• beynimizin önemli bir kısmı bilinçli düşünme faaliyetinin kapsama alanı dışında kalır. bilinçli akıl yürütme, zihinsel donanım kaynaklarımızın çoğuna ulaşamamaktadır. bir problemi çözmeye uğraşırken yada en basitinden bir sonraki anda ne yapmamız gerektiğini anlamaya çalışırken sadece bilinçli düşünceye tahsis edilmiş nöronlarla yetinmek durumunda kalsaydık halihazırda kolaylıkla yapabildiğimiz bir çok şeyi ya hiç yapamaz yada yapamamaya yakın yavaşlıkta icra edebilirdik. bu bir çok şeyin içine bir fonksiyonu integrallemek kadar futbol oynamak, araba kullanmak vs. de girerdi.

    örneğin bir futbolcu arkadaşının koşmakta oldugu yöne doğru bir atış yaptığında, beyni ve sinir sistemi sadece atışı gerçekleştirmek için gerekli kas kasılmaları için uyarılar göndermekle kalmaz ama aynı zamanda bu kas kasılmalarının zamanlamasını ve şiddetini de ayarlar. topa ne zaman, hangi açı ve hangi hızla vurulursa istenilen yere gideceğini tespit edebilmek için bir diferansiyel denklem çözmek gerekir ve "matematik çok zor, direktman bayarsaan" insanlarının bile beyinleri - eğer futbol oynamayı becerebiliyorlarsa - takım arkadaşlarının kanser olmasına vakit bırakmadan gerekli hesaplamaları yapar ve gerekli uyarıların gönderilmesini buyurur. topa vurma işini analitik düzleme dökmek, doğru hızı, zamanı ve açıyı bilinçli akıl yürütme ile çözmeye kalkmak şüphesiz oyun oynanmasını imkansız kılacak kadar uzun sürecektir - ki diferansiyel denklem çözme işinin önemli bir kısmını oluşturduğu bir oyuna fazla talep olmayacağı da aşikardır.

    sezgi, futbolun popülerliği kadar, temelde bilinçli bir süreç gibi görünen bilgi üretme, akıl yürütme alanlarında da - aynı biçimde - etkilidir. einstein, genel göreliliği formüller üzerinde düşündüğü bir anda değil tüm o formülleri beyninin güçlü ve bilinç tarafından izlenemeyen alanlarına yükleyip, onun, tüm gerekli işlemleri yapmasını, denklemleri çözüp sonuçları karşılaştırmasını müteakiben - aniden - buluvermiştir. hemen hepimizin zaman zaman yaşadığı "aydınlanma anları", bilinç-dışı beynin bulduğu sonuçların bilince bildirilmesinden başka bir şey değildir.

    sezgi genelde "brute-force" çalışır. önyargılar, inançlar ve gizli kabullerden inşa kurallar tarafından sınırlandırılmış rastgele denemelerle meşgul olunan probleme bir çözüm üretmeye; yeni, parlak fikirler bulmaya çalışılır. neyin parlak bir fikir neyin zırvalık oldugu, yine bilinç-dışı beyin tarafından işletilen ve benzer kurallara tabi olan bir seçme algoritması tarafından tespit edilir. aydınlanma anı, rastgele denemelerden birinin istenilen sonucu verdiği, topun ağlarla buluştuğu andır.

    sezginin bilinçli akıl yürütmeye üstünlüklerinden biri de onun akıl yürütmenin yöntemsel kısıtlarına tamamen tabi olmamasıdır. zihin ve onun çalışmasının ürünü sayılan ispat, belirli ön kabullerle bağlı aksiyomatik sistemlere üzerinde işlerken sezgi kendi kavramsal kabullerden ve kısıtlardan daha az etkilenir. sezgiyi kontrolde yaşanan bu güçlük kimi zaman ona bir üstülük sağlasa da çoklukla bulgularının güvenilirliğini azaltır. fermat'nın son teoremi gibi teoremlerin matematik aksiyomlarına bağlı kalınarak ispatlanmalarında yaşanan güçlüğe rağmen, teoremin sezgisel olarak doğru oldugunun "hissedilmesi", beynin içerisinde takip edilemeden işleyen indirgemeci yöntemlerin gücüne delalet sayılabilirken aynı şekle sahip cisimlerden daha ağır olanının yere daha büyük bir hızla ulaşacağı yönünde bir kanaat uyandırması da zaaflarını göz önüne serer.

    gerek günlük hayatta gerekse de akademik çalışmalarda sezginin böylesine büyük önem taşıması sahip oldugu üstün becerilerden, üstün becerileri ise erişebildiği devasa işlem gücünden sebep alır. sezgileriyle matematik yapan bir matematikçi ile sezgileriyle araba kullanan michael schumacher arasındaki tek fark, bilinç-dışı beyinlerinin özelleştiği alanlardır. bugün, hiç bir bilgisayarın bir insan kadar iyi araba kullanamaması ile "sezgisel" olarak doğru gözüken matematik hipotezlerinin ispatlanamaması, bilinçli akıl yürütmenin bilinç-dışına oranla ne derece kıt kaynaklara sahip oldugunun bir göstergesi olabilir. eğer böyle bir gösterge söz konusuysa, sezgiye atfedilen o mistik, ulvi gücün anlaşılıp geçilmesi de bir teknoloji ve felsefe meselesi haline dönüşür.
  • edit: daha anlaşılır ve temel düzeyde açıklama içeren bir entry için: (bkz: #113960288)

    sezgisel karar alma mekanizması çevrede bulunan ve bilinçli olarak algılanamayan örüntülerin ve yapıların arasındaki uyumun, bir tür düşünceyi veya önseziyi, bilinçsiz bir şekilde tetiklemesidir. bu bağlamda sezgisel karar alma mekanizması iki aşamalı bir modele uyarlanabilir: ilk aşamada nöronal aktivitenin dış uyartıların (duyu organları) tarafından otomatik olarak yayılması sonucu bilinç altında ortaya çıkarılan uyumun önce kapalı bir formu oluşuyor. bu aşamada kişi henüz oluşan uyumun algılanmış olduğunun farkında dahi olsa bu uyumu anlatamıyor. ek olarak bu süreçte oluşan önsezi ile alakalı hafıza ağları ve anlamsal ağlar, dereceli ve/veya kümülatif bir şekilde etkinleşiyor. bu algı durumu ikinci aşamada, etki arttıkça içeriden gelen uyartı şiddetleniyor. buradan hareketle nöronal entegrasyon aşamasına geçiyor, edinilen bilgi entegre ediliyor ve uyartı belli bir eşiği geçtiği zaman bilinç seviyesine ulaşıyor, bu sayede de kişi önseziyi sonunda anlatabilecek duruma geliyor.

    bowers ve meslektaşlarına göre, önsezileri oluşturan bilişsel süreç süreksiz değil tam tersine, süreklidir. yani sezgiler bilince paralel olarak çalışan başka bir bilinçten geliyor olabilir. bu sebeple de dışarıdan gelen uyartıların sayısı, gücü ve hatta özü değiştikçe sezgisel sistem daha fazla hafıza ağını ve anlamsal ağları etkinleştirmekte, daha sonra yukarıda tasvir edilen sistem sonucunda ortaya çıkan iç uyartılarla (önsezi) birleşmektedir. bu uyartıların toplamı belli bir eşiği geçerse gerçek bilince ulaşıyor.

    bunun da ötesinde ritter, dijkstherius ve meslektaşlarının yaptığı bir araştırmada; bilinç altında kişinin farkında dahi olmadan düşündüğü şeylerin hafızanın özselleştirilmesine, güçlenmesine ve organizasyonuna katkı sağladığı saptanmış. bu bulguların, rem uykusu esnasında günlük tecrübelerin ve kısa süreli hafızanın; hipokampus’ten (kısa süreli hafıza merkezi) neokorteks’e (evrimsel olarak yeni beyin) geçiş yaptığını göz önünde bulundurduğumuz zaman gün içinde yapılan ufak tefek “düşünme molalarının” da benzer bir etki yapıyor olması muhtemeldir. dolayısıyla az konuşanın ve çok düşünenin çok bildiği sözü doğru olabilir.

    bir başka çalışmada, yukarıda bahsedilenlere paralel bulgular edinildi. bilim insanları, fonksiyonel mri cihazlarına soktukları denekleri kelimeler arasında bağlantı kurmaları gereken bir problem çözme oyunu oynattılar. buradan çıkan sonuçlara göre sezgisel karar alma mekanizmaları bilinçli karar mekanizmalarından farklı beyin bölgelerinde özelleşmiş olduğu saptandı. bir yandan da sezgisel uyartıların hiç yoktan var olmaktansa, kişinin bilinçli olarak farkında olmadığı ancak dışarıdan gelen uyartıların, o anda hafızaya kapalı olan hafıza segmentlerini aktive ettiğini, dolayısıyla da bilince paralel olan ve sürekli var olan bir sistem içinden ortaya çıktığını yani yukarıda da belirtildiği üzere sezgisel algının sürekli olduğunu, saptamışlardır.

    sezgisel düşünme mekanizmalarına yönelik evrimsel bir açıklama yapmak istersek: insan, beyninin gelişmesiyle paralel olarak gelişen bilişsel özelliklerini kullanarak doğayı anlamaya çalıştı. bunu da evrimsel olarak kendiliğinden gelen birtakım süreçler tetikledi.

    insan beyni evrimleştikçe önceleri içgüdü olarak tanımlanan içsel uyartıları destekleyen beyin sistemleri; kompleks karar mekanizmalarının, hayallerin, fikirlerin, sanatın ve icatların oluşmasına elverecek şekilde evrim geçirdi.

    beyin dış dünyayı yüzde yüz doğrulukla tayin edemez. gerçeklik, beynin duyu organlarıyla algılayabildiği kadarıyla sınırlı olduğu için subjektif bir kavramdır. beyin dış dünyadan gelen uyartıları simüle edip kendi gerçekliğini oluşturur. hatta bilincin, "evreni simüle etmeye çalışan beynin, kendi kendini simüle etmesi" sonucu oluştuğu da düşünülür.

    beyin amacı gereği dış dünya ile alakalı tahminler yürütmeye, örüntü ve tekerrür bulmaya çalışmaktadır. dışarıdan gelen uyartılara bu kadar açık bir yapının materyal dünyayı bir şekilde içselleştirmesi kaçınılmazdır. beyin aldığı uyartılara bağlı olarak olabileceklere dair tahminler yapmaya çalışır. örneğin yokuş aşağı giden bir topun yuvarlanması gerektiğini beklerken topun aniden ve hiçbir sebep yokken durması beynimiz için çelişkili bir durumdur dolayısıyla beynimiz bunu yorumlamaya çalışır.

    buradan yola çıkarak sezginin evrimsel bir adaptasyon olarak çıkmış olması muhtemeldir. atalarımızın daha önce hiç karşılaşmadıkları ve geçmiş tecrübelerin de yetersiz kaldığı durumlarda ne tür tepki vermeleri gerektiğine karar vermesini sağlayacak bir sisteme ihtiyaç duymuş olması olasıdır. geçmiş tecrübelerle edinilen bilginin yetersiz kaldığı durumlarda sezgiler kontrolü ele almış olabilir. zamanla bu mekanizma değişime uğrayarak beyne ait bir yapıya dönüşmüş olabilir. aynı şekilde türümüzün bir şeyleri kendi kendine öğrenme çabası da zamanla bu tür sistemlerin evrimine olanak sağlamış olabilir.

    böyle durumlarda sezgilerine öncelik verip karar alan ve bilgiyi bu şekilde edinen atalarımız diğerlerine kıyasla bir avantaja sahip olmuş olabilir. bu daha sonra beyindeki diğer bilişsel gelişmelerle türümüzün düşünme kapasitesini genişleterek kompleks sezgisel karar verme ve yaratma mekanizmalarını ortaya çıkarmış olabilir.

    beynimizde açık ve kapalı sistemler vardır. hareketlerinizi kontrol edebilirsiniz ancak kalp atışınızı kontrol edemezsiniz. bir olguyu öğrenme süreci de sanılanın aksine açık değil, kapalıdır. öğrenmek istediğimiz şeyleri bilinçli olarak seçemeyiz, yalnızca ne öğrenmek istediğimize odaklanabiliriz. dolayısıyla hafızanın çalışma mekanizmasını doğrudan etkileyemeyiz. buna paralel olarak, duygularımızı da yönetmemiz zaman zaman zor olabilir. bazı insanlar duygularını kontrol etmekte daha başarılı olsalar da çoğunlukla kimse duygularında tam kontrol sahibi değildir.

    beynin bilişsel kapasitelerinin bilincin erişimine sunulduğu yer çalışma belleğidir. çalışma belleği odak merkezidir. kitap okumamızı, işimizi yapmamızı, resim çizmemizi, enstrüman çalmamızı sağlayan nöronal ağdır. bir işe başladığımız zaman çalışma belleğimize hafızamızdan veriler yüklenir. verilerin yüklenmesi bilincin veriye kolay ulaşmasını sağlar, bu sayede de başladığımız işi daha kolay yaparız. sezgisel bilgi de, çalışma belleğine kapalı (erişilmez) olarak yüklenen verilerden veya çalışma belleğine yüklenememiş (kapalı) verilerin henüz keşfedilmemiş bir mekanizma ışığı altında entegre edilişi sonucu ediniliyor olabilir.

    elbette bunlar yalnızca sezgilerin problem çözme üzerine olan etkisini açıklayan çalışmalardır. buna benzer birçok olay yaşamış olsam da, kendi açımdan bir örnek vermek istiyorum: yalnızca üç gün önce tanışmış olduğum ve daha önce yüzünü hiç görmediğim, hiçbir fiziksel özelliğini dahi bilmediğim bir insanı havaalanında karşılamam gerekmişti ve onu birçok insanın içinden kim olduğunu sezgilerimle bulabilmiştim. bilim hala bu tür şeyleri açıklayamıyor ve hemen hemen her insan bu tür şeyleri gündelik hayatlarında yaşıyor, sezgilerimizi küçümsememeliyiz.

    kaynaklar:
    ıntuition in the context of discovery - bowers 1990
    intuitive decision making as a gradual process: investigating semantic intuition-based and priming based decisions with fmri - zander 2015
    creativity - the unconscious foundation of the incubation period - dijkstherius 2014
  • eğer bilme içinde hiyerarşi varsa zihinle bilmenin en üst noktası sezgi olmalı.
    epistemolojik bilgide nakil zorunluluğu var. aracı, medium, bağlam falan filan. bu bilgi sana diğerinden gelmiştir. bir dolayımı vardır. bu yüzden de akademik ve teolojik gelenekte referans etmek zorunludur.

    ben bunu dedim bunu şu şu dedi. onun dediğinden buraya gittim. kayık gibi. denizi kayıkla geçtim.

    yoktan var edemezsin burada. senden önce olacak o ve kabul görmüş olacak ve sen buradan ilerleyeceksin.

    güzel kullanılırsa uzağı yakın eder bu bilgi.

    ama yakından bilmek isteriz. hatta özünden, iliğinden, özütünden.

    o zaman sezgi. sezgi bizim yakın bilmemiz için minnacık ama bizim için kocaman bir imkan. lakin sezgiyle bilmede en sıkı sorun eminlik. emin olamazsın sezgiyle bilmede. zihin olduğu için devrede acaba ben ekledim mi ben kirlettim mi ben oranladım mı sorusu orada kalır. yüzlerce sağla işine yaramaz. çünkü yine kendinle sağlarsın.

    suya girmeden yüzmek olmadığı gibi sezginin alacakaranlığına girmeden olmaz kişi ne anlayacaksa artık. sesime gel.

    sevgiyle bilmek süperdir o yüzden.
    "all, everything that i understand, i understand only because i love. "
    o zaman yakına girersin işte. rızası olursa ve sende hazır olursan içine bile girebilirsin. bu dediğim nadir olur ama bu olursa eğer aklına hayaline gelmeyen şeyler olur da o kadarını ben nakletmeyeyim de sen sez.
  • hep haklı çıkar. buna rağmen siz ona inanmamayı tercih ettiğinizden, kendinizi aptal gibi hissedersiniz. nereden nasıl bilgi toplar bilmiyorum; ama sezgilere güvenmek gerekir. özellikle size yalan söylendiğinde ya da gerçekler gizlendiğinde, sezgi bilir neyin ne olduğunu.

    sadece siz konduramazsınız.
  • içgüdüyle zekanın birleşimidir.
  • tevrat'a gore gunah isledikce kaybolan/azalan yeti.
  • beynimizin kontrol edemediğimiz bölgelerinin, farkında olmadan algıladıklarımızı, bilmediğimiz bir yöntemle işlemesi; bu işlem sonucunda zihnimizde beliren saydam düşünceler yığını.

    çoğu zaman önyargı kaynaklıdır, genel kanaatin aksine hiç de güvenilir değildir.
  • "içimde öyle bir his var" dediğinizde kullandığınız hede. nitekim ingilizce'de bu "gut feeling" yani "içgüdü" veya tam olarak çevirmek gerekirse "bağırsaktan" / "totodan atmak" gibi bir anlama geliyor. kimisi "visceral feeling" de der ki, o da "iç organlardan gelen his" olarak çevrilir. kısacası tam olarak nereden geldiği bilinmeyen, açıklanamayan hisler/düşünceleri kapsıyor. daha önce bu konuyla ilgili bir entry yazmıştım. bu daha önce yazmış olduğum entry'e tamamlayıcı bir entry olacak. (bkz: #80890777) diğer entry'e kıyasla burada teknik kısımlara fazla girmeyeceğim.

    içgörüden farklı olan bir düşünsel mekanizma olmasına rağmen içgörü ile zaman zaman karışabiliyor. içgörü (insight) ve sezgi (intuition) ayrımını yapalım.

    sezginin tanımı literatürde şöyle geçiyor: bir karar alma, fikir üretme veya sorun çözme sürecinde kişinin bir çözümü, hissederek yani analitik çıkarım yapmadan bulması. başka bir deyişle kişi bir çözüme varıyor, lakin bu düşüncenin veya çözümün nereden geldiğini kendisi de bilmiyor, rasyonalize edemiyor. genelde bu tür bir çıkarım, "x olduğunu düşünüyorum ama sebebini bilmiyorum" şeklinde ifade ediliyor [1].

    içgörünün tanımı ise şöyle: bir karar alma, fikir üretme veya sorun çözme sürecinde soruna dair çözüm kişinin aklına aniden "aha!" anı olarak geliyor, kişi bu tür bir çözüme (veya çıkarıma) nasıl ulaştığını bilmiyor ve düşünsel sürecini tam olarak açıklayamıyor. lakin bunu rasyonalize edebiliyor. örneğin: "x olduğunu düşünüyorum çünkü..." diyebiliyor ve bu kurduğu cümle çözüm sürecini açıklayabiliyor.

    sezgiye örnek: bir heykelin hakiki olup olmadığı (bu durumda antik yunan orijinli olup olmadığı) araştırılıyor. bir ekip kuruluyor ve ekip heykeli yüksek teknolojili yöntemlerle inceliyor. uygulanan analiz sonucunda heykelin hakiki olduğuna karar kılınıyor. daha sonra şans eseri oradan geçerken uğrayan bir uzman gelip heykele bakıyor ve heykelin orijinal olmadığını düşündüğünü söylüyor. bunun üzerine, "bir sen eksiktin" diyemiyorlar tabii ve başka uzmanlardan da görüş alınıyor. bu uzmanlar da "heykelde bir tuhaflık olduğunu hissettiklerini" söylüyorlar. günümüzde bu heykelin hala hakiki olup olmadığı bilinmiyor.

    bu örnekteki çözümleme şöyle ifade edilebilir: "heykelin hakiki olmadığını düşünüyorum ama neden hakiki olmadığını açıklayamıyorum."

    burada bir dipnot olmasında fayda var. heykel hakiki olabilir ve sezgilerini kullanan uzmanlar hatalı olabilirler. zira bu tür çıkarımlar her zaman doğru olmaz. çünkü sezgiler analitik değildir.

    içgörüye örnek: abd'de zaman zaman kara yoluyla ulaşılması zor yangınlar için itfaiye erleri uçaklardan paraşütle atlayarak yangınlara müdahale ederler. çok güçlü bir orman yangının ortasında kalan bir grup itfaiye eri, yangını hafife alıyor ve yangınla başa çıkamayacaklarını anlayınca geri çekilme kararı alıyorlar. lakin itfaiye erleri bir kanyon içine iniş yapmış oldukları için kapana kısılmış durumdalar. yangını söndürmeleri imkansız olduğu için ne yapacaklarını düşünüyorlar. daha önceden öğrenmiş oldukları yöntemler ve çözümler işe yaramıyor. hatta bir grup er bu çözümlere saplanmış biçimde bildikleri her şeyi deniyorlar ama nafile.

    daha sonra aralarından bir itfaiye erine aniden bir "aha!" anı geliyor. itfaiye eri arkalarında kalan ve henüz yanmamış bir alanı ateşe veriyor. yaktığı yer tamamıyla yandığında bu alana geçiyor ve ateş halihazırda yanmış alanı tekrar yakamayacağı için alevlerin arasında bir "adacık" oluşuyor. itfaiye eri bu adacığa geçerek hayatta kalıyor. şimdiye dek daha önce hiç kimse tarafından uygulanmamış ve itfaiye erlerine öğretilmemiş bu dahiyane çözüm itfaiye erinin aklına tam olarak o an gelmiş. dolayısıyıla bu tür anlar "aha!" anı olarak tanımlanıyor.

    bu örnekteki çözümleme şöyle ifade edilebilir: "aha! bir fikrim var. arkamızdaki alanı ateşe verelim, bu sayede ateş söndüğü zaman oraya geçebilir ve büyük alevlerden kaçınabiliriz."

    içgörüyle alakalı kilit nokta çözümün bir "aha!" anıyla beraber geliyor olması. kişinin çözüme ulaşması herhangi bir çıkarım, rasyonel düşünme, belirli adımlar üzerine düşünerek veya tümdengelim sonucu gerçekleşmiyor. fikir o kişiye aniden geliyor. kişi çözümü çözüm üzerine mental efor sarfetmeden buluyor. ancak sezginin aksine, çözüm süreci bir şekilde iletişim yoluyla aktarılabiliyor. sezgide dille aktarım mümkün değil.

    içgörüyle ve sezgi arasındaki fark da tam bu noktada belirginleşiyor. kişi çözüme ulaşmak için çok kısa süreli bir çözüm sürecinden geçiyor ve çözümün nereden geldiğini (sezgide olduğu gibi) bilmiyor ama çözümü biraz yakından analiz ettiğinde çözümün mantığı zaten kendiliğinden belli oluyor.

    zihin, sezgisel bir çözüme ulaşırken uzun süreli hafızadan ve önceden gelen deneyimlerden faydalanıyor. bu çözüme ulaşma süreci o kişinin belli başlı örüntülere olan duyarlılığı, o ana kadar gerçekleşen istemsiz öğrenme sürecine ve belli başlı uyartılar (görsel, işitsel vb.) arasında kurduğu bağlar sonucunda oluşuyor. bu tür bir bağ yayılım aktivasyonu (spreading activation) ile ortaya çıkmasını sağlayarak, tarif edilemeyen bir tespitin / hissin ortaya çıkışına zemin hazırlıyor.

    heykel örneğinde olduğu gibi bu örüntü algılama özelliği kişinin o ana kadar gördüğü heykellerin dış görünüşüyle (renk, ton, doku) ve o heykelin bulundurduğu özelliklerle beraber kurulan bir bağdaşım sonucunda gerçekleşiyor. kişi heykelin hakikiyetini değerlendirirken bu bağdaşımların kurulu olduğu uzun süreli hafızadan yararlanıyor. burada gördüğü bağdaşım normal şartlar altında gördüğü bağdaşımlarla uyumsuz oluyor, yani daha önce görmediği bir durum oluyor. bu uyumsuzluk onda bir huzursuzluk yaratıyor ve bu heykelin hakiki olmadığını hissettiğini söylüyor. fakat kurduğu bu bağdaşım onun bilinçli olarak doğrudan ulaşabileceği bir yerde değil.

    ilginç bir şekilde, insanların sezgisel olarak (veya üzerine fazla düşünmeden) aldıkları kararlar konusunda daha tatmin oldukları tespit edilmiş [2].

    sezgilerin yayılım aktivasyonu bağlamında gerçekleştiği, yani ilk entry'de yazdığım üzere ayrık örüntülerin, dış uyartıya tepki olarak belli başlı bölgelerin aktif olması sonucunda ve bilinç altındaki süreçlerde bir araya gelmesiyle oluştuğu düşünülüyor.

    peki böyle bir durumda bir kişinin duygudurumu sezgisel çıkarım yapmasını etkiler mi? depresyonun negatif judgement bias'a, yani kişilerin belirsiz durumlar ve uyartıları olumsuz olarak değerlendirmelerine, bunların risk unsuru olabileceklerini düşünmelerine sebep olduğu düşünülüyor [3]. böyle bir zihin yapısının hafızada duygusal hafıza konsolidasyonunda olumlu sonuçlar ortaya çıkardığı (uydurma hafızayı azalttığı) tespit edilmiş [4]. bu temelinde bir adaptasyon, çünkü kişi çevresindeki tehdit unsurlarına karşı tetikte oluyor ve daha analitik düşünmeye çalışıyor (sezgisel karar alımının tam tersi).

    ancak, bunun olumsuz etkisi ise yayılım aktivasyonun depresyondaki insanlarda daha düşük olması. halihazırda karar almakta oldukça büyük sıkıntılar yaşayan bu insanlar, bir de depresyonda olunca sezgisel karar alma yetilerinden de muzdarip oluyorlar ve bu durum "büyük resmi" görmelerine engel oluyor . ancak bu mağduriyet yalnızca belli başlı sezgisel karar alma mekanizmalarında gerçekleşiyor. örneğin görsel süreçlerde böyle bir etki tespit edilmemiş [5]. bunun sebebi görsel süreçlerin daha low level olması ve yukarıda yazdığım tetikte olma süreci olabilir (zannımca, veya tamamen yanlış bir tahmin de yürütüyor olabilirim). birçok araştırmacı bu tür sezgisel karar alma süreçlerinin, olumlu duygudurumlarında çok daha iyi çalışacağını düşünüyor.

    kaynakça:

    1 - zander, t., öllinger, m., & volz, k. g. (2016). ıntuition and ınsight: two processes that build on each other or fundamentally differ? frontiers in psychology, 7. doi:10.3389/fpsyg.2016.01395

    2 - wilson,t .d., schooler,j.w.(1991).thinking too much: introspection can reduce the quality of preferences and decisions. j. pers.soc.psychol. 60, 181–192. doi:10.1037/0022-3514.60.2.181

    3- mathews, a., & macleod, c. (2005). cognitive vulnerability to emotional disorders. annual review of clinical psychology, 1(1), 167–195. doi: 10.1146/annurev.clinpsy.1.102803.143916

    4 - knott, l. m., threadgold, e., & howe, m. l. (2014). negative mood state impairs false memory priming when problem-solving. journal of cognitive psychology, 26(5), 580-587. doi:10.1080/20445911.2014.922091

    5 - remmers, c., & michalak, j. (2016). losing gut feelings? ıntuition in depression. frontiers in psychology, 07. doi:10.3389/fpsyg.2016.01291
  • kimisini bok çukurundan çıkarırken kimilerini de oraya okkalı bi şekilde saplayan enterasan bi yaradılış...
  • tdk,
    1- sezme yeteneği, feraset:
    "kaynana, yaman halk kadını sezgisi ile teşhisi koymuştur."- h. taner.
    2- sezme gücü yerinde olan kimse.
    3- (felsefe) gerçeğin deneye veya akla vurmadan doğrudan doğruya kavranması

    şeklinde tanımlarken, yılmaz erdoğan'ın kadınların üstünlük göstergelerinden biri olarak sezgiye sahip olmalarını ifade eden şu nefis tanımı üzerine görmedim bugüne kadar...

    "....... kadınların sezgileri o kadar olağanüstüdür ki,
    onları erkeklerden çok daha üstün saymamak için hiçbir neden yok.

    sezgi de neymiş mi dediniz?
    aklin eli, kolu, gözü, kulağı ve burnudur.
    aklın dürbünü, pusulası ve radarıdır.
    şahini ve tazısıdır. kapanı, tuzağı ve oltasıdır. sezgi en kurnaz avcıdır.

    sezgi olmasa ne bilim, ne felsefe, ne sanat olurdu.

    akıl mi? akıl sezginin uşağıdır. o kadar..

    sezgileri yerine bilgileri ile hareket eden bilgiç kadınlar kadar itici yaratıklar düşünemem.
    akıllıları ve kültürlüleri ise itici değillerdir, ama sıkıcı olurlar çoğu zaman.

    kadına en çok yarayan ne akıl, ne bilgi, ne de kültürdür.
    ince ve şuh bir zekadır... "
hesabın var mı? giriş yap