• hayatının büyük bir kısmını başkalarının onun yerine imza atmasıyla akıl hastanesinde geçirmiştir. 1933te akıl hastanesine yatırıldığında "i have come here to be mad, not to write" demiş ve yazmayı görünürde kesmişse de yazmayı sürdürmüştür ve 500 sayfa, harflerin neredeyse 1 mm.yi geçmediği el yazıları bulunmuştur. yazılar o kadar küçüktür ki 10 puntoyla 150 sayfa tutan bir yazı, walser'in el yazısıyla 24 sayfadır. the robber isimli hikayesi de bu yazıların çözülebilmesiyle ortaya çıkmıştır.
    ayrıca quay brothers'ın kuklalarla değil de gerçek oyuncularla çektikleri ilk filmleri olan "benjamenta enstitüsü ya da insan yaşamı denen bu düş" ünün de iskeletini walser'in 1908'de yazdığı jakob van gunten adlı kısa romanı oluşturur. hermann hesse, walser'i kastederek, 100.000 okuru olsaydı dünya daha güzel bir yer olurdu demiştir. türkçeye çevrilmiş eseri yoktur.
  • can yayınlarından gezinti ismiyle çıkan öykülerinin olduğu kitabı yatmadan önce binbir gece masalları niyetine okuduğum yazar. onunla birlikte dünyanın sonunu merak eden çocuk gibi geziyor yorulduğumuz yerde kendimizi uykuya teslim ediyoruz.
  • bazı yazarlar, sanki kelimeleri bi kutuyu şöylece sallayıp döküvermiş de dökülen kelimeler kendi yerini bulup dizilivermiş gibi yazıyorlar, onları okurken yazmak baya kolay bi işmiş gibi geliyor insana. sanki otursam yazmaya başlayıverecekmişim hissi uyanıyor, yok öyle bir şey tabii. işte bu adam da böyle mümkünsüz hayallere insanı sevkeden yazarlardan biri; akıp gidiyor yazdıkları, sanki hiç dahli yokmuş gibi. bu en zoru aslında.
  • jakob von gunten'den sonra the tanners (tanner kardeşler) isimli kitabı da türkçeye çevrilmiş yazar. can yayınlarından.
  • "gezinti" kitabındaki; "kar yağışı" öyküsünde, milyarlarca nesne ve varlığa ve düş-düşünce gücüne çağrışımlar bahşeden bir cümlesi var: " her şeyin üzerine kar yağıyor ve bu anlaşılabilir bir şey; çünkü kar yağdığı zaman, anlaşılabileceği gibi, istisnasız her şeyin üzerine yağar."

    böylelikle; "her şeye" dokunup, anlatmıştır.
  • isviçreli şair ve yazar. 1878 ile 1956 arasındaki yıllarda yaşamıştır. minikyazı sanatının en büyük ustalarındandır. 1925-1933 arası eline geçen her kağıt parçasına öylesine minik harflerler eserlerini yazmıştı ki mikrogramme denilen bu minikyazılar 16 yılda çözülebildi ve 6 cilt olarak basıldı (suhrkamp yayınevi).

    16 yıl sonra gelen edit: elbette isveçli değil, isviçreli yazar. (biarkadasabakipcikacaktim sağ olsun.)
  • tezer özlünün ferit edgüye yazdığı mektuplardan birinde bahsettiği yazar. "ardında birçok küçük öykü, sanat yazısı ve metin bırakan walser'de, tezer, öyle gözüküyor ki, bir ruh kardeşi bulmuştu." diyor ferit edgü.
  • "bir erkek sevinçleri ve keyifleriyle gurur duymaz. ruhunun derinliklerinde onu gururlu ve mutlu kılan, cesaretle üstesinden geldiği zorluklar ve sabırla katlandığı acılardır sadece. ancak bu konuda söz sarf etmekten hoşlanmam. hangi dürüst erkek hayatta hiç çaresiz kalmamıştır ve hangi insan geçip giden yıllar içinde umutlarının, planlarının, düşlerinin yıkılmadan kaldığını görebilmiştir? özlemleri, cüretkar arzuları, mutlulukla ilgili tatlı ve yüce düşünceleri hiçbir zorunlu kesintiye uğramadan gerçekleşmiş bir gönül nerede görülmüştür?"

    gezinti, can yayınları, sf. 17-18.
  • bazı uzak düştüğüm insanları verdiğim hediyelerle hatırladığımdan mütevellit aşağıdaki sözü sanki benim için yazmış yazar.

    "...çünkü bir armağan daima verildiği kişiden daha uzun yaşar, sahibini yitirmenin yasını tutabilsin diye."

    (bkz: geschwister tanner)
  • az sayıda eseri var, onlardan pek azı türkçeye çevrilmiş, çevrilenlerin de çoğunun basımı artık yok maalesef. üstüne ingilizce çevirisinden okumak istediğinizde de popüler bir yazar olmadığı için istediğiniz baskılara ulaşamıyorsunuz. bu az bulunurluk, nadidelik onu gözümde daha da kıymetli yapıyor.
    bazı yazarlar olur, yazma ritüellerinden bahsederler uzun uzun, ilhamlarının doğaüstü perilerini tarif ederler, okurken dersiniz ki "çok büyülü bir işmiş bu yazarlık". o ise öyle değil. içten gelen, dürtüsel bir yazışı var, yaptığı aylak yürüyüşlerden besleniyor, çokça da kendi hayatından, ailesinden. "tanner kardeşler'i keşke o kadar uzun yazmasaydım" diyor mesela, "insan belli bir yaştan sonra ailesini toplum önünde bu kadar özeline girerek anlatmanın bir hata olduğunu görüyor" diye ekliyor.
    kendi eserlerine erişimim güç olduğu için hakkında yazılan bulduğum her şeyi okuyorum. sadece mikrogramlarına biraz mesafeliyim. delilik beni korkutur, onların sırası gelmedi henüz.
    elimde hem yayıncısı hem de akıl hastanesinde kaldığı dönemde yürüyüş-yemek-bira ritüelindeki arkadaşı carl seelig'in robert walser ile yürüyüşlerimiz adlı kitabı var.
    hoşuma giden bölümleri bu gizemli ve tuhaf adamın çekimine kapılanlar için ekliyorum :
    - 7 sayısının hayatında özel bir anlamı olduğuna inanıyor. mann'dan sonra 7 sayısına takmış bir orijinal adam daha. thomas mann'ı "zeki bir çocuk" olarak nitelese de onu eleştirmekten de geri durmuyor "josef üçlemesindeki koca göbeğe ne diyorsunuz? incil'den kökünü almış bir malzemeyi bu kadar sulandırmaya insan nasıl cüret edebilir?" bir de onu erkenden şöhreti bulup sonra sihrini kaybedenlerden sayıyor.
    - rilke'nin kız kurularının komodinlerine uygun olduğunu düşünüyor. hahaha hay allah
    - nietzsche için "hiçbir kadının kendisini sevmemesinin intikamını aldı. kendisi sevgisizleşti. felsefi sistemlerin kimbilir kaçı elden kaçan zevklerin intikamından ibaret" demiş. ahhahaha bu konuda aynı fikirdeyiz herr walser
    - şaka bir yana herkesle de dalga geçmiyor, esasında çok iyi ve seçici bir okur. goethe'ye, dostoyevski'nin budala'sına, eichendorff'un bir haylazın hayatı'nave gottfried keller'in lirik şiirlerine, heinrich zschokke'nin jura'daki asker, altın yapan köy, içgözlem eserlerine, georf büchner'in danton'un ölümü'ne, schiller'in çanın şarkısı'na hayran
    - ilk dönem yazdıklarını şöyle tanımlıyor : fazla garip ve fazla refleksif, kompozisyon bakımından lakayt.
    - hesse fanatikleriyle başı dertteymiş. "bana güvenmiyorlar. sonumun akıl hastanesi olmasının sebebi bu.bende parlak şöhret bulutu hiç olmadı. edebiyatta ancak onunla bir yere varılabilir. nerede bir kahramanlık veya çilekeşlik halesi ya da benzer bir şey varsa başarıya giden merdiven oradadır... ben acımasız görülüyorum, yani olduğum gibi. o yüzden kimse beni ciddiye almıyor"
    - akıl hastanesinde ilginç bir hayatı olmuş ama görünürde yazmayı hep reddetmiş. özgürlüğün olmadığı bir yerde yazmayı çiğ bir uğraş olarak nitelendiriyor. akıl hastanesinden ölmeden önce çıkabilseydi, belki de kaleminden çıkmış, hastane günlerini konu eden muhteşem bir kitap okuyacaktık kim bilir? hayatın rastgelelik ilkesi bazen böyle sinir bozucu olabiliyor. o bu konuda itaatkar, tam da ondan bekleneceği gibi. bu itaatkarliğinden ötürü, hastanede kalışı gönüllüydü demek en az gönülsüzdü demek kadar doğru bir ifade olur.
    - uzun bir süre hizmetçi/ yardımcı olarak çalışmış. jakob von gunten kitabında da köle ruhunun etkileri var. diktatörlere hayranlığının geçtiği aşağıdaki bölüm ise bunun ne boyuta vardığını gösteriyor. :
    robert diktatörlerdeki sağlam devlet hikmeti içgüdüsüne hayran. acımasızlıklarının varoluşlarını mümkün kılan bir doğa kanunu olduğu fikrinde. "diktatörlerin hemen hepsi toplumun alt katmanlarından tırmandıklarından dolayı halkın ne istediğini iyi bilirler. kendi dileklerini yerine getirirken halkınkileri de yerine getirmiş olurlar. halk kendisi için bir şeyler yapılmasını, kendisine bir baba sevgisiyle, biraz sert davranılmasını sever. hatta bu yolla savaşlar bile kazanılabilir." ben bu bölümü okurken bir yandan da baba sevgisinden mahrum kalmış bir adamın doldurmaya çalıştığı kapkaranlık bir boşluk olduğu hissine kapılıyorum
    - " her şey dışarıdan çok daha güzel. tüm sırları öğrenmek istememeli insan. ben hayatım boyunca böyle yaptım. burada oluşumuzla alakalı olarak, sarmaşıklı duvarın arkası gibi, bazı şeyler yabancı ve tuhaf kalsa güzel olmaz mı? bu ona gittikçe kaybolan tarifsiz bir çekicilik katar. günümüzde her şeye hayvani bir istekle sahip olunuyor." derken kendi gizeminin oluşturduğu çekiciliği de tarif ediyor sanki.
    - "dahi doğası gereği rahatsız edici ama halk rahat olmayı sever." toplumun ruhunu yakalayamadığından dert yansa da bu konuda ona katılmıyorum. hem özgürlüğüne bu kadar düşkün hem de toplumu ve onun yapıtaşı sıradan insanları bu kadar iyi gören pek yazara rastlamıyoruz.
hesabın var mı? giriş yap