• cok siire yataklik yapmistir ya, siir yatakhanesi de denilebilir - ki aslinda bir restorandir- duvarlari siir kagidi kapli, hatay'li mehmet ali'nin yerine. ayni garsonlar 20 yil once de ayni sac stilleriyle ayni kosede beklesip durmuslardir. ayni siseden raki doldurmuslardir. sanki burada ici hic bosalmayan bir kocaman raki sisesi bulunmustur da her aksam kapisindan teker teker ve gizlice giren mudavimleri bu siseyi kutsarlar.
    baliklari ve humusu guzeldir. muhabbeti daha esaslidir ama. duvarlarda sararmis gazete kupurleri, karikaturler, peynir tabaginin dibinde yazilmis siirlerin soldugu kucuk kagit parcalari asilidir.
    kimilerini yazan insanlar olmustur coktan, oldukleri yerden otururlar masaniza.
    hatay restoran'da, cemal sureya'yi aglarken gordugum masa giriste soldan ikinci masadir.

    ickievinden cikinca
    camdan
    demin oturdugum yere
    baktim.

    sigara paketimi
    masada unutmusum.
    sandalyede
    tipki benim gibi
    oturuyor boslugum.

    bir eli alninda
    benim gibi.
    ama
    biraz daha mi huzunlu?
    otururken de
    biraz daha mi cikariyor
    kamburunu?

    biraz daha mi benziyor
    babama?

    bir yas buyugum babamdan
    ve ruzgar
    bir torendeki gibi
    cekistirir durur
    yagmurlugumu.

    cs
  • eğer hatay restoran'da duvar dibinde oturuyorsanız hemen yanıbaşınızda restoranın şöhreti ile ilgili bir gazete haberine, ünlü veya amatör bir şairin şiirine, cemal süreya'nın çantasına veya güzel bir resme rastlayabilirsiniz. eğer tek gelmişseniz ya da arkadaşlarınız beklemekteyseniz vaktinizi güzel bir şekilde geçirebilirsiniz bu sayede. yine bir hatay akşamında, nadiren indiğim alt katta otururken sol köşe masada sabahattin kudret aksal'ın hastalığına ve çaresiz durumda olmasına dair bir köşe yazısını gördüm. yazarın kim olduğunu hatırlayamıyorum. ancak yazının içerisinde aksal'ın çok güzel bir şiirine rastladım ve cep telefonuma kaydettim:

    'bir sabah ellerin cebinde çık evinden
    ceketin iskemlede asılı kalsın
    bekleyedursun dostun
    kahvede
    işe gitmekten de
    bugünlük vazgeç
    öylece dolaş çiçek kokan sokaklarında
    güzel şehrinin
    yeniden tat gökyüzünü
    ağaçlara selam ver
    apartmanların hatırını sor
    senden başkası için değil
    bu güzel gün
    bu mavi gök'

    defalarca işlenmiş bir konunun ne kadar güzel bir tarifiymiş bu şiir. bizi boğan, üstümüze gelen ilişkilerimize, mecburiyetlerimize, yani farkında olmadan bizi farklı bir kimliğe dönüştüren ve bence yanlış bir şekilde 'hayat işte' deyip kestirip attığımız kavramların hepsine bir ara verip derin bir nefes almamız gerektiğini, akıp gidenin bizim hayatımız olduğunu ne kadar da güzel vurgulamış.

    hiç yorulmayan atların çektiği hayat denen bu araba yoluna hep devam edecek. yol bazen yokuşlu, tümsekli ve çukurlu bazen de sakin ve dümdüz olacak. tanrılar arabada kurulmuş manzarayı seyrederek çekirdek yiyecekler. biz küçük insancıklar, çiğnenip fırlatılmış sakızlar gibi arabanın tekerleklerine yapışacağız. zamanla yol bizi inceltecek, ezip karartacak ve sonunda görünürden kaybolacağız.
  • (bkz: 5 mart 2016 turgut vidinli rezaleti) ile ilgili yazılanları okudukça bana burada yapılan terbiyesizlik aklıma geliyor.

    geçen sene doğum günümde on kişilik bir ekip rezervasyonla buraya gittik. zaten kapıdan girer girmez alakart mı fiks mi diye yakana yapışılan mekanlara oldum olası gıcık olurum. daha oturmadan başladılar, fiks mi şu mu bu mu? zannedersin keyifle yemeğe çıkmadık, bankaya kredi başvurusuna geldik.

    velhasıl çoğumuz fiks mönüde karar kıldık. sadece iki arkadaşımız vardı, fazla kalamayacaklardı bizimle. onlar dedi ki, biz fiks almayalım, biraz kalıp gideceğiz, içtiğimizi öder çıkarız. vay efendim sen misin bunu diyen. mekan sahibi tepemize dikildi, burası söğüt gölgesi mi, ne demek içtiğimizi öder gideriz. konuşuyor da konuşuyor. en sonunda tepem attı, kaldırsım herkesi. çıktık gittik. nedir kardeşim bu meyhanelerin gözüdönmüşlüğü?

    istanbul'da adam gibi ağız tadıyla yemek yiyip, efendi gibi eğlendiğin yer kalmıyor artık. mekanlar seni yer kaplayan para kaynağı gibi görüyor. bir daha adım atmam, atana da engel olurum.
  • değil istanbul'un, kalamar ve deniz ürünleri ile meşhur bir çok ülkenin kalamarından daha güzelini yapan cillop meyhane. fiyat konusunda 2010 itibariyle; acılı ezme,çiroz,haydari,patlıcan salatası,2 porsiyon beyaz peynir,paçanga,pastırmalı humus,2 porsiyon kalamar,1 porsiyon güveç köfte ve 1 büyük rakı için 165 tl hesap getirdiklerini ve bu lezzetteki mezeler için uygun olduğunu da belirtmek lazım.
  • adı konmamış bir cemal süreya müzesi: hatay

    "...
    kadıköy-hatay

    hatay, ali demir’in 1967 yılında kadıköy’de kurduğu bir içkili lokantadır. adı, kurucusunun iskenderunlu oluşundan kaynaklanır. ali bey, lokantasına ‘hatay’ adını koyarken, hem yöresel yemeklerini özleyen hemşerilerine seslenmeyi, hem de onlarla kurulacak komşuluk, dostluk, akrabalık örneği yerel ilişkilerden yararlanarak daha kolay denetleyebileceği bir ortam yaratmayı düşünmüş olabilir. oysa, bir işletmenin, özellikle de yeme-içme ortamının kimliğini orayı çalıştıranlardan çok müşterileri belirlemektedir. birçok kuruluşun tarihinde, kurucularıyla birlikte, bazen onlardan da önce anılması gereken kişiye/kişilere rastlanır. örnekse, hatay lokantası denince yazın-sanat çevrelerinde ilk usa gelen kişi cemal süreya’dır. içkisever biri olan cemal süreya’nın, kadıköy’de gidebileceği, evine yakın başka yerler de varken hatay’ı yeğlemesinin nedeni, adının çağrıştırdığı taşra doğallığı olmalı. cemal süreya da, az önce değindiğimiz, güçlü çekim alanı yaratabilmiş şairlerden biridir. tüm donanımıyla hatay’da üslenmesinin nedeni, henüz bozulmamış olan bu yeri, çevresinde oluşturmayı düşündüğü yazın-sanat ortamı için uygun görmesidir.
    söylediklerim, kestirmelere dayanıyor. kadıköy hatay’ı anlatabilecek denli tanımış değilim; topu topu 6-7 kez uğramışlığım var. bakıyorum, bunların üzerinden de aşağı yukarı otuz yıl geçmiş. bu yüzden, ister istemez, anılara başvurmak zorundayım. belleğimde iz bırakanlardan en belirgini son gidişimde yaşadıklarım. oturduğumuz masadaki kişilerden ece ayhan, cemal süreya ve refik durbaş’ı ansıyorum. o akşam, refik’le birlikte biraz erken kalkmıştık. kapıdan çıkmadan cemal süreya’nın söylediği şu sözler kulağımdan hiç silinmedi: “mustafa! birkaç şiir patlat da herkes görsün.” (şiir yazmak için daha önce hiç bu denli kışkırtılmamıştım. ne var ki, istedimse de şiirleri patlatamadım. birkaç denemem, üzerinde yeterince çalışacak zaman bulamadığımdan, çöp sepetini boyladı. geçimimi sağlamak için girdiğim işin çalışma koşulları şiir yazmama elvermiyordu).
    refik, bira ısmarlamayı önerdi. iskelenin yanındaki parkın sıralarından birine oturduk. karşımızdaki büfeden alıp içmeye başladık. geri dönüşümsüz şişeler yeni çıkmıştı; boşalanları denize atıyorduk. o günlerde şiirlerinden bazılarında süreyya berfe’ye sataşmaya başlamıştı. berfe’nin eski arkadaşı olduğumdan, ara sıra benim de adımı karıştırıyordu. bunlardan biri, gemide okurken dergiyi denize fırlatacak denli öfkelendirmiş berfe’yi. refik, amacına ulaşmış kişilerin dinginliği içinde anlatmıştı olayı.

    bostancı-hatay

    kasım 1985’te bostancı’ya taşınarak oturduğum yöreden bir kat daha uzaklaşınca, aslında pek seyrek uğrayabildiğim hatay’a gidebilmek benim için iyice güçleşmişti. emekli olup da erenköy’e yerleştiğim yıl, cemal süreya yaşamını yitirdi. bostancı hatay’ın altın çağı olduğunu düşündüğüm cemal süreya’lı dönemini yaşayamamanın eksikliğini bugün bile duymaktayım.
    cemal süreya aramızdan ayrılırken, sürekli gündemde kalmasını sağlayacak, başta mehmet ali işık olmak üzere, birçok kişi bırakmıştı ardında; ikinci eşi zühal tekkanat da bunlar arasındadır. oysa, hiç de kolay unutulabilecek biri değildi. masada en çok o konuşurdu; ama, saatlerce dinleseniz sıkılmazdınız. şimdiye değin, kimsenin bu nedenle cemal süreya’dan yakındığını duymadım.

    bostancı-hatay, işyeri olarak, bostancı tren istasyonu’nun karşısında, bağdat caddesi üzerinde sıralanan yapılardan birinin giriş ve bahçe katlarını kullanmaktadır. ilk kez gitmişseniz oraya, yiyip içme ortamında mı, resim galerisinde mi, yoksa daha açılışı yapılmamış bir ‘cemal süreya müzesi’nde mi bulunduğunuzu düşünmek zorunda kalabilirsiniz. giriş katının duvarları, oturulan masaların düzeyinden başlayıp yarım metreyi bulan yüksekliğe değin, saydam kılıflar içinde korunmuş, cemal süreya’yla ilgili bazı belgelerin fotokopileri, gazete-dergi kesikleri, değişik yerlerde cemal süreya ve hatay üzerine çıkmış yazılarla kaplıdır. bunlara, çevrenize biraz göz gezdirince ayrımsayabileceğiniz, iki ressamın yapıtı (ipek tekil’in yağlıboya cemal süreya portresiyle nihal okçetin’in cemal süreya büstü) da eklenince, hatay’ın her yerinde cemal süreya’nın varlığını duyumsamaya başlarsınız. ayrıca, laik cumhuriyeti savundukları, vurgunculuğu özendiren düzene karşı kalemleriyle savaş açtıkları için genç sayılacakları yaşlarda öldürülmüş uğur mumcu, ahmet taner kışlalı gibi, basınımızın ilerici, yurtsever üyelerinin altyazılı fotoğraflarının da süreya’nınkilerin yanında da yer aldığını eklemeliyim. duvarların onlardan artan bölümleriyse, özengen ressamların sergi açma tutkuları nedeniyle, hiç boş kalmamaktadır.
    merdivenle inilen havuzlu bahçe katının havası yukardakinden çok değişiktir.
    oraya geçtiğinizde, tinler dünyasından çıkıp yaşayanların arasına katıldığınız duygusuna kapılırsınız. duvarlar gene doludur; ama, buralar cumhuriyet kitap’ın yazar fotoğraflarına yer verdiği sayılarının kapaklarıyla donatılmıştır. hemen hepsi sağ olan bu yazarların, iki tek atarken, özgüvenlerini pekiştirmek amacıyla arada bir derginin kapağındaki görüntülerine kaçamak bakışlar yönelttiklerini söylemek yanlış olmaz.
    yazının başlarında hatay’ın adını, müşteri mozaiği barındıran yerler arasında saymıştım. bu durumda, ortamı herkesin kendine göre algılaması doğaldır. oraya yalnızca seçkin bir ‘içkili aşevi’nde (‘restaurant’ diyemiyorum) yiyip içmek için gelenler de vardır, bir yazın-sanat ortamının havasını solumak özlemiyle gelenler de. müşterileri, yazar-çizerlerin dışında, çoğu iyi birer okur olan öğretmen, doktor, avukat, bankacı, memur, mimar vb. orta sınıfın okumuş kesimindendir.

    yazınsal etkinlikleri

    hatay’ın yazınsal etkinlikleri bostancı’ya taşınmadan önce, cemal süreya’nın bir anı defteri edinilmesini salık vermesiyle başlar. sanırım, türkiye’de bir ‘ilk’tir bu. sayıları 18’e ulaşmış büyük boy, çok yapraklı “hatay defterleri”nin önemi, yapraklarını çevirdikçe anlaşılır. orada, çoğu bugün yaşamayan ünlü sanatçıların doğaçtan şiirleri, yazıları ya da desenleriyle karşılaşırsınız.
    necati tosuner, tanığı olduğu bu olayı, elde kitap adlı yapıtında yer alan “hatay meyhanesi defterleri” başlıklı denemesinde (s.103-106) şöyle anlatmaktadır:

    “1983 yılı. günlerden de cumartesidir. çünkü, hafta içi olamaz. (....) pazar da değildir, çünkü gençlik kitabevi kapalıdır pazarları. yaz değilse de, öyle bir hava var dışarıda. hatay’dayız. masa, pencerenin yanında, uzunlamasına.
    cemal süreya ve necati cama arkası dönük oturuyor. öğle sonu falan.
    güneş içeriye vuruyor. sırtımıza. karşımızda ziya metin var. yanında da biri var. (....) tarık dursun k. konuşuldu masada. sonra memo geldi. (....)
    evet, mehmet ali işık’ın karşımızda öyle gülerek durduğunu anımsıyorum.
    ziya metin ve arkadaşı kalkmışlar. fikir, cemal süreya’nındı. mehmet ali para verdi, memo, gençlik kitabevi’ne gönderildi. biraz sonra defteri alıp geldi memo. cevat dereli, karşımızda, biraz uzakta oturuyordu. defteri mehmet ali’yle ona gönderdi cemal süreya. o bir şeyler yazdı. sonra ben de bir satır yazdım işte. burhan uygur geldi sonra. o da resim yaptı deftere.
    kimse başına geleceği bilmez!
    şimdi bunları düşünmek, üzünç oluyor. çünkü, “bir ben kaldım” gibi bir şey oluyor. bu da ürküntü salıyor içime. sanki, olduğumdan daha da yaşlanmışım gibi.
    neyse, öylece hatay’ın bir defteri oldu.”

    ..."

    mustafa öneş

    kitap-lık / ocak 2006
  • pastırmalı humus ve yaprak ciğeri hariç mezeleri çok da muhteşem değildir. ama rakısı, suyu buz gibidir, servisi iyidir. bir de masanıza sürekli bir şair uğrar. kimi ölü, kimi hala diri ama mutlaka uğrar. cemal süreya zaten girişte soldan ikinci masanın köşesindedir. ece ayhan hararetle masa masa dolaşır. edip cansever, arif damar'la bir sotede peçetelere karalar durur.

    ha bir de asla arabesk çalmazlar, her şeye rağmen. hem zaten meyhaneye niye gidilir?
  • ikinci yenicilerin mekanı olan asıl hatay meyhanesi kadıköy'de açılmış olandır. ikinci yenicilerin has hatıralarında anlattıkları hatay, kadıköy'deki hataydır. bostancı'da bulunan ise kadıköy'deki kapandıktan sonra yeniden açılandır. yani ikinci yeninin ikinci mekanı. bostancı'daki hatay ahde vefa gibi sanki kadıköy'de bulunan haline ihanetmiş gibi geldiğinden eskisinin tadını ve müdavimliğini pek yakalayamamıştır. açılışında herkese davetiye gönderilmiş ve herkes de açılışta bulunmuştu.

    cemal süreya, hakkında şöyle yazmıştır kapandığı gün.

    "hatay öldü.
    dün önünden geçiyordum. bomboştu, oyulmuş bir gözü andırıyordu. duvarlarındaki kaplamalar bile sökülmüş. iki kişi, içeriyi dolaşılmaz kılan süprüntüleri bir köşeye yığmaya çalışıyor. içim sızladı. gidip soramadım da. yapamadım bunu.

    mehmet ali, bir tahliye davasından söz ederdi zaman zaman. o da sonuçlanmış demek. kadıköy pazarına vurdum. yolda emektar garson burgiba ile karşılaştık. tahminim doğruymuş. icra memuru yarım saat içinde her şeyi sokağa attırmış.

    duvarlarına yazıların, sanatçıların fotoğrafları, dergi sayfaları asılan bir içkieviydi hatay. defteri olan tek meyhane, belki de. cevat dereli, burhan uygur, gelir, o deftere resim yaparlardı. yüzlerce şairin dizeleri, birbirleri için yazdıkları satırlar...

    bir kahveydi aynı zamanda: çay içmek için de gidebilirdin.
    kıraathane: bir çok yazımı orada yazdım.
    posta kutusu: mektuplar oraya gelirdi.
    emanetçi: bavulunu on gün bırak.
    işyeri: bir çok kişinin adresi.

    son beş yıl içinde hemen her cuma gittim hatay'a. bazen de haftada iki, üç kez. kendi ayinini kurmuş bir meyhane...eski bakanla yeni ünivesite öğrencisi aynı masada otururdu. sihirbazı bile vardı; hani o parmağını koparan arkadaş...tabelacı bayan, lüleburgazlı avukat, dük dö cebeci, "salının cuması"...zaman zaman edip cansever, bebek'ten çıkar gelirdi. patriyot, pendik'ten; mehmed kemal, etiler'den; behzat ay, mersin'in aslanköy'ünden. ismet kemal karadayı, oğuz arıkan, aydın cumalı.

    geçen hafta orda son buluşmamızmış. cihat burak, ece ayhan, ismail uyaroğlu, tevfik akdağ, zelda, jaconda, arif damar, lütfü özkök...

    mehmet ali nasıl olsa başka yer açar. ama benim için dostlukların kaynaştığı bir dönemin adı olarak kalacak hatay."

    2. hatay'ın açılışında arhan bir pusula yazmıştır; " hatay'ın kurtuluşu. 12.4.1986."
  • öğle rakısı için harika mekan. ciğer süper, humus süper. iyi ki bu yakaya taşınmışız...
    (bkz: öğle rakısı/@xplod)
  • sadece oraya gitmek için bu haftasonu istanbul'a gittim. cumartesi günü sigara içilen tarafta yer ayırtmıştı kız arkadaşım. bahçelievler'den bostancı'ya gitmek ankara'dan istanbul'a gitmek kadar yorucu olsa da değdi. içeriye girdiğiniz anda bir istanbul meyhanesi havası sarıyor. tam beklediğim gibi diyorum. yanımda getirdiğim (bkz: hatay meyhanesi defterleri) notları var. önemli bir yer benim için hafiften gözlerim doluyor. anason kokusu kalabalık meyhane havası rahatsız etmiyor. üst kat sigara içilmeyen yer. duvarlar şairlerin özellikle cemal süreya'nın fotoğrafları, gazete küpürleri ile dolu.. garsonlar yaşlıca ve kibarlar. rakı içiyorum. diyorum acaba tomris hangi masada rakısını yudumladı, cemal hangi köşede yazdı mektuplarını...ve daha nice şairler yazarlar ressamlar tiyatrocular..defter notlarında adı geçen herkes hayalimde canlanıyor birer birer. bende hüzün melankoli ve çokca sitem sözkonusu. öyle dalmış duvarlara ve önümde ki notlara bakarken notlarda da adı geçen işletmeci mehmet ali bey yanımıza geldi. sohbet ettik.. ankara'dan özellikle neden bu meyhaneye geldiğimi önümde duran notların hikayesini anlattım. öyle dedi buralarda böyle çok hikayeye tanıklık ettim bu şiirlerde zaten bu hikayelerle yazıldı çizildi. anı defterini getirdi. yaz bakalım dedi. 23.cilt olmuş. yazdım içimden geçenleri. rakının da etkisi var tabi. gitmeden bir cd hediye etti. bu da bizim hatıramız olsun dedi. olsun dedim biriksin hatıralar..ben zaten onları hatırlamakla geçiriyorum günlerimi..tokalaştık..rakının tadı da kalamarın tadı güzeldi. damağımda kaldı. belki birgün yeniden giderim.
  • yıllardır cemal süreya hatrına görmek istediğim mekandı. bu şerefe eriştim sonunda. çok etkilendiğimi söyleyemem ama atmosferi ve benim için okunan şiirleri kesinlikle önemliydi diyebilrim.
hesabın var mı? giriş yap