• ben ankara'da büyüdüm. bahçesinin ortasında durduğunda 3 ülkü ocağı görülen bir lisede okudum. solcu olduğum için (solculuktan anladığımızdan değil, 2-3 kitap okumaya çalıştığımızdan) dayak yedim, kavga ettim. sonra üniversite için istanbul'a geldim. bölümün de dayatmasıyla okudum, okudukça aileden, partiden, örgütlenmeden soğudum. bu sene, istanbuldaki beşinci senemde bir kaç ermeniyle, rumla, süryaniyle rastlantısal olarak tanıştım. biri beni feci etkiledi. o da ankaralıydı, ankara ermenisi, ömrümde ilk defa duyduğum bir sıfattı, onun ankara ermenisi olarak öne çıkmasının özel bir sebebi varmış. istanbul'daki ermenilerin çoğu buradaki ermeni okullarına devam ederek ermeniceyi iyi bir şekilde okur-yazar hale geliyorlar. ama ankara ermenileri, resmi ideolojinin göbeğinde çoğu kişinin normal karşılayabileceği bir şekilde ne olduğu unutturulmaya çalışılıyor. kendisi anlatmıyor bunları ama hissedebiliyorsunuz, en çocuksu halde bile olsa sorular soruluyor, "sen ne zaman sünnet olacaksın?" evde farklı isim okulda farklı isim. en sonunda bu adam istanbul'a geliyor. tek bildiği dil türkçe, bugün bu insan bir şekilde kendi kimliğini koruyabilmek için ermenice öğreniyor ve evet bu insan hrant değil, ama hrant'ın çalıştığı gazetede çalışıyor, ermenileri bu ülkede, bu topraklarda var etmek için her gün hrant'ın yüzü koyun sonsuzluğa uzandığı caddeden geçip işine gidiyor. her gün bu insanın zihninde bir gün beni de burada vurup öldürürler mi acaba? sorusu geçiyorsa bu insana ankara'da kendi dilini öğrenme şansı vermeyen zihniyetin, istanbul'da arkadan sinsice gelip kafalarına sıkarak varolmaya devam etmesidir ve işin en kötüsü bu insanların çoğunda bu korkuyu görmeniz fakat iki tarafında birbirini rahatlatacak hiç bir şey söylemeye dermanının ve güveninin olmamasıdır. ama bu güven ortamını yaratmanın yolu da her 19 ocak'ta agos'un önüne gitmekte, norradyo dinlemekte, tüm faşistlere inat, içindekileri anla anlama elinde agosla dolaşmakta geçiyor.

    bugün yine agos'un önünde olacağız. hrant için değil sadece, bu ülkede bir kültürü var etmeye çalışmak için. çünkü bu ülkedeki azınlıkların bir çoğu annenizin size verdiği siyasete karışma oğlum/kızım öğüdünü can korkusuyla içselleştiriyor, işte bu yüzden korkudan gelemeyen her ermeni için her azınlık için kendini çoğunluk olarak tarif edenlerin gelmesi icab ediyor.
  • 3 yıl önce bugün "ahh!" dedirmiştir, kalbimizin en derin yerinde onulmaz bir yara kalmıştır.
  • 17 ocak 2009, milliyet'te ece temelkuran'ın hrant dink için yazdığı yazı:

    ses... ses ver

    ölmüş annelerinin yüzlerini unutan çocukların göğüsleri nasıl alçak bir izbandut tarafından sıkıştırılırsa içim öyle daraldı hrant’ın sesini unuttuğumu fark edince... ölenlerin kokularını saklamayı icat etseler keşke ve iyi insanlar öldürüldüğünde onları hiç unutmamayı...
    gece... ekranda bir ses diyor ki “hrant aynı kaldırımda yatıyor”. kaldırımdan insanlar geçiyor. o gün orada gördüğüm kan izleri yok artık. ya da var... sadece görünmüyor. bir ses hrant’ı anlatıyor. önce sanıyorum ki hrant’ın sesi. sonra... yok, değil. peki, nasıldı onun sesi? bir an için, sadece bir an için unutuyorum sesini. sonra beynimin kuyularından, bir korkulu telaşla bulup çekiyorum, hatırlıyorum sesini. ne acayip şey. şimdi de günün birinde, eğer televizyonlar eski bantları döndürmezse, arkadaşımın sesini unutabileceğimin telaşına düşüyorum. kaç ölmüş arkadaşınızın sesini unuttunuz, düşünsenize...
    * * *
    sevgililerden, sevdiklerimizden kalan eşyalar, unutulmuş eşyalar evlerimizdeki... onlar önce kokularını saklarlar ait oldukları insanların. sonra günler geçer. koku, uçup gider. o eşyalar evlerimizin kokularına sarınır, bulanır. kimseye ait olmazlar artık, kokularını yitirdikleri gün sahipsiz kalırlar. nereye konur öyle eşyalar? çöp olmakla hatıra kalmak arasına sıkışıp kalmış gömlekler, fanilalar, eldivenler... bütün o şeyler, konacak yer bulamadan kendine, bir türlü hatırlanamayan ilk mısraı gibi bir şiirin, dolanır dururlar aklımızda, odalar arasında. rakel, delal, sera ve arat şimdi, muhakkak öyle eşyalara sahipler. bu ülkede kaç evde kokularından vazgeçmiş eşyalar var? askerlerin, gerillaların, tersane işçilerinin, aç çocukların, murat’ın, ali’nin, agop’un, avi’nin, bir kurşunla, bir bombayla öldürülmüş güzel adamların ve kadınların ne çok eşyası vardır şimdi. ne bileyim işte, düşündüm de...
    * * *
    şunu da düşündüm önceki gece, kaç insanın öldükten sonra çoğalır arkadaşları? ne iyi bu. keşke bunları arkadaşımıza söyleyecek melekler olsa, kalbi olan, gazeteleri okuyan melekler.
    müminleri değil, takipçileri değil, savunucuları değil... başından beri ‘hrant’ın arkadaşları’ oldu, ya da sonundan beri hikâyenin. çünkü bir insanın kalbini takip edenlere ancak arkadaş denir. başka ne? kalbi binlerce parçaya bölününce bir insanın binlerce kalp geriye. onun kalbinden konuşan binlerce kişi.
    sesini unutursan yani, konuş. konuş, kendi sesini dinle. senin sesin hrant’ın sesi. bağırma, çağırma, fısılda sadece. hrant’ın sesi gelecek sana da.
    * * *
    19 ocak’ta, agos gazetesinin önünde ol. saat 14:30’da. hrant’ın sesini unutmaktan korkan ihtimamlı kalplerin hepsi orada olacak.
    orada ol. çünkü bu sesi her unuttuğumuzda selendi’de romanları dövüyorlar. her unuttuğumuzda bir çocuğun iç organları parçalanıyor bir mayınla. bir kere unuttuk kürtleri taşladılar. unutur unutmaz tekel işçilerini dövüyorlar. ne zaman unuttuk, bir çocuk korkuyor ermeni olduğunu söylemekten, ser çao demekten, araplardan nefret ediyor biri, biri mutlaka taşı toprağı insandan önemli zannediyor, öfkelenmeyi sevmeye yeğliyor bir başkası. sakın geç kalma, çabuk gel. 14:30’da orada ol. sesini ver. ver ki ben de unutmayayım hrant’ın sesini.
  • en derin acılarımdan biri olarak kalan, her zaman kalacak olan.
  • kafes operasyonu eylem planını okuyanlar bilirler: bu belgede, diğer bir dizi katliamla birlikte, hrant dink'in öldürülmesinden de "operasyon" olarak bahsediliyor. hatta hrant'ın cenazesinde "hepimiz ermeniyiz" diyerek yürüyen 200 bin kişi kastedilerek, bu operasyondan beklenen sonucun alınamadığı; toplumda istenilen havanın yaratılamadığı söyleniyor (zaten 27 nisan e-muhtırasında, aynı kitle, "ne mutlu türküm diyene anlayışına karşı çıkanlar" olarak etiketlenmiş ve türk silahlı kuvvetleri'nin sonsuza kadar düşmanı ilan edilmişti).

    3 yıldır başlamayan davanın dosyasında, devlet görevlilerinin, resmi kişilerin ifadeleri her şeyi çözmeye yetiyor. jandarma, mit, polis; herkes bu cinayetin farkındaydı. devlet, hem hrant'ı hem de bu cinayetin azmettiricilerini dakika dakika takip ediyordu. hrant göz göre göre öldürüldü.

    hrant'ın arkadaşları, onun ölümünün üçüncü yılında, anma etkinliğinin sloganı olarak "katili tanıyoruz, adalet istiyoruz" cümlesini seçtiler.

    hakikaten tanıyoruz, yıllardır da söylüyoruz: hrant'ın katili ergenekon çetesi!

    bu yüzden yarın agos'un önünde, cumartesi günü ise darbeye karşı 70 milyon adım yürüyüşünde olacağız.
  • 19 ocak'ta bir şey olmadı aslında. bir anımsatma notu işte. buzdolabının üstüne ekmek süt yumurta bi de nutella diye markete giderken alman gerekenleri yazdığın bir notu bulmuş gibisin çünkü. hepiniz hepimiz. senden benden dizden kötülüğe yine bir hediye. ondan olmadı. eğer 19 ocak'ta bir şey olsaydı, her sene halaskargazi'nin üstünde bir avuç insan olmazdı. işte bi iğne, bir de sanki başına geleceği şeyi her saniye düşünüyormuş gibi bakan kocaman bir adamın fotoğrafını iliklemiş insanlar böğürlerine, öylece duruyor olmazlardı. bir katil, elinde silahla bir adam vurabilir ama bir katil bir adam vurduktan sonra başkaları öldüğünü düşündükleri bir adamı daha kaç kere vurabilirler ? senelerdir her gün halaskargazi'nin önünde aynı saatte aynı yerde aynı adam öldürüldü. kimsenin gı-kı çıkmadı. siz anın daha. ne oldu 19 ocakta? bi sikim olmadı. bundan 30 sene sonra öyle diyeceksin çünkü. ağzın öyle demeyecek hayır diyeceksin. yoook öyle değil diyeceksin. ama kabul edeceksin sonunda. vay pesimist orospu çocuğu vay de rahatla. şu anda taze tutmaya çabalıyorsun olanları. ama adaletsizliğin sisi önce tüm gözleri kapkara yapıncaya dek kaplar ortalığı, sonra da yavaaaaş yavaş dağılır. o sis tamamen dağıldıktan sonra yine yollarına gider insanlar. anma törenleri, merhumun yakınlarıyla arada sırada yapılan röportajlar, belki bir belgesel patlatırlar sonra cılız piyano melodileri eşliğinde piyaz tadında. aah ah dersin yazık oldu. bu mu lan dünya? bu işte bu. allahın her günü 19 ocak, sen hala soruyorsun 19 ocakta ne oldu diye. 19 ocakta senin benim gözümüzün önünde gözlerimiz kürelerinden alındı bir güzel, acıtmadan narince yere kondu sonra da üstüne basıldı. sahi sahi ya. nasılsınız şimdi? daha iyiyiz. merhuma rahmet. kesilmiş bir gazete gupürü kadar dümdüz edildi gözleriniz. geçmiş olsun.

    hrant, kardeşimsin.
  • vurulduğunda ulusal bir gazetenin merkezindeydim. televizyonlar bağırdı. insanlar ayaklandı. birisi "iyi oldu bu ... ama üzerimize çok gelecekler" minvalinde birşeyler söyledi. biz derken türk milletiydi kastı daha minik bir grup değil. bakındım kimse de ses çıkarmadı. "öldürmek yanlış ama kendisinden de haz etmezdim" gibi birkaç daha ılımlı tepki duydum. sonra sustum konuşmadım... vardır oralarda birileri daha susan konuşmayan... zaten bu adamlarda gazetenin alt tabanından adamlardı muhabirler, redaktörler, bazıları spor servisinden vs... akil adamlarda vardı kuşkusuz oralarda bir yerde... bazıları hiç tanımıyordu... x abi böyle diyorsa kötü adamdır diye düşünüp önlerine döndüler... kuşkusuz birileri gerçekten üzüldüler ama seslerini çıkartmadılar... ben duymadım...

    sonraki gün bu gazete olayı kınayan yazılar yazdı... akil adamlar işe el atmıştı herhalde...

    amacım gazeteyi kötülemek değil, sadece o gazete o günün türkiyesinin iyi bir özetiydi. sonraki gün çıkıp yürüyen binlerce kişi değildi türkiye. tam da o gazetede küfür sallayan adam, aman banane diyen adam, ölmesi kötü ama kendide kötü diyen adam, üzülüp de susan adamdır türkiye. türkiye hiç sonraki gün çıkan binlerce kişi olamadı, onların yanına bile yaklaşamadı. bugün daha da kötü. çünkü türkiyede her birey içten içe biliyor, bazıları kabul etmiyor gözükse de biliyor ki, sonraki gün çıkanlara benzerse birileri onun hayatını çok daha zorlaştıracak, bu yüzden evinde oturmalı türkiye... anadoluyu gezen programlardaki yaşlı teyzeler ve amcalar dışında ben korkak bir toplum görüyorum, vicdansızlaştırılması da cabası... politikacılarından nefret eden ama hayatının her döneminde o politikacılar gib davranan çıkar ilişkilerinin son raddede bulunduğu korkak, değişime kapalı bir toplum... alakasız olarak bireysel silahlanmada ki durmayan artış bu korkaklığın eseri olsa gerek...
  • bugün kendisi için üzülüyorsam; bu, şu güzel ülke için, türkiye için de üzüldüğümdendir..

    gazetecilerin sokaklarda vurulmadığı günlere..
  • norradyo'da şu an yazılarını sesli olarak dinleyebilirsiniz.

    http://www.norradyo.com/
hesabın var mı? giriş yap