16 entry daha
  • eskiçağ'da özellikle de roma'da, insanların yıldırım çarpmasından korktuğu anlatılır. diyeceksiniz ki, "yahu şimdi korkan yok mu?" evet var. ancak bu korkunun abartılmış olmasından bahsediyorum. günümüzde de yıldırım çarpmasından korkulabilir, ancak bu günlük yaşantımıza sirayet etmez. yolda yürürken "bana her an yıldırım çarpabilir" diye düşünmeyiz. ama eskiçağ'da bunu düşünerek kaygılananlar varmış. nasıl olmasın? şimdiki gibi vaktin önemli bölümü içeri gömülerek geçirilmediği; dört duvara kapanılmadığını, gündüz esra ceyhan, gece de okan bayulgen izlenmediğini düşününüz. böyle bir dönemde filozof seneca çıkıp şu sözü sarf etmek zorunda kalıyor:

    "nemo unquam fulmen timuit, nisi qui effugit"

    bu söz, naturales quaestiones ii.'de bulunmakla birlikte dehşet bir nasihati imlemektedir insanlığa. hatta nietzsche'nin meşhur "beni öldürmeyen güçlü kılar" sözü de buradan çıkma olabilir. "kimse" (nemo) diyor filozof, "kaçmadıkça (nisi qui effugit), yıldırımdan korkmaz (fulmen timuit)" yıldırımdan korktuğunuz için mi ondan kaçarsınız, sakınırsınız; yoksa kaçtığınız, sakındığınız için mi ondan korkarsınız? filozofa göre her ikisi de birbirini tetikler. eserinin ikinci kitabı tümüyle bu konuya ayrılmıştır; eğer zeus (deus) hem tanrısal öngörü (providentia) hem de kader (fatum) ise, ayrıca yetkin bir güce sahipse, neden yıldırım okunu fırlatarak insanları cezalandırsın? bunu yapmamalı; yıldırım çarpıyorsa, şimşek çakıyorsa bu tanrısal öfkenin işareti olmamalı. zira o ne kadar yetkinse, her şeye başlangıçta "bir kerede" karar vermiş olmalı. hem zeus'a inanıp, hem de onun insanlara kızarak ok fırlattığını düşünmemelisin. zira kader önceden belirlenmişse ve sen buna inanıyorsan, bu belirlenmişi değiştiremeyeceğine göre, ondan kaçmanın, sakınmanın bir mantığı yoktur. değiştiremeyeceğin şeyi kabullenmek durumundasın. işte eserin bu bölümünde anlatılan budur; yıldırım çarpmasından, depremden, selden, yangından vb. doğa felâketlerinden kaçmanın hiçbir anlamı yoktur, eğer inanıyorsan.

    buradaki tevekkülün çok iyi izah edildiğini düşünüyorum. stoa felsefesinin altın dönemi olarak görülen roma stoasının tam da idarî zulmün, karmaşanın hâkim olduğu, roma topraklarının dört bir yanında savaşın, karmaşanın baş gösterdiği bir dönemde güç kazanmış olmasını ve yukarıdaki gibi öğütlerin filozofların diline pelesenk olmasını nasıl karşılarsınız? insanları itidâle davet eden filozof, yolda yürürken yıldırım çarpmasından, evde otururken de depremden korkmamamız gerektiğini söylemiş ve kendisi de damarını açma cezasına çarptırıldığında, socrates gibi ses etmeden, sakince damarını açıp yavaş yavaş kanayarak, ancak damarı kesilenlerin bilebileceği, ince bir ağrıyla ölümü kucaklamıştır. söylemiyle yaşamı bu kadar örtüşebilen çok az adam bulursunuz artık. konformist zihinler, değiştiremeyeceğimiz herbir şeyden sakınmamız gerektiğini sanki bu, erdemli bir tutummuş gibi nasihat ederken (indeterminizm yani democritus'un materyalizmi ve epicurus'un hazcı felsefesi, ibrahimî determinizmin hâkim olduğu modern dünyaya konformizm maskesiyle sızmıştır), kader nedir, omnipotens-kadir-i mutlak yaradanın elinden çıkma mıdır, yoksa o da kadere zincirlenmiş midir, ben kaderin bir parçası mıyım, yoksa kader mi benim parçam gibi sorular sormuyor. sadece daha az acıyla paçayı kurtarmanın derdine düşmüş durumda. 17. yy.'da, modern ingiliz pragmatistliğinin babası sayılan francis bacon, seneca da dahil olmak üzere diğer stoacıları ölüme hazırlığı fazla abartmakla suçlamıştı. günümüzde de kafası çalışan bir insan evladı çıkıp aynı suçlamayı yapabilir. eskiler mevzuu anlamış, yeniler ise anlayanları dinleyerek yetişmiş ve biliyor olmanın ukâlalığıyla alaya başlamış. oysa onlar da yeni öğrendiklerini öylesine ciddiye alıyor ki, sonraki nesiller de onları alay konusu yapacak. her nesil bir sonrakinin alay konusu olmaktan kurtulamıyor.

    oysa aynı filozof aynı kitabının aynı bölümünde "kaderimiz aynıdır" diyor ve ekliyordu "eğer bir yargıç ya da magistratus/bakan bize ölüm cezası verirse (jtk: ki seneca'ya bu ceza verildi), karara boyun eğmeli ve celladımıza teslim olmalıyız. ölüme başkasının ya da kendimizin kararıyla gidelim ne fark eder? her gün ölümden korkuyorsan, ne akılsızsın, ne kırılganlığını unutmuş! yıldırımdan kaçarsan, yaşayabileceğini mi sanıyorsun? olmadı bir kılıcın, taşın ya da hastalığın kurbanı olursun. yıldırım tehlikelerin en ciddisi değil, sadece, en belirgin olanı!"

    bakkal amca, ben domuz gribi aşısı olacağım. bir de fiş.
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap