• büyük sanatçı. şuan kadıköy'de kalamış'ta çok güzel bir konser gerçekleştiriyor. inanılmaz pozitif bir enerjisi var. 74 yaşında bir insan üstelik aksak ayağıyla nerden baksan bir buçuk saattir sahnede kalıp hala enerjisini ancak bu kadar korur. ve neredeyse hiç oturmadan söyledi şarkılarını.

    bir ara sahneyi kızına* bıraktı sadece o ara oturdu onda bile mikrofon elindeydi kızına eşlik etti.

    ömrü uzun ve güzel olsun. ilk kez canlı dinledim ve çok keyif aldım. umarım daha çok tozunu atar sahnelerin güzel insan.

    debe editi: debe'ye girdiğimi şuan farkettim. uzun zaman sonra edip akbayram gibi bir usta ile debe'ye girmek gurur verici bir olay. ben de diyorum bu entry neden gün boyu oylanıp favorilendi* . debe'ye en tepeden girmişiz. harikasınız sözlük ahalisi.

    sosyal mesajım yok, şimdilik*
  • birkaç yıl önce, izmir mövenpick otel'in kapısı önünde kırmızı ışıkta durmuştum .. sağa başımı çevirdiğimde 'edip akbayram' girişin solundaki masada kahvesini yudumluyordu .. canhıraş şekilde sağ camı indirip 'edip bey selam ve sevgilerimi iletiyorum' diye bağırmıştım ve yan koltukta uyuklamakta olan 74 yaşındaki babamın aniden kendine gelmesine sebep olup 'n'oldu, ne bağırıyorsun ?' tepkisine mazhar olmuştum .. edip bey ise her zamanki sevecen ve mahçup yüz ifadesiyle kahve fincanını havaya kaldırarak yanıtlamıştı .. kendisini çok seven ve takdir eden bu ekşi sözlük kullanıcısı, babasının bir ufak sitemini iletmek ister şahsına, eğer burayı okuyorsa : 'hasretinle yandı gönlüm' parçanız, ikinci dubleden sonra aşırı miktarda gözyaşına sebebiyet vermektedir efendim ..

    t : çizgisini hiç bozmamış anadolu değeridir ..

    (bkz: entry nick uyumu)
  • edip akbayram 1949 yılında, daha hayatın başında büyük bir darbe yiyerek hayata başlamıştır. çocuk felci geçirmiş, sağ bacağı sakat kalmıştır. bu durum için “bilinçlenmediğin evrelerde bu sende çok büyük kompleksler yaratıyor” der kendisi. ortaokul ve sonrasında ruhsal sorunlarını devamlı başka arenalarda çözmeye çalışmış. gaziantep'e gelen tiyatroları takip etmiş ya da konserleri… haramiler geliyormuş, erol büyükburç'lar, cem karacalar... konserlerin yakın takipçisiymiş. engelli psikolojisinden kaynaklanan bu karamsarlığı sanata karşı ilgiyle aşmaya çalışmaya başlamış, böylece birazcık olsun ruhunu rahatlatmanın bir yolunu bulmuş.

    okulda müziğe merak sarmış. arkadaşları ile bir tamirciye gidip bateri yapmaya çalışmışlar, kaynaklar yapmışlar, pedalları koymuşlar… kıçı kırık akordeon, bir akustik gitar, bir davul, bir de bas gitar ile ilk defa okul gecesinde sahneye çıkmışlar. edip akbayram hem davul çalıyormuş, hem de solistmiş. o zamanlar çok büyük bir ''samanyolu'' fırtınası varmış, berkant'ın ortalığı silip süpürdüğü zamanlar. o gece edip akbayram'a yedi defa “samanyolu''nu okutmuşlar. o zaman beatles'ın tek tip saç, tek tip elbiselerinden kendisi ve grup arkadaşları da etkilenmiş tabii. harçlıklarından biriktirdiği paralarla mavi ceketler, siyah pantolonlar yaptırmışlar, çocuksu bir hevesle… ondan sonra da kapılarını çalmaya başlamışlar, 'şurada etkinliğimiz var, burada düğünümüz var, çalsanıza' diye… sonra bir davulcu bulununca edip akbayram sadece solistlik yapmaya başlamış. grubun adını 'siyah örümcekler' koymuşlar.

    lise bitince düşünüp taşınmış, antep'te kalırsa bu dairenin dışına çıkamayacağını görmüş. sınavlar için istanbul'a gelmiş, sene 1970. iki sene sınavı kazanamamış. iş aramış, düğün salonlarına gitmiş, “solistlik yaparım, davul da çalarım” demiş. fakat tabii insanlar şekle bakıyor, sizin asıl değerinizi ölçmüyorlar, sesinize bakmıyorlarmış. edip akbayram sanki engelli ayağıyla şarkı söylüyormuş gibi ayağına kusur buluyorlarmış. sonra dişçilik fakültesini kazanmış, akabinde günaydın gazetesinin altın mikrofon yarışması varmış. yarışma için aşık veysel'den, pir sultan'dan bazı şiirleri bestelemiş. veysel'in “kükredi çimenler” diye bir şiirini besteleyip göndermiş yarışmaya. finale kalarak, 12 ilde halk jürisi önünde yarışmış.

    bağlamayla yapmış besteyi. bağlama çalıyormuş fakat o zamanlar nota bilmiyormuş. parçayı sazla teybe çalmış, okumuş, fakat yarışmada piyano partisi istemişler. yirmi kişilik en iyi müzisyenlerin, yazarların olduğu jüri yarışmacıları değerlendirecekmiş. gitmiş düğün salonlarında çalışan müzisyenlere, şu parçanın notalarını yazar mısınız diye. o zamanın koşullarında babasının ona gönderdiği aylık harçlık kadar para istemişler. o parayı verirse bir ay aç kalacak tabii. yakın bir arkadaşının babası istanbul radyosunda piyano hocasıymış. yardım edeceklerini söylemişler. teybi vermiş, yarım saat sonra hoca kendisine piyano partisini iletmiş. piyano partisini alınca kan ter içinde koşmuş jüriye ve yetiştirmiş parçayı.

    200 küsür yarışmacı içinde profesyonel olanlar da varmış. iskender doğan, kartal kaan, nur yoldaş gibi… anadolu'dan geldiği için kendisini tanıyan eden yok tabii. o zamanlar sigara içmiyor, alkol kullanmıyor, yarışma için süt ve balla besleniyor, tank gibi hissediyor kendini edip akbayram. giriyor elemelere, okuyup çıkıyor, kenarda bir köşede sonrakileri dinliyor. kendi kendine yorum yapıyor, "bu çok iyiydi, bu benden iyiydi, bunu geç, kötü çaldı...” bir adam geliyor yanına, “evladım, sen nerelisin?" diye soruyor, “antepliyim efendim” diyor, "beni tanıdın mı” diye sorunca “ben yeniyim, amatörüm, tanıyamadım efendim" diyor. adam da kim olduğunu açıklıyor: “ben cumhuriyet gazetesinden selmi andak…” selmi andak daha sonra samimi bir şekilde “bak sana bir şey söyleyeyim mi, ben jürideydim, böyle farklı bir ses duymadım, sana yüz üzerinden yüz verdim, üzerine bir de yıldız koydum, bu yarışmanın birincisi sensin oğlum” diyor. genç edip acayip mutlu oluyor tabii...

    aksaray'da bir otelde kalıyor o zamanlar. otelde çay taşıyan bir çocuk var, “edip abi, edip abi" diye koşarak geliyor, “gazetede resmin var, gördün mü?” “saçmalama oğlum, ne resmi" diye şaşırıyor bir an, gazeteyi bir açıyor, altta resmi var gerçekten. altın mikrofon yarışması sonuçları... elemeye kalmış. muazzam seviniyor. ondan sonra yarışmada kaçıncı olmuş hiç önemli değil. gazetede resmi çıktı ya, gazeteyle gidip iş arayacak! yaş 23. sonra yarışmaya giriyor. önce babası itiraz ediyor, “ben seni bu yaşa kadar okuttum, çalgıcı mı olacaksın, seni okutmuyorum, aylığını göndermiyorum” diye azarlıyor. diyalogu koparıyor babayla. ama o ara gazetede resmi çıkınca baba yumuşuyor. arayıp, “aslan oğlum, aferin” diye geri vites yapıyor. genç edip bundan aldığı cesaretle babasından yarışmaya elbise almak için para istiyor. babası da para gönderiyor aslan oğluna… vakko'dan bir siyah takım elbise alıyor edip, o biçim bir takım hem de… ve yarışmaya katılıyor. 12 vilayette biletlerle halk huzurunda yarışma yapılıyor, torpil, amca, dayı, cici olayı yok. giriyorsun, elinde biletin var, finalistleri dinliyorsun, kimi beğendiysen onu işaretliyorsun, çıkarken sandığa atıyorsun, o kadar adil bir yarışma. 12 yarışmacı arasında 3700 oy farkıyla birinci seçiliyor…

    altın mikrofon yarışmasını düzenleyen gazete birinci, ikinci ve üçüncü olanları bir firmaya pazarlıyor. istanbul plak, yarışmaya kazandığı parçanın arka yüzü için bir parça bulmasını istiyor. aşık mahzuni şerif'in “boşu boşuna” adlı parçasını seçiyor. bu parçayı ne zaman dinlese zaten alıp onu başka yere götüren bir parça… seçmesi “boşu boşuna” değil yani. mahzuni'yle de tanışıyor sonraları… beraber konserler de veriyorlar. felsefesini irdeliyor mahzuni'nin, parçalarını tek tek inceliyor. feyz alıyor bir nevi…

    edip akbayram o yıllarda müziğinde katkısı olduğu bir diğer isim olarak fikret kızılok'u gösterir. fikret kızılok o zamanlar 45'likleriyle hep gündemdedir. aşık veysel ile çalışır kızılok, bu durumu takdir eder ve epey etkilenir. fikret kızılok, cem karaca, ersen, hep beraberlerdir konserlerde. kendilerine tek katılmayan barış manço'dur. o zamanlar taksim'de cafe bulvar diye bir mekan vardır. sanatçıların, tiyatrocuların akşamları oturup sohbet ettikleri popüler bir mekan… erkin koray gelirmiş, cem karaca, erkin'in kankası arda uskan, cahit berkay'lar gelirmiş. oturup sohbet ederlermiş… kalkar gider, kristal adlı bir büfede hamburger yenirmiş. iki sene avrupa yakası'nda kaldıktan sonra bir gün moda'ya gider ve o zaman moda aşkı başlar kendisinde… moda o zaman yemyeşil, binalar, apartmanlar yok tabii. hastası olur moda'nın. ve hala allah uzun ömür versin bugün de moda'nın sokaklarında yürürken görebilirsiniz edip abi'yi, tüm güler yüzlülüğüyle…

    plakları çok satar, altın plaklar alır ama yaşam kavgası, ev kirası, orkestra derken, doğru dürüst para kazanamaz. 80'e kadar düşe kalka idare eder boğaz tokluğuna, çünkü dinleyicisini de zor durumda bırakıp pahalı konserler vermek istemez. on konser veriyorsa, beşi dayanışma konseridir zaten. demokratik kitle örgütlerine gider, işçilerle yürür. nilüfer gibi, nükhet duru gibi hilton otelinde bir baloya katılıp şarkı söylemez, “benim yerim anadolu” der. 100 lira kazanıyorsa, 60 lirasını gruba verir, 40 lirasını kendi alır, orkestrasını hep düşünür.

    80'de bir tıkanma yaşar. izmir fuarına gider. programa başlar, ertesi gün 12 eylül olur. hesabını 30 gün sürecek fuara göre yapmıştır. 'şu kadar para alacağız, dönünce şu borçları ödeyeceğiz' diye. ona göre ekonomik çizelgesini yapmıştır. 13 eylül'de patron “seni çalıştırırsak dükkana kilidi vururlar…” der. çaresiz, istanbul'a döner, uzun seneler çalışamaz, karısıyla yüzüklerini bile satar. çocuğuna süt alamadığı günler olur, ama hiçbir zaman boyun eğmez. dört duvar arasında kuru ekmek yer ama aç olduğunu hiçbir zaman kimselere söylemez. her şeyin bir bedeli vardır, o bedeli onuruyla yaşar. plaklardan zaten kazanamaz. “aldırma gönül” 800 bin, “eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” 700 bin satar. “garip” 1 milyon satar. ama patron der ki, “al şu 15 lirayı, yedi buçuk lirayı, idare et.” 80'den sonra zaten komünist damgası vururlar, “bu adam militandır, solcudur” derler. gözaltına alırlar. evi aranır, kitapları yakılır. edip akbayram'ın hiçbir illegal çalışmasını bulamazlar. ama insanlar evlerinde onun plaklarını yakarlar, yakalanmasınlar diye... konserlerde arabaları taşlanır, turne otobüslerinin arkasından ateş ederler, hatta ankara'da ayağından vururlar.

    edip akbayram müziğiyle herkese hitap eder. kasetlerini imzalarken kuyruğun arasında bıyıkları aşağıya doğru inen mhp'li tipler de vardır. “abi ben ülkücüyüm ama seni çok seviyorum, kasetlerini alıyorum” der, imzalarlar kasetlerini, giderler. belli bir misyona şarkı söylemez. sadece devrimciler dinlesinler diye kaset çıkarmaz. geniş bir mozaiğe şarkı söyler.

    özüne, sözüne, müziğine hep sadakat göstermiş, daha ilk yıllarda girdiği yoldan milim sapmamış bir müzisyendir edip akbayram. yüzyılların geleneğini arkasında bilmiş ve kuvvetli, yanık sesiyle söylemiştir türkülerini. onca elverişsiz koşula rağmen uzun yıllar boyu ayakta tutmayı başardığı “dostlar”grubunun, anadolu-rock denilen hadiseye katkısı çok büyüktür. en ufak konuda bile kendini geliştirmek için müthiş bir azimle çalışmıştır hep. mesela istanbul'a geldiğinde konuşması da tam antepli gibiymiş, konuşunca farklı bir dilden sesleniyor gibi garip garip bakıyorlarmış. bunun üzerine kalemi alıp dilinde tuta tuta konuşma egzersizi yapmış, diksiyonunu geliştirmiş. bu ufak örnek bile doğuştan dezavantajlı, engelli bir birey olarak ne kadar azimli biri olduğunu kanıtlar nitelikte… daha uzun zaman bizimle birlikte olması dileğiyle…
  • türkiyede ender bulunan sanatcılardan birisi.ankarada aralık ayında bir imza gününde ilk defa gördüm kendisini.imza gününün düzenlendiği yerde geçici olarak çalışıyordum.tek bacağının sakat olduğunu o gün öğrendim,yıllardır kendisini dinlememe rağmen.imza gününü canlı olarak yaşadığım ilk gündü,daha sonra da yaşamadım zaten ,ama sanatçı olmanın ne demek olduğunu görmeme yetti o gün. o zaman çıkan son albümünü imzalatmak isteyenler ile müzikevinin önü hınca hınç doluydu.gayet sakin bir şekilde,yüzünde gülümsemeyle sekerek geldi,içerigirdi,kendisi için hazırlanan masaya oturdu ve kasetlerini imzalamaya başladı.müzikevi sahibi,kendisinden imza almak için bekleyenlere, albüm satışını arttırabilmek için "son albümü imzalıyor,albümü olmayanlar imza alamaz" gibi duyurular yaptırıyordu diğer çalışanlara. içeriye giren dinleyicilerinden birisi bunu kendisine söylediğinde sinirlendi,albümü satın almak istemeyen varsa herkesden iade almasını söyledi,imza almak isteyenlerin böyle bir zorunluluğu olmadığı,dinleyiciler nyi imzalatmak isterse**** imzalayacağını söyledi ve imzalamaya devam etti. ilk 2 saat hiç durmadı,sonrasında gelsin kahveler gitsin çaylar başladı ama gene imzalamaya devam etti.4 saate geldiğinde artık kalem tutmaktan yorulan ellerini oğuşturmaya başladı her imza sonrasında,ama gene durmadı.toplamda 5 buçuk saat boyunca durmadan,son dinleyici gidene kadar imza dağıttı.toparlanıp giderken,çalışanlar olarak bir arkadaşa zorla" çalışanlarımıza da birer imza verebilirmisiniz?" sorusunu sordurttuk.çok yorulduğunu,ama çalışanların isimlerini vermemiz halinde imzalı kartpostalları göndereceğini söyledi.hepimiz "tabi canım,mutlaka yollar,hiç yollamaz olur mu" edası ile imzaların gelmeyeceğini düşünerek de olsa adlarımızı bir kağıda yazıp verdik.çıkarken artık yorgunluktan bayılacak gibi olan yüzünü gördüm onun,ama hala gülümsüyordu.

    bir haftaya kalmadan bir zarf geldi edip akbayramdan.hepimizin adına tek tek imzalanmış katpostalları içeren bir zarf.ben kendi adıma o şekilde düşündüğüm için utandım,diğerlerini bilemiyorum.kartpostalda "pillibebek e sevgi ve barış dolu bir dünya dileği ile" yazıyordu.onun bütün şarkılarını,bütün çabalarını,bütün hayatını ifade eden kelimeleri içerdiğini görmek ,başkası tarafından söylenmiş olsa inanmayacağınız sözleri,arkasında durduğuna ve duracağına inandığınız birinden duymanın verdiği hazzın nasıl bir şey olduğunu tarif etmek o kadar zor ki..

    şarkılarınla bu dünya daha bir sevgi dolu,barışa daha bir yakın edip abi.
  • halıflex saçları ve melul bakışlarına hasta olduğum
    sanatçı insan.
  • kıvırcık saçlarını ortadan ikiye ayırabilen tek insan.
  • sanatçılığını tekrar tekrar göstermiş saygı duyulası insan. özellikle aşağıda söyledikleri her şeyi özetliyor. bana göre başbakana da güzel ayar vermiştir.

    'yüzde 50'yi bana düşman etme'
    başbakan erdoğan'ın sadece ak parti 'nin değil, türkiye cumhuriyeti'nin başbakanı olduğunu ifade eden akbayram, "başbakan gezi parkı'na gidip, 'gençler alın bu park sizin olsun. içinde namaz da kılın, gitar da çalın, şarkı da söyleyin' demiş olsa, karşı düşünceden de oy alırdı. akil danışmanların yok mu senin? küçük bir park için bu kadar kan aktı, 7 ölü verdirdin. başbakan, 'bendeki yüzde 50'yi zor tutuyorum' diyor. sendeki yüzde 50 benim düşmanım değil ki. sandığa gitmiş, demokrasinin kuralları gereği akp 'yi tercih etmiş oy vermiş. akp'ye oy verdiniz diye siz benim düşmanım değilsiniz ki. demokrasiden bahsediyorsun, işte bu demokrasidir" dedi.
  • akp'nin türkiye genelinde düzenlemeyi plânladığı halk konserleri için hüseyin çelik tarafından telefonla aranan ve bu halk konserlerinde programa çıkması karşılığında kendisine 1 milyon dolar teklif edilen (hüseyin çelik, konuşma sırasında, "öncelikle 1 milyon dolar yatıralım banka hesabınıza, onun dışında talep edeceğiniz miktarlar olursa onlar da sorun değil.." diyor.) ancak bu teklifi reddeden ilkeli sanatçı.

    edip akbayram'ın, akp'nin konser teklifini reddetmesinin ertesi günü, kendisine, kadıköy vergi dairesi tarafından hakkında son 10 yıldaki vergi ödemeleri hakkında inceleme başlatıldığı bilgisinin gelmesi de olayın sonrasıdır.

    işbu entry, yukarıda anlatılan olaya şahit olan nihat behram referansı ile yazılmıştır.
  • memleketin muzik tarihine damga vurup da bu kadar mutevazi, edepli, ahlakli kalabilmek ancak edip abi gibi buyuk insanlara ozgudur sanirim.

    kendisi gundelik hayatinda sarkilarinda o daglari, duvarlari, yasaklari yikan guclu sesine ragmen adeta bir mutevazilik aniti gibidir, sessiz, vakur ve sakin.

    kendisi bu ulkenin her gercek degeri gibi bir kenarda durmaya mecbur edilir, kirk yilda bir hatirlanir ve degeri yeterince bilinmez.

    buna ragmen yakinmaz cunku adam gibi adam, insan gibi insandir. elbet haramilerin saltanati yikilir, eskiya dunyaya hukumdar olmaz, olsa bile kalmaz, ve biz goremesek de cocuklar motorlari maviliklere surer edip abinin o icten sesiyle.

    hani hic tanimadiginiz halde varligina minnet ettiginiz bazi insanlar vardir ya, o guzel insanlardan biridir edip abi.

    uzun ve saglikli bir omur dilerim kendisine, ve sonsuz tesekkur ederim varligi icin. o olmasaydi kimin sesinden dinleyerek aglayabilirdim ki anam ağlar başucumda oturur turkusunu.
  • şu dakikalar 1 mayıs marşını, tekel işçileri için okumaktadır, kuzeyin oğlu'nda.

    edit: nasıl gösterebiliriz mutluluğumuzu, bilmiyorum.
hesabın var mı? giriş yap