• ilginç bi anlatımı olan carl seelig kitabı, rahmetli büyük halam misafirlerini böyle anlatırdı: iki bardak çay içti, bir dilim kek yedi, kısırı yiyemedi. fragmanlardan oluştuğu için bu betimleyici anlatımı tutkal olarak kullanmış sanırım. gerçi seelig bununla ilgili açıklama yapma gereği duymuş; bu anlatım gerçeğe gölge düşürüyor gibi görünse de walser'in orijinal kişiliğini doğru yansıtmak için risk alarak böyle bir yolu seçtiğini söylemiş. kitap temmuz'da aysın önen çevirisiyle everest'ten çıktı, ilk baskısı 77'de wanderungen mit robert walser adıyla yayımlanmış. seelig'in bahsettiğim anlatım tarzını biraz tuhaf bulsam da ben de onlarla yürüyor gibi hissedip beğenerek okudum. robert walser ile ilgili bazı tahminlerimi teyit etmeme, bazi eksik noktaları da birleştirmeme epey yardımcı oldu. hesse ile ilgili olumsuz ifadelerine şaşırdım çünkü hesse kendisinin yüz bin okuru olsa dünya daha güzel bir yer olurdu diyen kişi. hesse fanatiklerini hastalığına nerdeyse birincil sebep olarak göstermesi beni üzdü, fanatik sıfatını sevmediğim için üstüme alinmam ama hesseseverim. bu kitaptan yola çıkarak** hesse'nin şu sözünün walser'in temel catismasi olduğunu söyleyebilirim: "insanın kişisel yaşama olan şiddetli arzusu ile çevresinin uyum istemi onun kişiliğini şekillendiren karşıt iki güçtür" normal addedilen insanlar iyi kötü bu ipte yürür ama walser gibiler kendi gerçeğine olan sadakati nedeniyle ipin üstünde uzun süre kalamiyor. (benim dikkatimi de en çok bu yönüyle çekiyor, böyle nasıl yaşanır diye merak ettigim için epey okuduğum ve anlamaya çalıştığım bir yazar.)

    hep çok kolay yazdığını düşünürdüm bu kadar olur mu derdim oluyormuş, gezintilerinden ilham aldığını bunlardan topladığı 'zihinsel hasılatı' kağıda döktüğünü ifade etmiş ama bu tukenebilir bir kaynakmis, hastaneye yerleşene kadar sık sık yer değiştirmesi bununla alakalı sanırım. (hastanede yazamamasi da temelde bununla alakalı olabilir mi)

    kendisini şair olarak tanımlaması beni şaşırttı, hiç o gözle bakmamistim bakabilecegimi de sanmıyorum, bu da benim onyargim olsun. [müstakil gerçeğini koza gibi üstüne ören biri nasıl şiir yazabilir tasavvur edemedim. yine de şiirlerini merak ettim]

    en sevdiği kitabı jakob von gunten'mis. max liebermann yardımcı adlı romanının kusturacak kadar sıkıcı olduğunu söylemiş, kusura bakmasın da halt etmiş. sıkıcı bulduğu şey sanırım romanın imzasi olan (ve uzadıkça uzayan) baskahramanin hapsoldugu hipnotik döngü, o roman bu yönüyle fenomen, adam bu ferasetsiz tipitiplerin arasında kafayı yemeyip napsin:s tanner kardeşler'in yeni baskısı olsa 70 80 sayfayi çıkarıp atacağını söylemiş, bu fikre katıldım, hafiflemesi kaybettirmez daha iyi bir hale getirir diye düşünüyorum ben de. haydut adlı kitabindan hiç bahsetmemisler, deliliğin sınırlarını geçtiğini düşündüğüm için sevmedigim bir kitabı ama onunla ilgili sözlerini okumak isterdim. yürüyüşler sırasında bazı sözleri gezinti adlı öyküsünden fırlamış gibiydi, bu kitap farkında olmadan bu hikayeyi nasıl yazdığını da göstermiş oldu.

    gündelik hayata ve siyasete dair fikirlerini biraz bayat ve harcialem buldum, bunlar seelig'in dikkatini çeken kısımlarin fotoğrafları olduğu için boyutunu bilemiyorum. sezgisel yorumları ise isabetli ve komik, mesela bu: (cimri bir gazeteci hakkındaki yorumu) "neredeyse bütün pintilerin fosilleşene kadar yaşadıklarını fark ettiniz mi? sanki ölüm bile onlardan korkuyor."
    odipal çatışmaya bulaşmadan babadan uzaklaşmaya dair şu yorumu da her yere uyar bence: "sessiz ve mutevazı biçimde kendi yoluna gitmek insanın umabilecegi en kesin mutluluktur."

    [**sadece burdan yola çıkmadım, yazarın dört romanını ve hikayelerinin toplandığı kitabını okuyarak uzun bi yoldan geldim. eserlerindeki otobiyografik ayrıntıları da dikkate alarak söyledim.]

    çok uzadı daha da uzatabilirim ama içimdeki salah birsel, parantezlerden ve uç uca eklediğim gereksiz açıklamalardan iyice ifrit olduğu için kesiyorum.
hesabın var mı? giriş yap