ingeborg bachmann
-
“bir adam, vitrininden ne dükkanı olduğunu anlayamadığı bir dükkâna girer ve tezgâhtaki yaşlı adama ne satıldığını sorar. ‘biz düş satarız’, der adam. müşteri ilgilenir. satıcı adama üç düş gösterir. müşteri, en sonuncusunu ve en güzelini beğenir. o düşte kendini görmektedir: gerçek yaşamda, ilişkilerini doğru dürüst yaşayamayan biridir. ama gördüğü düşte, başta kendi kişiliği olmak üzere, her yaşadığının ahlâkını savunmakta kararlı biri olup çıkmıştır… beğendiği düşün fiyatını sorar. satıcı, ‘yaşamınızın birkaç yılı’, diye yanıtlar. ‘anlamadım’, der müşteri, ‘parayla değil mi?’. ‘hayır, biz düşlerimizi, müşterilerimizin hayatlarının bir bölümü karşılığında satarız’. ‘peki şu birkaç yıl.. biraz fazla değil mi?’. ‘hayır. bizde öyle düşler vardır ki, karşılığında bütün bir hayatı isteriz!’… müşteri, düşü almadan dükkândan çıkar ve eski yaşamına döner. düşlerine layık olmayı göze alamamıştır.”
yazarak beni benden almıştır. -
otuz yaş öyküsünü okumaya başladığımda; tanrım,demiştim,bu öyküyü okumadan ölebilirdim. teşekkürler tanrım.
-
''kurtar beni.. daha fazla ölemem
ah ingeborg,
neden mi?
bilmiyorum.
pek çok şeyi bilmediğim gibi
sana daha önce yazdığım mektupları neden
atmadığımı bilmediğim gibi
sevgili ingeborg,
birkaç gece önce seni rüyamda gördüm.
ben çok üzgündüm. bir yerden,
bir şeyi kurtaramamış olarak dönüyordum
mekânlar çok garip
yerlerdi. tanımıyordum. seni çağırsaydım
belki sen tanırdın. çok üzgündüm
çok yorgundum
çünkü kurtaramamıştım
oysa ki, kurtarabilmek için o şeyi;
kan ter içinde kalmıştım
tanrıya çok yalvarmış, çok yakarmıştım
sonra, garip şekilde bu rüyanın bitişinde
sen vardın. yanağına dayanmış elin vardı.
gözlerinde uykusuzluk, rutubet vardı.
ama ne garip, bana çoook sıcaktın. ben de
sanki senin sıcaklığını özlemiş gibiydim.
seninle çok garip merdivenlerden inip,
çok garip odalara girdik
seni çoook özlemişmişimdi
bu rüyanın gerisini sana anlatmayacağım.
belki bir gün, buluştuğumuzda anlatırım. işte bu garip rüyadan sonra
günlerce seni düşündüm. haklıydın.
çok anlamlı olabilirdi: tükenmekteyiz,
gitmek zorundayız, çağrılmadan geliriz
ama konuşmak ve anlaşamamak
ve bir an bile kavuşamayan ellerimiz
yakmakta bunca şeyi: kalıcı değiliz
ah ingeborg,
nasılsın?
sen hep ölümü düşünmek gibisin
sen günü bölen çan sesleri gibi
barışın ve mutluluğun yakasına yapışan
ve olgun tarladaki orakları andıran
o büyük dünya korkusunun çocuğusun.
ah ingeborg
ben kor yuttum
içimdeki her şey yandı
içimde yanacak bir şeyler daha
var mıdır, ingeborg?
daha fazla acı çekemem
acı verecek yerlerimi o kor yuttu
sen nasılsın?
sen şimdi duvarların arkasında; nasılsın?
bense hala duymaktayım soluğunu
bir de hançer gibi sapladığın o sözcüğü.
hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle
gerçekten iyi misin ingeborg?
affedebildin mi?
tekrar sevebiliyor musun?
yaralanan bir şey tekrar iyileşebilir mi?
iyileşen yerde iz kalınca
tekrar eskisi (gibi) olunur mu?
hayır ingeborg
iz bırakmaz insanı
hiçbir iz beni bırakmadı
hiçbir iz onu bırakmadı
ve biz bu izlerle eskisi (gibi) olamıyoruz.
eskisi gibi olunamayınca
ne öncesi gibi, ne de sonrası gibi
olunamıyor
hiçbir zamanda olamamak
bunu anlamak
ah ingeborg,
martı çığlıklarıyla bile olsa yırtılan ipek
bir kez daha dikilemeyecek
sevgili ingeborg
sana burada olan biten hayatı, ve başka birçok şeyi
anlatabilirdim
ama ben içimdeki-çölü gördüm
zindanı
ve seninle sonlana o garip rüyayı
belki sen-bu rüyadan habersiz olarak-benim tek taraflı
yakınlığımı hissetmeyeceksin. olsun.
ben bunu unutmak istemiyorum
bana rüyamda o garip odaların birinde
kulağıma bir şiir okumuştun. şöyleydi:
hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle
bir daha ilkbahar olmayacak
herkese kehanetidir bin yıllık takvimlerin
ama yaz, ve hani derler ya,
yazdan kalma diye, onlar da olmayacak
artık hiçbir şey gelmeyecek
asla ağlamamalısın
der bir şarkı
onun dışında
bir şey
diyen
kimse yok.'' ** -
-
“ faşizm, iki insan arasındaki ilişkide başlar.” diyen yazar.
-
bütün öyküleri, yapı kredi yayınları tarafından otuzuncu yaş adlı tek ciltte toplanmıştır.
-
"hâlâ duymaktayım soluğunu
bir de hançer gibi sapladığın
o sözcüğü." -
'todesarten' [ölüm biçimleri] adlı projesi üzerine çalışırken roma'daki odasında epey uyku hapı aldıktan sonra yaktığı sigaranın yol açtığı yangının yaralarına yaklaşık bir ay direnerek ölmesi ne kadar manidardır: "ben ise yalnız basıma yatmaktayım yaralarımla, buzdan dikenlerin icinde"
bir ölüyüm ben dolaşıp duran
artık hiçbir yerde kaydım yok
bilinmiyorum mülki amirim görev yerinde
sayı fazlasıyım altın kentlerde
ve yeşeren taşra yörelerinde
vazgeçilmişim çoktan
ve hiçbir şeyle anımsanmamışım
yalnızca rüzgarla ve zamanla ve sesle
ben insanların arasında yaşayamayan
ben almanca diliyle
çevremde kendime mesken
edindiğim bu bulutla
bütün dillerde sürüklenmekteyim -
cok anlamli olabilirdi: tukenmekteyiz,
gitmek zorundayiz, cagrilmadan geliriz.
ama konusmak ve anlasamamak,
ve bir an bile kavusamayan ellerimiz,
yikmakta bunca seyi: kalici degiliz.
ilk adimlarimizi korkutur yabanci isaretler,
bir carpi isareti parcalar bakismalari,
istenen, yalnizliklarda eriyip gitmememiz.
cev: ahmet cemal -
"bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecek."
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap