• 1. okuma yazma bilmeyen.

    2. fıtratı bozulmamış, fıtratına sonradan müdahale edilmemiş...eğitim insan fıtratını değiştirir; bir yönden inşa ederken, diğer yönden tahrip eder, köreltir.

    3. ümm anne demektir; yani tüm mahlukatın kaynağıdır. mesela bir ağaç, ufacık bir tohumun tafsile gelmiş halidir; tıpkı bunun gibi kainat son peygamberin hakikatinin açılmış ve ayrıntıya dökülmüş halidir. tüm insanlar da aynı şekilde onun fert fert, ilmek ilmek açılımıdır.

    salat ve selam onun üzerine olsun.
  • tanrının bildirdiklerinden başka hiç bir şey bilmeyen peygamber... gerçekte ana anlamına gelen üm sözcüğünden türemiştir ve anasından doğduğu gibi anlamında anasal demektir. konuşma dilinde okuma yazma bilmeme anlamını dilegetiren bu deyim islâmsal dilde bu anlamı vermez, eşdeyişle peygamber okuma yazma bilmektedir ama gene ümmi'dir. bu anlam konuşma dilindeki bilgisiz'i değil, tersine, çok bilgili'yi dile getirir. demiştir orhan hançerlioğlu felsefe ansiklopedisinde.

    hz.muhammed'in ticaret ile uğraşan biri olduğunu da bildiğimize göre kur'an'da hz.muhammed'in ümmi olduğunun yazması onun okuma yazma bilmediğini söylemeye çalışmaz aslında. allah'ın bildirdiklerinden başka hiç bir şey bilmeyen, anadan doğduğu gibi... derken kelimenin geçtiği* yerlerde bilge, günah işlememiş, saf anlamına da gelebilir. arap halkına ithafen yazılmış yerlerde ise bu anlamı taşımaz. kutsal kitapları okumayanlar, bilmeyenler anlamına kayar. halk arasında, konuşma dilinde ise bilgisiz, okuma-yazma bilmeyen anlamı daha doğru olur.
  • konumuza dönersek, “ümmî” tâbirinin karşılığı olarak “okuma-yazma bilmeyen” ya da “câhil” ifadelerini kullanmak ziyadesiyle yersizdir. ümmî, “anadan doğma âlim” demektir. bir başka ifade ile, ilim öğrenmek için “okuma-yazma” aletine ihtiyacı olmayan, ilmi okuma ve yazma yöntemlerinden başka araçlar ve yöntemler kullanarak öğrenebilen kişi demektir. vesselâm…
  • hamidullah isimli bir ilahiyatçıya göre "okuma yazma bilmeyen kişi" anlamında ele alıyorsak hz. muhammed için kullanılması hatalı sözcük.

    hamidullah hz. muhammed'in okuma yazma bildiğini iddia etmektedir. buna dair görüşünü de hudeybiye anlaşması görüşmeleri sırasında gerçekleşen bir olaya dayandırmaktadır. anlaşmanın yazılmasına geçildiğinde katip hz. ali tarafları yazmaya başladığında "allah'ın resulü muhammed" diye yazmıştır. ama mekkelilerin temsilcisi "biz resul (elçi) olduğunu kabul etse idik zaten karşında olmazdık abdullah oğlu muhammed yazılsın" demiştir. hz. muhammed bu isteği kabul etmiş ve değiştirmesini istemiştir hz. ali'den. hz. ali'nin ise "allah'ın resulü" ibaresini silmeye eli varmamıştır. bunun üzerine hz. muhammed bizzat silmiştir. işte bu noktada hamidullah, hz. muhammed'in okuma yazma bildiğine dair kanıt olarak kullanmaktadır bu silme eylemini. okuma yazma bilmeyen bir kişinin adını okuyup da silemeyeceğini söyler.

    hamidullah'ın görüşüne ise hz. muhammed'in ümmi olduğunu iddia edenler tarafından "adı çok kullanıldığı için bilmesi normaldir. okuma yazma bilmese de adını tanıyabilir" tarzı bir açıklama getirilmektedir.
  • cahil ve cehalet ile karistirilmamasi gereken durumdur. ne ummiler vardir anadolu da gorun ki en egitimlisinin cehaletini ortaya cikarir.
  • (bkz: abecesiz)
  • ümmî, bir anlamıyla „ilim ögrenmek için okuma-yazmaya ihtiyâcı olmayan“ anlamında bir sıfattır.

    okuma ve yazma, birer vâsıtadır. „bu vâsıtalara sâhip olmayan kişi ilim ögrenemez.“ denilemez, çünkü târihte hz. muhammed’den mâdâ bu önermenin olumsuz oldugunu kanıtlayan zevâtın varlıgından biliyoruz. en yakın örnek kânî karaca; hâfızdı ve kıraat ilminde çok özgün, kendine hâs bir üslûba sâhipti. ayrıca çok yüksek bir musikîşinastı. ama okuma-yazma bilmiyordu, çünkü kördü.

    bir başka misâl, rahmetli âşık veysel; onun kadar güzel söz söyleyebilmek için belli bir ilme sâhip olmak lâzım. âşık veysel o ilme sâhipti ve fakat okuma yazması yoktu. onun için, okuma-yazmayı o kadar da ehemmiyetli görmemek lâzımdır.

    okuma-yazma, ögrenmek için bir vasıta elde etmektir. ancak yegâne vâsıta degildir. en bilinen bir diger vâsıta „bir bilenden ögrenmek“tir.

    daha önce deginildigi gibi, ümmîlik deyimsel anlamıyla da „anadan dogma âlim“ demektir. „ana“ kelimesi ile akrabalıgı bu husustadır.

    hz. muhammed’in ümmî oldugu ve okuma yazma bilmedigi tarihî rivâyetlerle, sünnet ve hadis ile ve kur’an âyetleri ile sâbittir. hamidullah gibi oturup yeni bir fikir üretmeye gerek yoktur. hiç merâk etmeyin, hamidullah’a gelene kadar onlarca islâm âlimi bu konuda yeteri kadar tefekkûr etmiştir. bu „cinlik“ de hamidullah’ın uydurdugu bir teoridir. çünkü hudeybiye anlaşması’nın imzâlanması sırasında hz. muhammed’in hz. ali’ye cevâben „o zaman göster de, ben kendim sileyim!“ dedigi hudeybiye kayıtlarında vardır.
  • ilâveten; hz. muhammed‘in hz. hatice ile evliliginden önce yaşanan bir vakıa da, hz. muhammed’in okuma-yazma bilmedigine bir başka delildir.

    şöyle kî; hz. hatice hem anne tarafından hem de baba tarafından, hem de önceki iki kocasından kalan servetlerin sâhibi, oldukça varlıklı, çok zengin bir hanımdır. ticâret ile iştigal eder. bugünkü koca bir tır filosuna denk gelebilecek bir nakliye firması ile karşılaştırılabilecek büyüklüklerde kervanlar düzenler ve cümlesini de idâre ederdi. hz. hatice’nin bu işlerinden yardımcı olan bir kölesi vardır, ismi meysele’dir.

    hz. hatice bir keresinde hz. muhammed ile birlikte çalışır. şam’a bir kervan düzenlenir. hz. hatice, kölesi meysele’ye özel tenbihte bulunarak bu kervanda görevlendirir. işte bu meysele’nin bu kervanda tâkip ettigi hz. muhammed’e ilişkin notlarında anlatılır; hz. hatice meysele’ye „nasıl?“ diye sorar, meysele hz. muhammed’i şöyleydi, böyleydi diye övdükten sonra „okuma-yazma bilmemesine ragmen kervanın hesâbını kuruşu kuruşuna tuttugunu ve bütün bunları tıkır tıkır kafasından becerdigini“ beyân eder. bu rivâyet de „ticâret ile ugraştıgına göre mutlaka okuma–yazma biliyor olmalı“ iddiâlarına karşı kanıttır.
  • okuma yazması olmayan şeklinde kalıp bir anlam kazanan ümmi kelimesinin oluşumu hakkındaki iki yorum şöyledir:
    1- ümmi arap ümmetine mensup olan demektir, çünkü araplar okuma ve yazmadan yoksun kimselerdi. böylece bu kelime de okuma yazma bilmeyenler için istiare yoluyla kullanılmıştır.
    2-araplarda yazı işiyle erkekler uğraşırlardı. kadınların okuma yazması diye birşey mümkün değildi. okuma yazma bilmeyenlerin bu yönleriyle annelerine benzemesi sebebiyle ümmî diye anılırdı. ümmî, anneye ait olan, ona yakışan demektir
  • mahmud erol kılıç'a göre modern zamanlarda çok daha mana kazanmaya başlayan tabir. yaygın bilinen haliyle 'okuma yazması olmayan'lara atfedilen bu özellik tasavvufi düşüncede daha deruni anlamlar içermekte. 'islami konular da dahil olmak üzere her türlü bilginin yüceltildiği modern dünyada ümmi olmak 'eksiklik' olarak algılansa da kavram hakiki manası ile düşünüldüğünde tam da en çok ihtiyacını duyduğumuz şeyin ümmilik olduğunu farkediyoruz.
    ümmi, hakikatte 'ilahi hakikat dışındaki bilgilerden, her türlü dünyevi bilgiden korunmuş' kişi demek. 'kalbiyle akleden kişi' de denilebilir. bu gözle bakıldığında ümmi olmanın ne kadar mühim bir şey olduğu daha iyi anlaşılabilir. mahmud erol kılıç, 'evvele yolculuk' adlı kitapta meşhur bir aydının "ben kimseye bağlanmadım ama birine bağlanacak olursam ümmi bir kişi olması lazım" dediğini aktarır. yine aynı kitapta eski zamanlarda şeyhlerin kendilerine intisap eden birinin ümmi, saf, köylü bir çoban olduğunda ne kadar sevindiklerini anlatır. şeyh, intisap eden kişinin medrese ehli olduğunu öğrenince 'vay başımıza' dermiş. 'yalan yanliş bildiklerinin onun seyr u sülûkuna engel olacağını düşünürlermiş. kılıç, kitapta buna örnek olarak çok hoş bir kıssaya yer verir:

    abdurrahman sami efendi şücaaddin aziz'e ilk intisap ettiği zaman yedi tane bavulla gitmiştir kendisine. her birinde ayrı ayrı cübbeler. çünkü çok temiz giyinen, bir giydiği cübbeyi bir daha giymeyen bir istanbul müderrisi. diğeri ise bir hamal. intisaba giderken yedi tane bavulu ile gitmektedir ve çok ağır çileler çektirtir kendisine. öyle ki bir at arabası tekerleğinin içine veya bir fıçının içine oturtarak, hem de sarığıyla cübbesiyle mahallenin içinde bir fıçının içinde oturtur. gelen geçen çocuklar gülerler, laf atarlar. tuvalet temizlemekten tutun da... der ki, "üstadım ben bir alimim, benim gibi bir alime bunu neden yaptırıyorsunuz? rezil oluyorum" der ki: "dişlerinin arasında en ufak bir mollalık kırıntısı kalmasın diye yaptırıyorum" bunuz üzerine abdurrahman sami efendi gider otuziki dişini birden çektirir, bir mendile koyar, şeyhine teslim eder. şeyhi "oğlum biz sana mecazen söyledik, sen ki tesliöiyetini göstermek için bunu hakikate hamlettin, gittin sağlam dişlerini çektirdin, açılsın önündeki bütün kapılar! demesiyle sami efendi'de hilafet sırrı zuhur eder. hoca sami şeyh sami olur...

    "hz. muhammed ümmidir" kastı tam da burayla irtibatlıdır" ve 'modern' insanın çok da anlayamayacağı bir durumdur maalesef...
hesabın var mı? giriş yap