• seneler önce babamla birlikte balıkesir, çanakkale civarı ilçelere pazarlara giderdik. babam, ortağı ve yardımcı ben. ufacık çocuktum. pazar tezgahına sebzeleri, meyveleri özenle yerleştirir, portakalları parlak gözüksünler diye tek tek siler koyardım. yaşadığımız ilçeden çanakkale'nin ilçelerine bir dağ yolu ile ulaşılıyor. ve o yolun üzerinde 2 alevi köyü var. yol köylerin içinden geçiyor. bir gün yine pazara gidiyoruz. daha önce defalarca gelip gittiğimiz yolun üzerine kasisler yapmışlar. birden babamın ağzından şu cümle dökülüyor. "ulan şu dünyadan bir kaç kızılbaş eksilse nolucak sanki!" o kadar küçüğüm ki ne kızılbaş ne demek biliyorum, ne de kasislerle kızılbaş kelimesi arasında bağ kurabiliyorum.

    aradan zaman geçiyor ve papi kızılbaş ne demek öğreniyor. meğerse hergün yüzyüze baktığımız, gelip tarlamızda çalışan kadın işçilermiş kızılbaş. meğer köylerine gidip incir yaptığımız insanlarmış kızılbaş. meğer kahvesinin avlusundaki fıskıyeli havuzda oynarken bana şeker veren pos bıyıklı amcaymış kızılbaş. meğer bana sıcak bazlamaya tereyağ sürüp veren bayram ebeymiş kızılbaş. meğer yan komşumuz sultan abla, okul arkadaşı oğlu yıldırımmış kızılbaş. ve öğrendim ki onlar alevi, biz sünniymişiz. mezheplerimiz farklıymış. kızılbaşlar mumsöndü yaparmış, yıkanmazlarmış bla, bla, bla...

    küçücük aklımla bu kadar yanyana iken, bu kadar içiçe iken böyle keskin bir şekilde ayrılmak canımı yakmıştı. söylenen bütün kötü şeylerin kocaman iğrenç birer iftira olduğunu bile bile bunu devam ettirmek o yaşımda midemi bulandırmıştı.
    yıllar geçti büyüdüm. babamla 20 yıla yakındır ilişkim kopuk. bu nedenden değil belki ama o gün o söylediği söz hiç aklımdan çıkmadı. yaşım ergenliğe, ilk gençliğe geldiğinde bu tür ön yargıların babam kadar olmasa bile annemde de mevcut olduğunu gördüm ve bunu yıkabilmek için çaba sarfettim. tam olarak başarı kazandığım söylenemez. ancak büyük ölçüde kırdım. klasik sünni kafası. bir yaştan sonra tam olarak değişmiyor.

    sözü nereye getirip bağlayacağım bilemedim. el kadar yaşta tanıştığım bir kelimedir kızılbaş. sevdiğim bir sürü insanı tanımlamak için, sevdiğim bir sürü insan tarafından kullanılırmış. şaşırdım kaldım...
  • kızılbaş terimi 15. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar anadolu ve rumeli'de yaşayan taşralı aleviler için kullanılmıştır. şehirli aleviler kendilerini daha çok bektaşi olarak tanımlanmışlardır. kızılbaş terimi safevi hanedanı sah ismail ve taraftarlarının kızıl taç/kızıl sarık takmalarından gelmektedir. osmanlıya karşı öz be öz türkmen soyundan gelen sah ismail'inyanında yer alan aleviler de bu nedenle kızılbaş olarak nitelendirilmişlerdir. ancak hakim kültür (sunni yaklaşım) ve devlet (osmanlı) sürekli olarak kızılbaşları baskı altında tutmuş ve olur olmadık yakıştırmalarda bulunmuşlardır. ve budurum zaman içinde kızılbaşların kendilerini aleviolarak tanımlamasına neden olmuştur. alevi kelimesi 19. yy'ın sonlarında ortaya çıkmıştır. o zamana kadar alevilere kızılbaş veya bektaşi denmektedir.
  • tabirler, sıfatlar, lakaplar yıllar içinde yeni anlamlar kazanırlar. kızılbaş'ın da yeni yeni anlamlar kazandığı, olumlu olumsuz tınılar içerdiği doğrudur. fakat orijini ne ola ki?

    tabirin asıl anlamını bulmak için doğduğu ve kullanıldığı yıllarda nasıl kullanıldığına bakmak lazım. osmanlı türkleri fars'ı tanıyorlardı, fars'a acem diyorlardı. hem acem, hem kızılbaş ifadelerinin aynı kesitte, farklı anlamlarda kullanıldığı belgeler mevcut. demek kızılbaş "iranlı fars" demek değildir; şii/alevi demek hiç değildir zira kızılbaş'tan ayrı tutulan acemler de şii idi.

    türkmen demektir yargısında haklılık payı varsa da eksik. osmanlı'da türkmen ifadesinin kendisi genellikle alevi anlamında kullanılır ki anadolu'nun birçok yerinde "türkmen köyü", "onlar türkmendir" lafları "alevi köyü", "onlar alevidir" anlamına gelir. fakat osmanlı coğrafyasını geçince türkmen sözcüğü alevi anlamını yitirir; kuzey ve güney azerbaycan'da göçebe (köroğlu'nun kendisini türkmen olarak tanıtması, göçebe yaşamını tarif eder) anlamına gelir. kuzey iran'dan başlayarak, özbek olmayan türkleri tanımlayan bir etnonim olur. dolayısıyla yalnız türkmen anlamına gelir demek de yeterli değil.

    esasen, "safevi/iran tabiiyetli türkmen" anlamına gelir diyebiliriz. mesela türkmenistanlı türkmen ozan mahdumkulu için "kızılbaş" oldukça olumsuz bir tabir. üstelik mahdumkulu imam rıza anan, ali'ye övgüler düzen, "alevi meşrep" diyebileceğimiz bir ozan. kızılbaşları sevmemesinin sebebi dinî değil. mahdumkulu döneminde iran'ın türkmenistan coğrafyasına akınları var. türkmenistan türkmenleri bu coğrafyanın türkmenlerini kızılbaş olarak tanıyorlar. şah sülalesi farslaşmışsa da türk kökenli, bunun yanında orduda türkçe konuşuluyor ve birçok komutan türk. onlara "kızılbaş" diyor ve kötülüyor:

    "zor birir sipahın söveşe
    devletin önküden daşa
    kılıç urup kızılbaşa
    dolar sen eran'a göklen!"

    yahut

    "kimim bar işitse derdim
    tilki boldu pelen kurdum
    viran boldu güzel yurdum
    kızılbaş tarumar kıldı"

    mahdumkulu, iran'ı yöneten bir türk (avşar) olan nadir şah'ın türkistan fetihleri döneminde yaşamış birisi. nadir şah'ın dahil olduğu avşar türkmenlerinin yaşadığı coğrafya ile mahdumkulu'nun yaşadığı coğrafya aynı; doğdukları köyler arasında yüz km bile yok. fakat mahdumkulu'nun mensubu olduğu türkmen boyları tarihi olarak hive-buhara bölgesinin nüfuz alanında iken, avşar yiğidi nadir iran'ın nüfuz alanına giren türkmenlerden gelmiş.

    debe edit: tamgatürk'ü mutlaka okuyun, takip edin derim.
  • hazret-i ali'yi halife tanıyanlar genellikle "alevi" diye anılmışlardır. aleviler, şiiler ve bektaşiler diye üçe ayrılmaktadırlar. şiiler iran alevileridir. kızılbaşlar, bir kısım türkmenlerden meydana gelmektedir. bektaşiler ise şehir alevilerine verilen addır.

    anadolu'da yörük olarak yaşayan türkmen oymaklarından bir kısmı "alevi"dir. sünnilerce bunlar halk arasında "kızılbaş" demek alışkanlık haline gelmiştir.

    anadolu alevileri, kızılbaşlardan başka şu kollara ayrılmaktadırlar:
    - akbaşlar: abbasi devrinin alevileri
    - açıkbaşlar: özbek türk alevileri
    - yeşilbaşlar: şiiler yani acem alevileri
    - karabaşlar: sıffin savaşında ayrılan şamlı aleviler

    kızılbaş'ın kelime olarak hakaretamiz kullanılması da, bu sözden alınnmak da anlamsızdır. anadolu'da kızılbaş, bektaşi, tahtacı (bkz: tahtacılar) ve hurufî (bkz: hurufilik) adıyla yaşayan alevilerin sayısı 10-12 milyonu bulmaktadır. bunlar yarı gruplar halinde yaşamakta, birbirlerine töre ile bağlı bulunmaktadırlar.

    kızılbaşlığın anadolu'da yayılışı kırşehir, ankara, sivas, diyarbakır, tunceli, erzurum ve kars'a kadar dayanmıştır. ayrıca güneyde toroslar'dan antalya'ya buradan da çanakkale'ye kadar uzanan bölgede yaşayan ve adlarına "tahtacı" denen göçebeler de kızılbaştır. ege'de izmir, manisa, kütahya, balıkesir çevresinde de kızılbaş köyleri bulunmaktadır.

    orta anadolu kızılbaşları hacı bektaş-ı veli'nin çelebi ocağına, tahtacılar ise izmir'in narlıdere köyündeki "yanın yatır ocağı"na, aydın reşadiye'sindeki "hacı emir" ocağına bağlıdırlar.

    kızılbaşlar sünnilerden kız almamakta, kendi aralarında evlenmektedirler. kızılbaşlarda boşanmak da bulunmamaktadır. kızılbaşlarda işsiz yoktur. işini kaybedene hemen yeni iş bulunmaktadır. sık sık toplanmaya ve içkiye düşkündürler.

    kızılbaşlar bıyıklarını dudaklarının üzerine doğru uzatmaktadırlar. kızılbaş dedeleri uzun saç ve top sakal bırakmaktadır. dedelik babadan oğula geçmektedir.

    ocak, eşik, kadın ve şarap kızılbaşlılıkta kutsaldır. gizliliğe büyük önem verilmekte, sırlar titizlikle saklanmaktadır. kızılbaşın mutlaka evli olması gerekmektedir. tarikata girmek isteyene "can" adı verilmektedir. genellikle karı-koca tarikata beraberce girmekte ve düzenlenen özel törene beraber katılmaktadırlar.*
  • 3 yaz önce kızkardeşimin altınoluk'ta bulunan yazlığındaydık kızımla. plajda güneşlenirken oldukça yaşlı bir teyze geldi ve elinde nane, kekik bulunduğunu dilersek kendi eliyle topladığını ve alabileceğimizi söyledi.

    "şu kekik içilir, bu sadece yemeğe koymalık" gibi bilgiler de verdi sağolsun. bir kaç çeşidinden aldım sattıklarının. sonra toparlandı tam kalkıp gidiyordu ki aklıma o günün kandil günü olduğu geldi. kandilini mübarekledim teyzenin, gülümsedi ve "sağolasın, yüzün ağ ola. senin de mübarek olsun" a benzer bir şeyler dedi ve dua ederek yavaşça uzaklaştı. kız kardeşim hemen uyardı beni: "o kızılbaş, kandilden ne anlar?" yan tarafta güneşlenen üst kat komşusu da atladı hemen: "bunlar bilmez öyle şeyler, keşke almasaydın."

    şimdi, görüntümüzü anlatacağım. sünni ve kandilin ne olduğunu bilen ben, kardeşim ve komşusu plajdayız. üstelik güneşleniyoruz sereserpe. asık suratlı ve anında tenkitçiyiz. o teyze yöresel kıyafetleriyle ve açıkçası da islami ölçüler içerisinde gayet üsturuplu giyinmiş. görünen tek bir noktası yok. ayrıca alnının teriyle topladıklarını satıp ekmek parası kazanmaya çalışıyor. üstelik kandili bilsin bilmesin gayet mütebessim bir yüzle bir de bana dualar ederek benim kandilimi kutluyor. sonra da sakince uzaklaşıyor.

    kim daha insan acaba?

    önemli olanın, kalp güzelliği olduğunu ne zaman hatırlayacağız?

    küçükken kızılbaşların canavarca hisler besleyen, toplumun içinde yaşayan, ama gizlenen katiller olduğunu sanırdım. alevilerin de onlardan geri kalmadığını, lakin işte yine bir tık daha "insan" olduklarını dusunurdum. büyüme evresindeyken yakın hem de çok yakın 2 arkadaşımın benden gizledikleri aleviliklerini, hatta birinin kızılbaşlığını evlerine yemeğe gitmemem gerektiğini söyleyen annemden öğrenmiştim. büyüdükçe anlıyor insan neyin ne olduğunu ve bir cocugun boyle seyler bilmemesi ve dusunmemesi gerektigini.

    sünnilerin hepsi kötü, kızılbaşların da hepsi iyidir demiyorum elbette ya da alevilerin.
    ölçütümüz inanç olmamalı sanki. birinin iyi veyahut kötü olduğunu inanç ispat etmez. belki o kişi hakkında bir fikir edinebiliriz; ancak insani değerler evrenseldir. ve inanç farklılığı düşmanlık sebebi değildir, olamaz...

    "en muhtesem dostlarim alevi ya da kizilbaslardi benim" diye bir utanmazlik da sergilemeyecegim burada, cunku en muhtesem dostlarim harika ve cok guzel insanlar oldu hep. inanclarini hic sorgulamadim. onemli de olmadi.
  • yeni bir ayıpla yeniden akla gelmiştir.

    inkilap kitabevi'nin çıkardığı "langenscheidt new standard dictionary"'de kızılbaşlık ile insest eş değer gösterilmiş. duyarlı insanlar protestoya çağrılıyor.

    resuhi akdikmen'in hazırladığı "langenscheidt new standard dictionary: turkish-english/english-turkish" adlı sözlüğün 200. sayfasında "in-cest", "ensest" sözcüğünün türkçe karşılığı şu şekilde verilmiş: "akraba ile zina, kızılbaşlık".

    resuhi akdikmen'in sözlüklerinin yayıncısı langenscheidt publishers. sözlükleri türkiye'de basan ve dağıtan ise inkılâp kitabevi. en son yenilenmiş baskısı 15 haziran 2006'da yapılmış olan sözlük piyasada çokça bulunan ve öğrencilerin de çokça yararlandığı bir kaynak.

    bu kitapta aleviliğe hakaret ve iftiralarda bulunulmaktadır.

    alevilerle ilgili bu asılsız ve çirkin iftiranın sahiplerini şiddetle kınıyoruz.

    bu sözlükte yer alan ifade de göstermiştir ki, alevileri aşağılama amaçlı “mum söndü” iftirası, bu toplumun güya eğitimli insanlarının kafasında hala canlılığını korumaktadır. hatta, bu önyargıları bizzat bu toplumun yazarları, kadıları, şeyhülislamları, yayıncıları üretmekte ya da beslemektedir. işte örnekleri;
    halit ziya uşaklıgil’in aşk-ı memnu romanı,
    yakup kadri karaosmanoğlu’nun, nur baba eseri,
    reşat nuri güntekin’in balıkesir muhasebecisi tanrı dağı ziyafeti’ adlı eseri;
    hüseyin rahmi gürpınar’ın “toraman” adlı romanı bu “mum söndü, kızılbaş” atıflarının yapıldığı eserlerden sadece birkaçıdır.

    çok uzak değil daha yakın bir zamanda 1979 yılında bu ülkede milli eğitim bakanlığı’nın talim terbiye kurulu’ndan onay alan “felsefeye giriş” ders kitabında da alevilerle ilgili aynı iftiralara yer veriliyordu. daha yakın bir dönemde akp iktidarı zamanında milli eğitim bakanlığı’nın “100 temel eser” serisinde yayımlanan bazı kitaplarda da aynı ifadelerle aleviler aşağılanmıştır.

    bu iftiranın kaynağında “alevilerin malı, canı helaldir, katli vaciptir” fermanları yayınlayan ebu suud’lar vardır ki, o ebu suud, başbakan recep tayyip erdoğan tarafından çorum’da yapılan referandum mitinginde yere göğe sığdıramadığı ebu suud’dur.

    sözde alevi açılımından sorumlu olan devlet bakanı faruk çelik daha dün zorunlu din derlerine son verilmesini isteyen alevilere ‘ne istiyorsunuz dinden, din dersinden’ diye sorarak önyargıları kışkırtmaktadır.

    toplumsal bilinçaltına yerleştirilen alevilerle ilgili bu önyargılar, bu coğrafyada hala egemenliğini sürdüren emevi zihniyetinin, zorunlu din derslerinin, diyanet işleri teşkilatı’nın, alevi köylerine zorunlu cami uygulamalarının bir ürünüdür. siyasal iktidarın, alevilere yönelik nefret söyleminin iyice azgınlaştığı bir dönemde bu tür ayıplar, türkiye’de “eline, diline, beline sahip ol” ilkesinin inancının temeline oturtan milyonlarca insanı incitmektedir.

    herkesi, alevilerle ilgili daha saygılı bir üslup kullanmaya davet ediyor, bu ve benzeri çirkin iftiraya yer verenleri bir kez daha kınıyoruz.

    buradan inkılap kitabevi yetkililerini özür dilemeye çağırıyoruz. konu hakkında duyarlılık gösterilerek sözlüğün yeni baskısında alevilere hakaret içeren ifadenin çıkarılmasını talep ediyoruz. 04.12.2010

    av. fevzi gümüş
    pir sultan abdal kültür derneği başkanı
  • guner umit'in bi kac yil ekranlardan uzak kalma sebebi olan kelime..
  • kızılbaş olarak hitap edilmelerinin sebebi osmanlı zamanında aleviler yapılan baskı, zulüm ve kıyım sebebiyle celali ayaklanmaları ve benzeri ayaklanmalarda bulunmuşlar, bulunanlar ve destek verenler belli olsun diye kafalarını kırmızı bi bez dolamış, adları olmuş kızılbaş.
  • (bkz: redhead)
  • bir söylentiye göre de;uhud savaşında hz. muhammedin ağzına bir ok gelerek dişleri kırılmış,ve ağzı kanla dolmuş.hz. ali de kanı avcuna toplamış ve "bu kan yere dökülemez" diyerek başının üstüne doğru akıtmış.(çünkü söylendiğine göre muhammed "benim bir damla kanım yere düşerse,allah dünyada taş taş üstünde bırakmayacaktır" demiş)..daha sonra da savaşlarda bunu temsilen kırmızı bez sarmışlar..
hesabın var mı? giriş yap