• neşet ertaş türküsünde "bir tenhada can cananı bulunca..." deyince gözünün önüne çok acayip sahneler geliyormuş. bu yüzden de "erotik" sözler içeren türkülerin sansürlenmesini istiyormuş.

    kendisine laflar hazırladım:

    yahu beyefendi, sen bu türküyü dinlemesen? siz, rahatsızlık duyanlar bu türküleri dinlemeseniz? takside çalmaya başlarsa da taksiciden rica etseniz kapatsa radyoyu? dünyanın senin şehvete gelme durumuna göre düzenlenmesini isteme hakkını nereden kendinde buluyorsun, bu ne kibir böyle? neşet ertaş'ı da mı senin şehvet ayarına göre dinleyeceğiz?

    http://www.haberturk.com/…ent-ersoy-intikam-istiyor

    ya bir de "erotizmin nezih ve serafete bindirilmiş kısmı" da ne demek oluyor allasen ya?
  • bir dostum 17-25 aralık sonrası kendisiyle görüşmüştü istanbul'da. ona içinde bulunduğumuz buhranı sorduğunda akp ve cemaat için "al birini vur ötekine," demiş, "her ikisinin de elleri birbirinden kirli." ama iskender pala'nın kaleme aldığı kamuya açık hiçbir metinde gerçek aktörlere ve buhrana dair en cüz'i eleştiriye bile rastlayamazsınız. kabul, geleneksel muhafazakarda cereyan eden her hadiseye karşı dogmatik bir sukûnet var. ama iskender pala'daki başka türden bir sessizlik. pek çoğumuz gibi belki kendisine hak verilecek kadar cezbedici ve makul bir mazeret/açıklama üretmeyi başarmıştır bu konumu için, yargılamıyorum kesinlikle. ama türkiye'de çeşitli farklı kamplarda yazan-çizen çoğunluğun hakikatperverlik lisansı da feshedildi artık, bu iddiayı yüzü kızarmadan dile getirebilecek çok az kişi var.

    primo levi, ikinci dünya savaşı almanya'sında hadiseleri bilenlerin konuşmadığını, bilmeyenlerin soru sormadığını, soru soranların ise yanıt alamadığını ve böylece gözleri önünde yaşananlara herkesin sessiz kalabildiğini anlatırdı*. bizim de hemen kapımız önünde ahlaki ve siyasal yozlaşma, despotizm ve adaletsizlik yaşanıyor, daha doğuda sivil kayıpları ve baskıyla doksanlı yılları aramaya başladık ve hepsine sessiz kalarak mesuliyetten kurtulacağımızı sanıyoruz. altımız tüterken, harlanmış ateşin ileride tüm kapağı fırlatmayacağı hayalini kuruyoruz. bize ucu dokunmadığı zaman lekenlenmeyeceğimizi sanmak, en az hakikatperverlik kadar tehlikeli bir kumar halbuki.

    son olarak, birbirinden farklı dönemler oldukları için benzeterek haksızlık etmiş olmayayım ama buradan çıkarılacak pek çok anlam da olduğu için söylüyorum; ikinci dünya savaşı süresince ve öncesinde almanya'da sessiz biçimde yaşadığı için hans fallada, thomas mann gibi pek çok romancı tarafından tam teşekküllü bir nazi olmasa bile nazizmle lekeli görülmüştü. hatta thomas mann, "1930-1945 yılları arası almanya'da kalan herkesin nazizme bağlanmış olduğunu" yazar. hans fallada ise "almanya dışında, almanca olmadan hiçbir yerde yaşayamayacağımı düşündüğüm için buradan gitmedim" diyerek bir savunma vermişti. nazi iktidarı yıkıldığı gibi birkaç ay içinde de faşizmi ve yükselişini betimleyen bir roman yayımlamıştı, lakin bu şüpheleri dindirmeye yetmedi. buhran dönemlerinde entelektüel alandaki aktörlerin neyle meşgul oldukları, ilerideki tarih yazımlarında bilhassa dikkate değer görülür, hatta edebi figürlerin siyasi konumlanmalarını correspondance analiziyle açıklayanlar dahi mevcut. "buhran," entelektüel alan için bir imtihan devridir de aynı zamanda. normal koşullarda tutacak mazeretler devaluasyona uğrar, tüm renklerin kararması için olağanüstü uygun imkanlar bulunur.
  • kendisi divan şiiri konusunda o kadar militarist davranır ki divan edebiyatını eleştirenlere pek tahammülü yoktur. malumunuz en boktan dönemlerini yaşayan türk edebiyatında tepede kalmanın iki yolu var artık:ya zemini mesnevi, mevlevilik olan uyarlamalar yapacaksın ya da üç beş temel şaheserin ya da tarihi dönemlerin arkasına sığınıp oradan güzellemeler koçaklamalar ağıtlar (ahmet ümit, gelme aklıma, yüzümü ekşitme) yapivericeksin (ahaa ortaylı konuştu). iskender pala, sanırım bir antoloji için fatih sultan mehmet'in gazellerinden seçmeler yapmış ancak bunu kendi mıhteşem dünya algısıyla ve türk okuruna biçtiği kalite yoksunluğu penceresinden ele alarak ulemalık bir karara varmıştı: fatih'in bir hristiyan güzeline yazdığı şiirdeki bazı din dışı ifadelerin olduğu beytlere yer verilmeyecek, tabee tabe efendiim (aha bardakçı). nedeni ise bin yıl geçse değişmeyecek basit türk muhafazakar süzgeciyle alakalı: şiirdeki ifadeler yanlış anlaşılabilir! neyini yanlış anlayacağız yahu, ayan beyan ortada ki sultanımız bir hristiyan güzele seslenerek senin için beyoğlu tarafına geçer (malum beyoğlu o zamanlar rum diskoteklerinin çoğunlukta olduğu yer) dinimi terk dahi eylerim diyor. okur bunun nesini yanlış anlayacak. bir şair ki mahlası avni şiir yoluyla, her ne kadar aruzla da olsa aşktan dem vuruyor, o servi boylu güzel için din değiştirmek bile aklından geçiyor. ama pala gibilerini ilgilendiren bu değil, sanat değil, ifade biçimi ya da duygunun yoğunluğu değil. ve tabii bu uygulama ve bu bahaneyle okuyucuyu da küçümsemekte ki ona hiç girmeyelim, sözü celal salik'e bırakalım: ne tuhaf okurlarsınız siz ne tuhaf ülke burası!
  • üniversitede de bol bol okuttular bu adamın kitaplarını. bazılarını beğendim bazıları bana hitap etmedi. babilde ölüm istanbul'da aşk romanı gayet de hoşuma gitmişti. şimdi okusam hoşuma gider mi bilmiyorum en az on iki on üç yıl oldu okuyalı. sonraki romanlarının hiçbirini sevemedim. ne katrei matem ne od ne efsane. yıllar sonra arkadaş tavsiyesi ile aşkname kitabını okudum. kitap bitene kadar ben de bittim. aşk kelimesinden soğudum.
    neyse maksadım yazarın edebi yönünü eleştirmek değil. zaten edebiyat alanında eleştirisi dikkate alınacak biri de değilim. pala'nın edebiyat harici bir tek kitabı var sanırım. iki darbe arasında isimli kitap askeriyeden nasıl ihraç edildiğini anlatan tek siyasi kitabı. oldukça içten bir şekilde yazılmış ve babil'de ölüm kitabından sonra beğenerek okuduğum tek kitabı. kendisine yapılan haksızlığı kendime yapılmış gibi okudum. iyi ki böyle zamanlarda yaşamamamışız dedim. (okuduğum dönem de ne ohal vardı ne de ülkede şimdiki gibi korkunç bir otokrasi vardı. gerçi cemaat ve akp elele verip ergenekon, balyoz gibi operasyonlarla çoğu insanın suçsuz olmasına rağmen canına okuyormuş fakat bu durumun en azından kumpas olduğu pek bilinmiyordu.) zaten kitap ilginç zamanlarda ismiyle çıkmıştı. bir beddua imiş ilginç zamanlarda birisinin yaşamasını istemek. pala'da o dönemleri ilginç zamanlar olarak niteliyor haklı olarak.
    fakat kendisinin anlattığı zamanlardan daha ilginç zamanlarda yaşıyoruz şuan. hatta korkunç! kendisinin yaşadığı trajedi yüzbinlerce insana yaşatılıyor şuan. insanlar kaç gündür açlık grevindeler. kaç tanesi intihar etti. daha geçen gün khk"lı beş kişilik aile ege'de boğularak can verdi haber dahi edilmedi. yazarlar, gazeteciler, siyasetçiler yıl oldu içeride tutuluyor. kendisine yaşatılan haksızlığın bin beterini yaşatıyorlar insanlara.
    peki kendisi bir yazar olarak, en azından azıcık da olsa birazcık olsun entelektüel bir duruş sergilemesi lazım değil miydi? kendisi de eski bir mağdur olarak simdiki mağdurlara biraz sahip çıkması gerekmez miydi?
    yoksa mağdur edenin kendisi için "bizim iskender" diyen kişi olması mı ketumluğunun sebebi?
    iyi bir edebiyatçı olabilir! fakat iyi bir olduğunu gösterecek bir hareketini henüz görmedik.
  • gayet halkın içinde bir adamdır. özellikle üsküdar civarında sık sık görebilirsiniz kendisini.

    hatta bu akşam tekrar karşılaştık otobüste, yerimi önerdim; ''biz bütün gün oturmaktan yorulduk.'' diye kibarca geri çevirdi; o arada puştun biri de fırsattan istifade kaptı yerimi.

    neyse muhabbete dahil olan birkaç arkadaşla beraber ayaküstü tiyatro ve edebiyat üzerine bir sohbet yaptık. tabii bir de densizin biri aradan sıyrılıp ''hocam ne iş?! böyle otobüslerde ne yapıyorsunuz?'' diye sormayaydı, iyiydi. iskender bey de ''bu aralar maddi durumumuz buna el veriyor, otobüs metrobüs idare ediyoruz!'' diye şakaya vurdu.

    haa bir de, niye bu kadar çabuk yeni eserler vermeye çalışıyor, niye acele yazıyor onu da belirtti; bir 40 yıl kadar geç başladığını düşünüyor bu maceraya. ondan bir an evvel yeteri kadar yazılı eser verebilmenin derdinde ki; kalıcı olsun.
  • rte'nin yanında saf tutan cemaat yetiştirmesi. cemaat için büyük bir hayalkırıklığı olsa gerek. şişiriyorlardı bu adamı büyük edebiyatçı diye. (bkz: iskender pala/@avasas)
  • dün gece konuk olduğu teke teki izlerken, iskender hoca namına o kadar utandım ki, anlatamam. evde resmen yüzüm kızardı. iskender hoca, allah aşkına bir yerlerden bul da şu programın tekrarını izle. murat bardakçı'nın çenesini ileri geri oynatıp, gözlük altından "breh breh" diye sırıtarak fatih altaylı'ya kaş göz yaptığı anları, fatih altaylı'nın sana soru sorarkenki yüz ifadelerini bir daha izle. izle de programına çıktığın şu adamların gerçek yüzlerini gör.
    murat bardakçı, fatih altaylı... arkadaş, sizler nasıl insanlarsınız? yaptıklarınızın televizyon ekranından görünmediğini mi zannediyorsunuz?
    sizde hiç utanma duygusu yok mu? "programın tekrarını izleyin, belki iskender pala'nın edebinden ders çıkartırsınız" diyeceğim ama siz ona da değmezsiniz.
  • az önce 3 nokta adlı programda tosun paşa'nın trt'de sansürlenen 'hamam sahnesi' ile ilgili yaptığı süperkulade yorumla beni benden alan edebiyatçı(!)

    aynen aktarıyorum.

    ''...ben biraz daha edebiyatçıyım ya hayali tarafından gideyim işin. belki de orayı o süreyi kısıtlamak,kısaltmak isteyen insan o hamam sahnesinin aslına uygun olup olmadığını da düşünmüş olabilir. inşallah trt'de öyle bir eleştirmen göz vardır da... çünkü; bir hamamda böyle olmaz. hamamda hanımlar genellikle eğlence için birileri tarafından kapatılır kiralanır ve iki muhalif kişinin aynı anda gelmesi hamama mümkün değil. birincisi bu ikincisi burada sansürlenen şey bizim örf ve adetlerimizde olmayan iki kadının karşılıklı birbirlerine kullandıkları kelimeler olabilir. yani acaba hakkaten çıplaklık mı orada sansürlenen şey yoksa başka bir şey mi? butun bunları da bır kenara bırakalım, bu sahne eğer bir sanat eserinden sansürleniyorsa çok ayıp. ama eger bir pedagojık ve televizyonda gösterilmesi gereken herhangi bir programdan sansürleniyorsa o zaman süre kısaltmak için insanlara hak vermem lazım. hak verebiliriz yani; sahneyi kısaltmışlardır. fakat eger bunu bir sanat eseri olarak görürsek bir resimdeki veya bir tablodaki görüntülerden birini silmek kadar bu sansur zihniyetinin nerelere ne kadar kötü oldugunu bize göstermeye yeter.''

    allahtan 'o dönemde, osmanlı'da yaşamış tosun paşa diye biri yoktu o yuzden bir daha hiç yayınlanmasa da olur, yani bu açıdan yapılırsa olur' demedi.
    çok farklı açılardan bakıyorum ben olaylara havasında. tosun paşa, sanki; 'hakiki belgesel benim' demiş gibi gerçekliğe uygunluğu açısından hamam sahnesi çıkarılsa olurmuş.piii edebiyatçıymış.

    (bkz: bambaşkaymışsın)
  • ders verdiği uşak üniversitesi'ne istanbul'dan her gün gidip gelmekeymiş.uşaklı olup kendi memleketinin üniversitesi için her şeyi yapabileceğini belirtmekte...alkışlıyoruz...
  • 14 şubat teke tek programında aşkın tanımını yapmış yazardır. kavramlarım biraz sarsıldı ama kendisinin yaptığı tanımlar yaklaşık olarak şöyleydi:

    eğer birisine ilgi duyuyorsanız, yarın yanında neler yapsam, ne giysem, ne desem diye düşünüyorsanız, onun da nasıl davranacağını merakla izliyorsanız bu sevgidir. (evet zaten insan bilinçli olarak bile yapabilir bunu.)

    sevgi tanımındaki tüm hesapları yapıp yarın yanına gidince bi türlü planladıklarınızı yapamıyorsanız bu aşktır. (en azından aşk mı değil mi bir testimiz oldu.)

    bir de kendisi ısrarla insan öyle çok aşık olmaz, görmeden aşık olunmaz, aşk tam olarak şöyledir falan gibi bir üsluba sahip. ama kendisine kanıt olarak da divan şiirini gösteriyor. ilginç neden hayatın tüm gerçekleri divan şiirinde gizli olsun ki bilemedim.

    bir de ne kadar beyefendi bir insanmış gerçekten takdir ettim. murat bardakçı nın alaycı ruhsuz yorumlarını bile çoğu zaman ciddi bir şey söylenmiş gibi cevapladı.
hesabın var mı? giriş yap