeyleri alırsınız ya, ben pek öyle yapamadım. ilk başta manav reyonuna girmiş ve "aa, bin yıldır yemedim" diye kereviz almıştım. poşette olduğu için bırakamadım. sonra üçlü kinder surprise, bir efes dark, bir sandviç ekmeği ve iki paket sigara aldım.

    dün gece kereviz yemeği yaptım ve tahmin edilebileceği gibi berbat bir şey oldu. gün içinde çatalla gelip geçip tencerenin içindeki etleri tırtıkladım ve şu an sadece kerevizler kaldı.

    öğleden sonra sitenin bekçisi aradı, "abi senin arabaya vurmuşlar, gördün mü" dedi. hoppaaa ! salağın biri sağolsun gelmiş iki kapıyı ve çamurluğu göçertmiş, hatıra olarak bir de aynasını bırakmış. 2008 gri golf. ne işime yarayacaksa.

    "hay alışverişine" dedim ve gidip pasta cila aldım, temizlemeye çalışırken hava karardı, içeri girdim.

    ne moral kaldı, ne de zaten olmayan keyfim..

    aile ? yok.

    sevgili ? yok.

    arkadaşlar ? yok.

    araba ? vurdular.

    (bonus : astınız / zehirlediniz / yedirtmeyiz)

    içki ? efes 50 cl dark.

    yemek ? kereviz.

    hayatımın özeti bu işte. yılbaşında yenen kereviz yemeği gibi. daha başıma ne gelebilir bilmiyorum.
  • en son 2009'da yılbaşında ev dışı bir etkinlik yaşadım. ondan beri evde tek başımayım.

    şu anda "bir fırtına tuttu bizi" türküsünü dinliyorum. bir film izledi. huzurluyum. mutluyum. az sonra groundhog day'i bir kez daha izleyeceğim.

    bütün hayatımı korkakça yaşadım. hayatımda hep birileri vardı. aile, sevgili, arkadaş. halen öyle. bir anım yok ki yalnız olayım.

    ama yılbaşı gibi anlarda yapayalnızım, evdeyim ve sadece kedi var. hatta o da benden nefret ediyor. gitti, kuytuda uyudu. mesudum.

    insana isteğe göre yalnızlık ya da kalabalık bahşedilen kaç gün var? ban yalnızlığı tercih ediyorum. bir paket papağan tuzlu ay çekirdek bitirdim. bir de süt mısırı çerezi yiyeceğim. dün 11'den beri 5 kişi aradı "gelsene lan" diye. hepsine aynını dedim (buradan okuyorsanız özür dilerim) "gelebilirsem geleceğim".

    insanın kendine yalnızlık bahşedebildiği anlar çok az lan. zaten yarından itibaren başlayacak işler, güçler, "x bey, bilmemneyi konuşmamız lazım"lar, "sınav"lar bilmemneler... yılbaşı yalnızlık için çok özel bir an lan. değerini bilmek gerek.
  • yılbaşını;arkadaş denilen insanların kaprisleri,gürültüleri,saçmalıkları olmadan huzur içinde geçirmek.
  • başta soğuk geliyor ama girince alışıyorsun.
  • tek kişilik gosterilerden akılda kalan anlar:

    yas 19: biraz dar gelen bir elbiseyi giymeye karar verildi gece yarısına yarım kala. her zaman min 10 kişilik nüfusu olan evde yapayanlız olunca arkadan mudahale edılmesi gereken fermuarla, kaybedilmesi kesin bir savas verip pes edip ustunde fermuarının yarısı çekili egrelti elbiseyle yataga fırtlatıp goz yaslarını yastıga silmek. sabah dokuz da once ev ahalinin ardından sevgilinin gelmesi. o sevgili ile olmayacağını anladıgım gundür.

    yas 23: iki gün önce aldığı teklıfle, hiç beklemediği bir şekilde hayalleri gercek olmuş, goklere cıkmıs, bir turlu yere inmediğinden gece için güzel görünmekten gayrı plan yapmış. sevgilinin "ben yorgunum, seni eve bırakayım" ına kanıp eve gelmiş 11 civarı . eve yeni taşınılmış, o teklifi eden yapmış kırık kalebodurları, telefon yok henuz, sevgilinin evinde de yok, ama sevgilide cep var, o zaman herkeste cep yok, gece yarısına 5 kala bakkala inilmiş yeni yılın kutlu olsun" demek farz ya hani, hiç sorgulanmamış niye bırakıp gittiği. kırık kalbimi hep avutan, azimli bir beynim var, luzumlu luzumsuz.
    gürültülü bir ortamda açar telefonunu, yanında ciyak ciyak eglence sesleri vardır, buz gibi konuşur o, ciyaklardan birisi obur kulağına egılır bagırmaya devam eder, iki gün evvel ilanı aşk eden, o mudur? o gün, benle değil yanındaki ciyakla evleneceğini farkettiğim gündür.

    yas 30: ama alnımda bir yumru, kolumda dokundurmaz bir acı, mosmor, ensemde balyoz, ama tek tek utulediğim gömleklerden cantalara çoraplara üst üste hepsi, sigara söndürülmüş üstünde, ama üstümde kocamın aldığı hediye kazak var, ama fırlatsın istemedim pakedi, ama o da olsun istedim, ama çok mutluydum bir aydır.
    olsun, iki gün önce otuzuma bastım ben. superım, ama sucluyum, ama kötü bir yıl geçirdim, mühim değil. "mühim değil seviyorum seni gel güzel bir gece olsun gel, aklımıza ne gelirse yapalım hakkını verelim*"(hakkı neyse, nasıl bir şeyse?), ama yok, uyuycakmış o, endişeli çok, yorgun üzgün, seviyor biliyorum, ama sevmemek istiyor artık benim gibi. değiştiremiyor dünü. ama sms ler geliyor telefonuma, ama en neşeli sesimle annemi kandırdım demin. ama dört yıldır söz veriyoruz biz bir daha göcekte kuru bir yılbası geçirmeyelim diye. hatta ben yeminler etmiştim, hem ankara da olacaktım hem kar yagacaktı. yemin etmiştim beni seven birinin yanında olacaktım, hayır gene de ısrarlıyım, ağlamak yok mesela, şarap var kırmızızsından, hep önce beylizle baslayıp midemi bozuyorum, şarap küskün akıyor yemek borumdan, şarabın, bazen dördüncü, bazen beşinci kadehine aşık olurum ben, şarkı söyleteni hangiis ise, bir bilemedin iki sonraki kadehten de hazzetmem pek, bir kere duşta tuş etmişti beni. hindi kestiler demin televizyonda canım çekti, kumandanın yanında fıstık kabukları var, yanında yarısı yenmiş capuccinolu milka, sigaralar izmaritler tutun, sıgara kagıdı, acaıp bir sofra kurmusum, farkettim ki demin hayatımın en farklı yılbası sofrası budur.

    bu gün ondan ayrılmak istemediğimi farkettiğim gündür.
  • sözlük ahalisinin hakkında birer ikişer satırlık "entry"ler girerek savunmaya çalıştığı boktan durum. yok kafa dinlemekmiş, yok yılbaşı mantıksız bi konseptmiş, yok dışarda curcuna, sarhoşlar, gereksiz insanlar, boş arkadaşlar varmış (bunu da anlamam he, ulan arkadaşın boşsa, yanında kendini yalnız hissediosan niye o adamla arkadaşlık yapıyosun!), kutlamalar şaklabanlıkmış, cart curt. ben yermiyim? yemem. param yok dersen o ayrı, babalar gibi alırsın 3 şişe efes bir de çekirdek, 10 liraya takılırsın evde, delikanlılar gibi de girer sözlükte yaparsın acındırmanı.

    baylar bayanlar, kabul edelim, yılbaşı gecesi kimse evde yalnız oturmak istemez. kendimizi kandırmayalım. içip eğlenip kavga çıkartıp, yeni yılın ilk ışıklarını nezarette karşılamak bile daha eğlencelidir, bundan eminim. duygusal açılım tespitimizi yapmayacak mıyız? yapalım hemen:

    yılbaşını evde tek başına geçirmek... evet dünyanın sonu değil belki, hatta dışarda açlık sınırında yaşayan, sokakları evi bellemiş, kimsesiz birçok insan var. ve hatta evet afrikada çocuklar açlıktan, insanlar hastalıktan kırılıyor. evet ulan bunlar gerçek! itiraz eden yok ama bu mudur savunma mekanizması? öyleyse hiç eğlenmeyelim, gülmeyelim hatta sürekli somurtalım, felsefeye filozofiye verelim kendimizi. o zaman açlar doyar, evsizler boğaz kenarında malikane sahibi olur belki.

    yılbaşı konsepti dünya üzerinde herkesin ya gizli gizli ya da açıktan açığa, eğlenmeyi en çok istediği gecedir. ve sen bu gecede evde yalnızsan, eğlenemezsin kardeşim! içersin, tv ye bakarsın, bayık programları izler, fashion tv show u izlersin. bir yanda msn açıktır ama normalde 20 kişi online oluyorken, 3-4 kişi vardır, onlarla da konuşmaya yüz bulamazsın. içersin. kafan güzel olur, ağlarsın. kendine ağlarsın ve bu ağlama dünyadaki en kötü ağlamadır. bu sırada tv de bulanık renkler görürsün, saat 12 olmak üzeredir. birileri bişiler sayarlar, korkarsın. o an gelmiştir. kalkarsın, cama gidersin, havai fişekleri izlersin... dalar gidersin, 10 dakika sonra kendine gelir, tv ye bakmaya devam edersin. biraz daha biraz daha içersin. mayhoşlaşırsın, kafanın altındaki yastığın ıslaklığı rahatsız etmez olur, sızarsın...

    not: kötüleyeceğinizi biliyorum. özellikle açlar açıktakiler konusunda. çok kötü butonuna basmadan önce vereceğim hesaba 5 tl lik yardım yapın o insanlar için, ondan sonra gönlünüzce basın butonu kopartana kadar...
  • gayet eğlenceli olan durum. trajikleştirmeyin şunu.
hesabın var mı? giriş yap