3 entry daha
  • 2005 yılında semerkant romanı vesilesiyle tanıştım yazar amin maalouf ile. zorunlu olarak okutulan kitap, o yaşa kadar adını duymadığım –ne yazık ki- ömer hayyam ile tanıştırmıştı beni. tabii nizam’ül mülk ile ve de felsefesini sonradan öğreneceğim hasan sabbah ile… doğu’nun limanlarını ilk o zaman duymuştum babamdan. amin maalouf’un en güzel kitabıymış. şimdi yıl 2018, ancak okuma fırsatı bulabildim. ama tembelliğimden, ama üşengeçliğimden ve de ilgisizliğimden… kitap okumaya susamış gözlerim, yazıları özümsemeye adanmış ruhum bir çırpıda bitirdi bu kitabı.

    --- spoiler ---

    isyan, bakü… isyan, her ne kadar şehzade olarak doğmuş olsa da tahttan indirilen sultan abdülaziz’in intihar mı cinayet mi belli olmayan ölümüyle başlayan ve babaannesi yani abdülaziz’in kızı iffet’in aklî dengesini yitirmesi sonucu doktoru ile adana’ya yerleşip orada devam eden hayatı neticesinde varlıklı bir ailenin ikinci çocuğu olarak açıyor gözlerini hayata. başından geçenleri yaşlı bir adamken anlatıyor hiç tanımadığı gizemli bir gence. bana, hayatının clara ile evlenene kadar geçen bölümü oldukça sıkıcı geldi. baş karakterimiz isyan’ın bir osmanlı şehzadesi olması her ne kadar ilgi çekici olsa da kitabın bir bölümünü büyük hayal kırıklığı içinde okudum. ne zaman ki kod adı bakü olan isyan, clara ile evlendi, kitap beni bir anda içine çekti.

    2. dünya savaşı sonrası filistin topraklarında kendilerine yer açma çabasına giren yahudiler ile arapların çatışmaları sırasında, clara ile isyan hayfa’ya giderler. clara hamiledir o sırada. hayfa’da babasının rahatsızlandığı ve hemen beyrut’a gelmesi gerektiğini bildiren bir haber alan isyan, kalbini hayfa’da bırakarak beyrut’a gider ve ölümün soğuk yüzüyle tanışan babasını toprağa verir. tam da buna eş zamanlı, yaşadıklarının ağırlığına dayanamamasından olacak ki psikolojik bir çöküş yaşar. bunu fırsat bilen salim, ailenin en küçük ferdi, istenmeyen evlat, kaçakçılıktan hapis yatmış ailenin şerefini bir anda yerle bir etmiş ve sonra da hapisten çıkıp eve dönmüş olan salim, babasının ölümünde dolaylı etkisi olan salim; ailenin ve kent eşrafının gözbebeği olan isyan’ı bu vesileyle akıl hastanesine kapatır. babasından kalan mirasın tek sahibi olur ve büyürken yaşadığı dışlanmışlığın acısını, kendisine zarar verenlerden(!) kurtulup babasından kalan küçük saltanatın keyfini yaşayarak çıkarır. bu durumların anlatıldığı sayfaları büyük bir heyecan, merak ve biraz da üzüntüyle okudum. isyan’ın akıl hastanesinde her sabah uyuşturulmasından dolayı kendinde olmaması ve acınacak hayatını okuyor olmanın üzüntüsü ile bu hapis hayatının ne zaman geçeceği, dışarıda babasız doğan kızına ve aşık olduğu kadına kavuşmasına kaç sayfa kaldı merakının bana verdiği duygu karmaşası iç içeydi. isyan’ın yaşlı bir adam olana kadar delilerin arasında, ailesinden, itibarından uzak yaşaması, gençliğinin sabun köpüğü gibi yok olup gitmesi tam anlamıyla hayal kırıklığıydı; fakat bundan da delice haz aldım. bir kitap yüreğimdeki telleri ne kadar titretiyorsa o kadar çok seviyorum sanırım. kitabın ikinci kırılma noktası artık bir genç olan kızı nadya’nın isyan’a ulaşması oldu. bu sayede isyan, yaşadığı cehenneme duyarsız kalmasına sebep olan ilaçlardan bir aldatmaca ile kurtuldu. yeniden berrak zihnine kavuştu. kitabın bir yerinde gözlerimden yaşlar boşaldı. mimiksiz, tepkisiz, sadece yaş aktı; nadya’nın babasına yazdığı duygu yüklü mektubunda. kitabın en çok hangi sayfasını sevdin diye sorarsanız, en çok mektubun yazılı olduğu sayfayı sevdim derim. bu kez de yıllarını kızının tekrar akıl hastanesine geleceği ve kendisini kurtaracağı günü bekleyerek geçirdi isyan. beklediği gelmedi; ama çıkan çatışma sonrası akıl hastanesini hastalarla birlikte bırakıp kaçan dr. dewwab’ın ardından hastaneden çıkarak kurtuldu yıllar süren esaretinden. bu olay bende buruk bir sevinç yaşattı. akıl hastanesinden kurtulmuş olmasının verdiği sevinç, gençliği çalınan bir adamın kızının büyümesine şahit olamasının, sevdiği kadından koparılışının yaşattığı burukluğun gölgesinde kaldı. artık yaşlı ve özgür bir adam olarak son kez dolaştığı beyrut sokaklarından avrupa’ya giden isyan’ın eşi ile burada buluşmasıyla kitap sona eriyor. eşi gelmeseydi isyan’ın kendini köprüden atacak olması da şaşırtmadı beni. ömrünün uzun bir zamanını küçük bir kafeste geçiren sincabın bir şekilde tekrar doğaya salınması gibi bir durumdu bu. yazar clara ile kavuşmasından sonrasını yazmamış. buraları okuyucu kendi zihninde tamamlıyor. genç bir adam olarak girdiği akıl hastanesinden yaşlı bir adam olarak çıkması ve aradaki zamanın yok oluşu sonucu yaşadığı acılardan, öz kardeşi tarafından uğradığı haksızlıklardan sonra geriye kalan kısa zamanını mutlu bir şekilde yaşaması gerektiğini düşündüm ve bu şekilde tamamladım hikayeyi. clara ile isyan çok mutlu olup avrupa’nın küçük bir kentinde yaşayamadığı yılların acısını inatla çıkardılar. evlenip çocuk sahibi olan ve yurt dışına yerleşen kızları nadya her sene düzenli olarak ziyaretlerine geldi anne ve babasının. ve ömrü tamamlandığında isyan, clara’nın yanında huzur içinde yumdu gözlerini.

    başka türlü de olabilirdi. clara, isyan’dan ümidini kesip başka biriyle evlenmiş, ondan çocukları olmuş olabilirdi. mutlu bir hayat yaşıyor olabilirdi ve isyan’a bunları anlatmak için gelmiş olabilirdi. ben bu sonu yazacak kadar gaddar olamadım.
    --- spoiler ---

    kitabı okurken daha önce hiç ilgimi çekmemiş olan “doğunun limanları” ismi, o kadar romantik geldi ki uzun süre bu ismin etkisinden çıkamadım. doğu’nun limanları’na gitme, beyrut sokaklarında dolaşma, sahil kordonunda yürüme isteği uyandırdı bende. kan gölüne dönen ortadoğu coğrafyasının yakıcı güneşi altında bambaşka bir dünya varmış ve bu dünya aşkla yoğurulmuş izlenimi benim abartmalarımın bir parçası olsa da ruhumda başka bir yansımayla vücut bulmasına izin vermedim.
99 entry daha
hesabın var mı? giriş yap