5 entry daha
  • ulku tamer anlatiyor:

    // insan hani 'güler misin ağlar mısın' diyeceği olaylarla karşılaşır ya bazen, ben de öylelerine tanık oldum. yaşamımda 'kara mizah' örnekleri az değil. işte aralarından biri:

    üniversite yıllarım. 27 mayıs sonrası. sağ sol çatışması hızla tırmanıyor. kan gövdeyi götürmüyor daha; ama hırgür de eksik olmuyor.
    dağlarca için, kitap kitabevi'nin camekânına astığı şiirlerden ötürü, soruşturma açılıyor. savcılık, yazarların buluşma yeri olmuş. artık kibrit kutularının üstünde lenin'in, marx'ın resimleri aranmıyor belki, ama dergilerden, kitaplardan cımbızla çekilen sözcükler, komünizm propagandasının etkili silahları olarak nitelendiriliyor. nâzım'ın şiirlerinin yıllar sonra ülkemizde yayımlanması, inanılmaz bir olay.

    28 nisan'ın "tuna nehri akmam diyor"unu unutmuşuz. şimdi herkes "arkasından baltasını biledi"yi söylüyor.

    aşık ihsani'nin türküsünü.

    o dönemde istanbul'u kasıp kavuruyordu aşık ihsani. kısa boylu, uzun saçlı, sakallı, posbıyıklı bir halk ozanıydı. sırtında sazı, öğrenci derneklerinin kongrelerinde, işçi sendikaları toplantılarında, daha çok da bizlerin gittiği alçakgönüllü meyhanelerde devrimci türküler söylüyordu. gözlerini kısarak "arkasından baltasını biledi... bileeediii"yi patlatmaya görsün, herkes özlemini çektiği devrimi bir çırpıda gerçekleştirmiş, halkı o anda kurtarmış gibi haz duyuyordu.

    aramızda ona kanı pek ısınamayanlar da vardı. sözgelimi, adnan özyalçıner. bir gece tosun un meyhanesinde ihsani için ileri geri laflar edip de, "böyle şaklabanlık mı olur?" deyince, devrimciliğiyle birlikte ayranı da kabaran aydemir akbaş dayanamamış, adnan'ın suratının ortasına yumruğu patlatmıştı.

    günün birinde haber bomba gibi düştü: ihsani tutuklanmış, sultanahmet cezaevi'ne konulmuş!

    seveyim sevmeyeyim, kim olursa olsun bir insanın düşünceleri yüzünden özgürlüğünün kısıtlanmasına her zaman karşıydım elbet. ihsani de 'baltasını biledi' diye bir türkü söylemişti, baltasını kapıp ortalığı kan gölüne çevirmemişti ki.

    haberi aldığımda cağaloğlu'ndaydım. doğru olup olmadığını öğrenmek için o sıralarda 'devrimci'lerin egemenliğindeki mttb'ye (milli türk talebe birliği) koştum hemen. mttb adam almıyor. giriş katında sağdaki salon kapıya kadar dolu. kafamı uzatıp baktım. salonun tam ortasında bir iskemle. bir adam, başını öne eğmiş, oturuyor. çevresinde gençler halka olmuş, sessizce duruyorlar. çıt çıkmıyor. yanımdaki bir delikanlıya, "kim bu?" diye sordum fısıltıyla. "ihsani'nin avukatı" dedi. "sultanahmet'e gidip onu görebilmiş."

    bir süre öylece bekledik.

    sessizliği bir delikanlı bozdu:

    "hocam, saçını kesmişler mi?"

    avukat, başı önünde, belli belirsiz bir sesle, "kesmişler," dedi.

    bir an sessizlik.

    sonra bir başkası sordu:

    "hocam, sakalını... sakalını da kesmişler mi?"

    avukat, büyük acılar içinde, "kesmişler," diye inledi.

    cenaze namazına durmuş gibi, ellerimizi önümüzde kavuşturmuş, bir süre daha bekledik.

    sonra bir genç kızın sorusu:

    "hocam, bıyığını... bıyığını da kesmişler mi?"

    avukata can geldi birden. şöyle bir doğruldu. gözlerinde bir zafer ışıltısıyla, çevresini saran bizleri süzdü.

    sonra kollarını havaya kaldırarak haykırdı:

    "bıyığı duruyor!"

    ansızın bir alkış koptu salonda. "bıyığı duruyor!" devrimcilerin bir golü daha!

    bir ağızdan türkü başladı:

    "arkasından baltasını biledi..."

    kendimi dışarıya zor attım. cağaloğlu'nun gri uğultusuna. kime güleyim, kime ağlayayım, kime söveyim, bilemiyordum. (...)//

    ulku tamer

    ic. radikal 2, 27.11.1997

    www.radikal.com.tr/1999/11/27/yazarlar/ulktam.shtml
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap