• basiniza gelme olasiligi iyimserlere gore 4 milyonda bir, kotumserlere gore 55 binde bir olan hadise. kotumserlere el salliyorum buradan.
    not : asya'da yildirimdan olmenin en buyuk sebeplerinden birisinin golf oynamak oldugunu biliyor musunuz ?
  • bulutla temas etmek.
  • yağmur damlaları eşliğinde ipod'da romantik parçalar dinlerken başa gelebilecek felaketlerden biri.

    http://www.technewsworld.com/rsstory/58292.html
  • eskiçağ'da özellikle de roma'da, insanların yıldırım çarpmasından korktuğu anlatılır. diyeceksiniz ki, "yahu şimdi korkan yok mu?" evet var. ancak bu korkunun abartılmış olmasından bahsediyorum. günümüzde de yıldırım çarpmasından korkulabilir, ancak bu günlük yaşantımıza sirayet etmez. yolda yürürken "bana her an yıldırım çarpabilir" diye düşünmeyiz. ama eskiçağ'da bunu düşünerek kaygılananlar varmış. nasıl olmasın? şimdiki gibi vaktin önemli bölümü içeri gömülerek geçirilmediği; dört duvara kapanılmadığını, gündüz esra ceyhan, gece de okan bayulgen izlenmediğini düşününüz. böyle bir dönemde filozof seneca çıkıp şu sözü sarf etmek zorunda kalıyor:

    "nemo unquam fulmen timuit, nisi qui effugit"

    bu söz, naturales quaestiones ii.'de bulunmakla birlikte dehşet bir nasihati imlemektedir insanlığa. hatta nietzsche'nin meşhur "beni öldürmeyen güçlü kılar" sözü de buradan çıkma olabilir. "kimse" (nemo) diyor filozof, "kaçmadıkça (nisi qui effugit), yıldırımdan korkmaz (fulmen timuit)" yıldırımdan korktuğunuz için mi ondan kaçarsınız, sakınırsınız; yoksa kaçtığınız, sakındığınız için mi ondan korkarsınız? filozofa göre her ikisi de birbirini tetikler. eserinin ikinci kitabı tümüyle bu konuya ayrılmıştır; eğer zeus (deus) hem tanrısal öngörü (providentia) hem de kader (fatum) ise, ayrıca yetkin bir güce sahipse, neden yıldırım okunu fırlatarak insanları cezalandırsın? bunu yapmamalı; yıldırım çarpıyorsa, şimşek çakıyorsa bu tanrısal öfkenin işareti olmamalı. zira o ne kadar yetkinse, her şeye başlangıçta "bir kerede" karar vermiş olmalı. hem zeus'a inanıp, hem de onun insanlara kızarak ok fırlattığını düşünmemelisin. zira kader önceden belirlenmişse ve sen buna inanıyorsan, bu belirlenmişi değiştiremeyeceğine göre, ondan kaçmanın, sakınmanın bir mantığı yoktur. değiştiremeyeceğin şeyi kabullenmek durumundasın. işte eserin bu bölümünde anlatılan budur; yıldırım çarpmasından, depremden, selden, yangından vb. doğa felâketlerinden kaçmanın hiçbir anlamı yoktur, eğer inanıyorsan.

    buradaki tevekkülün çok iyi izah edildiğini düşünüyorum. stoa felsefesinin altın dönemi olarak görülen roma stoasının tam da idarî zulmün, karmaşanın hâkim olduğu, roma topraklarının dört bir yanında savaşın, karmaşanın baş gösterdiği bir dönemde güç kazanmış olmasını ve yukarıdaki gibi öğütlerin filozofların diline pelesenk olmasını nasıl karşılarsınız? insanları itidâle davet eden filozof, yolda yürürken yıldırım çarpmasından, evde otururken de depremden korkmamamız gerektiğini söylemiş ve kendisi de damarını açma cezasına çarptırıldığında, socrates gibi ses etmeden, sakince damarını açıp yavaş yavaş kanayarak, ancak damarı kesilenlerin bilebileceği, ince bir ağrıyla ölümü kucaklamıştır. söylemiyle yaşamı bu kadar örtüşebilen çok az adam bulursunuz artık. konformist zihinler, değiştiremeyeceğimiz herbir şeyden sakınmamız gerektiğini sanki bu, erdemli bir tutummuş gibi nasihat ederken (indeterminizm yani democritus'un materyalizmi ve epicurus'un hazcı felsefesi, ibrahimî determinizmin hâkim olduğu modern dünyaya konformizm maskesiyle sızmıştır), kader nedir, omnipotens-kadir-i mutlak yaradanın elinden çıkma mıdır, yoksa o da kadere zincirlenmiş midir, ben kaderin bir parçası mıyım, yoksa kader mi benim parçam gibi sorular sormuyor. sadece daha az acıyla paçayı kurtarmanın derdine düşmüş durumda. 17. yy.'da, modern ingiliz pragmatistliğinin babası sayılan francis bacon, seneca da dahil olmak üzere diğer stoacıları ölüme hazırlığı fazla abartmakla suçlamıştı. günümüzde de kafası çalışan bir insan evladı çıkıp aynı suçlamayı yapabilir. eskiler mevzuu anlamış, yeniler ise anlayanları dinleyerek yetişmiş ve biliyor olmanın ukâlalığıyla alaya başlamış. oysa onlar da yeni öğrendiklerini öylesine ciddiye alıyor ki, sonraki nesiller de onları alay konusu yapacak. her nesil bir sonrakinin alay konusu olmaktan kurtulamıyor.

    oysa aynı filozof aynı kitabının aynı bölümünde "kaderimiz aynıdır" diyor ve ekliyordu "eğer bir yargıç ya da magistratus/bakan bize ölüm cezası verirse (jtk: ki seneca'ya bu ceza verildi), karara boyun eğmeli ve celladımıza teslim olmalıyız. ölüme başkasının ya da kendimizin kararıyla gidelim ne fark eder? her gün ölümden korkuyorsan, ne akılsızsın, ne kırılganlığını unutmuş! yıldırımdan kaçarsan, yaşayabileceğini mi sanıyorsun? olmadı bir kılıcın, taşın ya da hastalığın kurbanı olursun. yıldırım tehlikelerin en ciddisi değil, sadece, en belirgin olanı!"

    bakkal amca, ben domuz gribi aşısı olacağım. bir de fiş.
  • seneca'nın stoa determinizmine dayanan doğa-bilimlerine özgü açıklamalarına temel oluşturan etik duyuşun bir göstergesi olarak "nemo unquam fulmen timuit, nisi qui effugit" sözünden bahsetmişiz de, doksograf plinius'un "unum animal"ine hiç dokunmamışız. dönemin (i.s. 1. yy.'a varıncaya değin) doğabilimlerine ilişkin bilgi birikimini yansıtan eseri naturalis historia'nın ikinci kitabının elli beşinci bölümünün yüz kırk beşinci kısmında sadece insanın yıldırım çarpmasından her daim ölmediğini dile getirir, diğer canlılar ise, ona göre, herhangi bir yıldırım çarpmasına dayanabilecek kudrete sahip değildir (unum animal hominem non semper exstinguit, cetera illico). başka deyişle, insan her yıldırım çarpmasıyla ölmez ama onun dışındaki her canlı her yıldırım çarpmasıyla ölür.

    burada ilginç olmayan ise <sanki bu ilginçmiş gibi!> plinius'un, insandaki bu direnci klâsik animist düşüncenin bir yansıması olarak doğanın bir lütfu / bahşettiği onur olarak görmesidir (natura tribuente honorem). plinius'a göre doğadaki diğer canlılar <yine doğanın bahşettiği onurlarla> insana üstün gelir (cum tot beluae viribus praestent). yani doğa bir nevi eşitliği sağlamak adına insanı yıldırım çarpmasına, fizikî açıdan insandan birçok alanda üstün olan hayvanlardan daha dayanıklı kılmıştır. plinius'un devamında söylediğine göre, yıldırım çarptığında her şey parlamanın olduğu alanın aksi yönüne kayarken, insan ancak yıldırım kendisine dik açıdan çarparsa ölür. yıldırım insana uyanıkken çarpmışsa, gözleri kapalı bulunur; uykudayken çarpmışsa açık. roma'da bu şekilde ölmüş insanları yakmak yasak olduğundan, dinî geleneğe göre cesedin derhal gömülmesi emredilir. yıldırım çarpması esnasında ölmedikçe, hiçbir canlı <o an> ateş almaz.

    plinius metnin bu bölümünde numizmatikçileri ilgilendiren kayda-değer bir bilgi verir. http://www.beastcoins.com/…cture/temples/temple.htm adresinde bir örneğini görebileceğimiz bir roma sikkesi üzerinde bir kartal yıldırımlara konmuş durumdadır. plinius metnin bu bölümünde deniz hayvanlarıyla birlikte kartallara da yıldırım çarpmadığını söyler ve "bu da neden kartalın yıldırım silahıyla resmedildiğini açıklar" (quae ob hoc armigera huius teli fingitur) diye de ekler. haliyle bu noktada "deniz hayvanlarıyla kartallara yıldırım çarpmıyorsa, nerede kaldı doğanın insanla hayvanlar arasındaki denge<leme> siyaseti?" sorusu sorulabilir. plinius bunu akletmediği için laflar da hazırlamamış, devamında iç savaşlar / caesar savaşları döneminde (belli caesariani) halkın terracina ile feronia tapınağı arasında kule inşa etmediğini, zira buradaki her kuleye muhakkak yıldırım çarptığını söyler ve yıldırım çarpması konusunu tamamlar.

    işte burada doksograf plinius ile insanın ahlâk duyuşunu temel alan stoacı determinist seneca arasındaki temel fark açığa çıkar, seneca olsa bu verilerden hareketle "kimse kaçmadıkça yıldırımdan korkmaz" minvalinde bir "o halde yıldırımdan kaçmaya gerek yok, tanrısal istenç her yerde, yasa tek ve bozulmaz" sonucuna varırdı. plinius da ahlâka indirgenmiş indirgemeci bir tutum yok, "ben veririm bilgiyi, işime bakarım, isteyen istediği dersi çıkarsın beni ilgilendirmez" der gibidir. kartallar, feronia tapınağı falan, hepsi birer bilgi nesnesi, hepsi objektif bir doğa-bilimcinin samimî bilgilendirme gayretinden sayılıyor, buna karşılık seneca içten pazarlıklı, doğaya ve onun bilgisine gidiyor, çünkü ondan insanın ahlâk yaşamına ilişkin istediği verileri toplama amacında. aklı fikri etikte, bu yüzden, plinius'un fiziğe güdümlü aklına tezat oluşturuyor. biri için amaç olan diğeri için araç. doğa bilgisi amaç da olsa, araç da fark etmez; neticede yıldırımdan niceleri ölmüş ölmemiş, bunun bir önemi yok, iki romalı tip de yıldırımın oluşumuyla ve doğasıyla ilgileniyor, ölen, onca insan arasında tersten piyango kendisine çıktı diye talihine yansın, istiyorlar, bundan sonrakiler en azından ölürken "hmm yıldırım dikten çarptı abi, tabii ki ölücem, ölmücem de ne olcak yani, şu birkaç saniye içinde üzülerek kendimi yıpratmıyım, paşa paşa öleyim" desinler. zira bilgi huzurdur.
  • gerçekleşme ihtimali 12 milyonda bir olan şey. piyango oynamaya devam edebilirsiniz, şansınız daha yüksek.
  • (bkz: azizsilin)
hesabın var mı? giriş yap