• crucifixion 5. yüzyıldan günümüze uzanan dönemde işlenmiş hristiyan sanatının en önemli temalarından biri. aynı periyotta ve aynı bölgede yapılan bu temalı resimlerde dahi görülen farklılıkları temanın dört incilde farklılaşmış anlatımına bağlamak mümkün. dört incili de incelediğimiz zaman ortak noktanın isa'nın mahkum edilmiş diğer iki hırsız arasında çarmıha gerilişi olduğunu görüyoruz. çarmıhın üstündeki " nasıralı isa, yahudilerin kralı " manasına gelen yazıt da resimlerde yaygın olarak kullanılmış. (bkz: inri)
    constantine’s church of the holy sepulchre 'ın inşaası ve kutsal yerler ve haçın sembolize edilmeye başlaması 6. yüzyıl sonrasında crucifixion temasının sıklıkla resmedilmesine zemin hazırlayan olaylardan birkaçı. kanıtlanmış olmasa da crucifixion imgelerinin ilk defa filistin'de kullanılmaya başladığına dair yaygın bir görüş var.
    batı hristiyan sanatına baktığımızda 4. yüzyılda bu temada yapılmış bir sanat eseri olup olmadığını dahi bilemiyoruz. elimizdeki en eski örnekler 5. yüzyıla dayanıyor. en eskilerinden biri 420 yılı civarında kuzey italya bölgesinde oyulduğu tahmin edilen,şu an da londra'da bulunan fildişi plakanın üzerine işlenmiş olanı. bu eserde göze çarpan çağın diğer eserleri gibi isa'nın canlı olarak resmedilmiş olması.altında yatansa isa'nın ölümünün ölüm üzerine kazanılmış bir zafer olduğu anlayışı.
    9. yüzyıla geldiğimizde doğuda, özellikle bizans eserlerinde, canlı isa'nın daha nadir kullanıldığını görüyoruz.reform süreci öncesindeki teolojik ve dini trendlerin üzerinde kesin etkisini gördüğümüz temanın işlenişindeki değişiklikle birlikte bu dönem crucifixion'ın yaygınlaşmaya başladığı zamana tekabül ediyor.
    gothic akımın baskın olduğu dönemde renkli cam ve duvar üzerine işlenen crucifixion 12.yüzyılın son dönemlerinde retabloların en önemli teması olarak kendini gösteriyor. bu dönemde daha çok italya bölgesine özgü bir tarzın geliştiğini görüyoruz. panelin yine haç şeklinde olduğu ama baskın figürü içermek için kolların altında daha geniş olarak resmedildiğini görüyoruz. bu yüzyılda da vurgulanan kısım her zamanki gibi haç üstündeki isa olarak devam etmekte.
    12.yüzyıldan 13.yüzyıla geçtiğimizde ise canlı isa’nın (christus triumphans) yerini tamamıyla ölü olarak resmedilen isa’ya(christus patiens) bıraktığını görüyoruz.
    acının resmedilmesi bizans resminde genel olarak daha sınırlı da olsa 13. yüzyılın son dönemlerinde haçtan bağımsız olarak resmedilen ölü isa figürü duyguyu daha etkili olarak vermek amacıyla yaygınlaşıyor. bu durum da resimde objeyle objenin imajı arasında ayrılık yaratıyor.
    14. yüzyılı öncesinden ayıran noktaysa isa’yla birlikte çarmıha gerildiğine inanılan iki hırsızın da resimlerde yerini bulması. bu dönemde genellikle yüzünde huzurla resmedilen isa’nın aksine hırsızlar acı çekerken tasvir ediliyorlar. 14. yüzyılın sonlarından itibaren hırsızların ruhlarını almaya gelmiş melek ve şeytanların da resmedilmeye başlandığını görüyoruz. bu resimlerin de ölünün ruhunun ağızdan çıkıp insan vücudunu terkettiği antik inancının etkisi altında kaldığını söylemek mümkün.
    başka büyük bir kırılma da 15. ve 16. yüzyıllarda yaşanıyor. bu dönemlerde özellikle italyan resminin büyük çapta sadeliğe yer verdiğini görüyoruz.
    bu değişimin en güzel örneği olan matthias grunewald’ın isenheim altar eserine baktığımız zaman ifadenin daha once denenmemiş bir paletle verildiğine şahit oluyoruz. resimdeki mistisizmden ziyade resme bakan kişide yaratılan olaya şahit olma hissiyatı resmin ne derece başarılı bir ressama ait olduğunu kanıtlayan cinsten.
    reform döneminde diğer bütün temalar gibi crucifixion imajının da bu bağlam içine uygunca yerleştirildiğini görüyoruz. resimlerde "günah" ve "erdem" yüzyüze getiriliyor. başka bir ayrıntıysa golgotha’nın (isa’nın çarmıha gerildiğine inanılan yer) yeni ve eski ahitten sahneleri kapsayacak şekile genişletilmiş olması.
    bu resimlerde insan aziz olmaktan ziyade yargılanmayı bekleyen bir günahkar olarak da resmedilmeye başlıyor. resimlerde insan iyiyle kötü arasında seçim yapma şansına sahip. dönem resimlerinin çağın önde gelen reform düşüncelerinden etkilendiği aşikar. tam da bu noktada sanatın reformla buluşmasına şahit oluyoruz.
  • roma'nın en büyük kafalarından cicero, in verrem adlı eserinin ll.5.165. bölümünde "crudelissimum taeterrimumque supplicum" diye anar crucifixion'ı, yani çarmıha germeyi "en acımasız ve en iğrenç ceza" olarak görür. bir pagan kafası olarak, romalı yurttaşların kanıtlanmış vatan hainliği dışında bu cezaya çarptırılmayacağını da biliyordu.

    şöyle devam ediyor: "roma vatandaşlarından birini bağlamak suç, kırbaçlamak iğrenç, öldürmek cinayettir de çarmıha germek de nedir? bu denli dehşet verici bir yöntemi tanımlayacak söz yok!" (in verrm ll.5.170: "facinus est vincire civem romanum, scelus verberare, prope parricidium necare: quid dicam in crucem tollere? verbo satis digno tam nefaria res appellari nullo modo potest.")

    pagan dünyasında çarmıha gerilmeyle alakalı vesikalardan biri de, yine cicero'nun i.ö. 63 yılında gaius rabirius için yazmış olduğu savunma yazısıdır (aslen bu bir konuşma metnidir). cicero, "çarmıh" sözcüğünden öyle bir iğrenmeyle söz eder ki, onun sadece roma yasalarından değil, aynı zamanda romalıların zihinlerinden, gözlerinden ve kulaklarından da silinmesi, uzak tutulması gerektiğini söylemiştir. ona göre çarmıhın acılarına katlanmak değil, çarmıha gerilme cezasına çarptırılmak, çarmıhla idamı beklemek ve hatta bunun sözünü bile etmek, roma vatandaşlarına, özgür insanlara yakışmazdı. (pro rabirio perduellionis reo xvi: "mors denique si proponitur, in libertate moriamur, carnifex vero et obductio capitis et nomen ipsum crucis absit non modo a corpore civium romanorum sed etiam a cogitatione, oculis, auribus. harum enim omnium rerum non solum eventus atque perpessio sed etiam condicio, exspectatio, mentio ipsa denique indigna cive romano atque homine libero est.")

    j. r. w. stott'ın the cross of christ adlı eseri isa'nın çarmıha gerilmesiyle ilgili müthiş doyurucu bir derlemedir. eserin bir yerinde pagan romalıların ve yahudilerin, isa'nın çarmıha gerilmeyeceğini sandıklarından söz edilir. cicero'nun yukarıda alıntıladığım ifadeleri gibi, "çarmıha germek" dönemin en iğrenç, en acı cezalandırma yöntemlerinden biridir. ve türlü alaylara rağmen ilk hiristiyanların çarmıh'a, çarmıh'a gerilmişliğe bu denli bağlanmış olmalarının tek bir sebebi vardır, çarmıh isa'nın düşüncesinin odak noktasıdır ve isa'nın peşinden gidenler, ona bağlı oldukları için bu simgeye sarılmışlardır. buna zorunludurlar aslında. bunu novum testamentum, yani yeni ahit'te görürüz:

    matta 10.38: "çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir."
    matta 16.24: "sonra isa, öğrencilerine şunları dedi: 'ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin.' "
    markos 8.24: "öğrencileriyle birlikte halkı da yanına çağırıp şöyle konuştu: 'ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin.'"
    luka 9.23: "sonra hepsine, 'ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, her gün çarmıhını yüklenip beni izlesin' dedi."
    luka 14.27: "çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen, öğrencim olamaz."

    şu da var ki, isa'nın çilesi (passion of christ) denilen şey, aslında insanların üzerindeki gam yüküdür, yürek ağrısıdır. çile modern insana özgü bir kavram değildir, o ancak sırta yüklenen ağır bir bohçadır. konformist insan için kuş tüyü yatak neyse, imanlı için de çile odur. bunu credo quia absurdum düsturunda açık bir şekilde görürüz. insan, saçma olmayana inanarak çok büyük iş başarmış sayılmaz, mesele saçma olana biattır. imanın derecesi, çekilen çilenin nazarında belirlenir. isa'nın, tüm hiristiyanlar için çile'yi omuzlaması, aslında onun ardından gidenler için de aynı çilenin omuzlanması gerekliliğini oluşturur. işte bu yüzden luka 9.23'teki "ardımdan gelmek isteyen kendini inkar etsin" bir çileci emirdir, her gün çarmıhını güneşle birlikte yeniden ve yeniden yüklenenler için pilatus'un "hakikat nedir?" (quid est veritas) sorusu cevapsız bırakılarak cevaplanmış demektir.
  • haça gerilme.

    (bkz: çarmıh)
    (bkz: çarmıha germek)
    (bkz: odradek/@ibisile)
  • rönesans ressamı, italyan giovanni donato da montorfano tarafından, 1495 yılında milano'daki santa maria delle grazie kilisesinin duvarına resmedilmiş fresktir. görsel

    "crucifixion" isa mesih'i çarmıha gerilmiş olarak resmeden tabloların tümüne verilen genel addır. tarih boyunca yüzlerce farklı ressam tarafından resmedilmiştir bu çarmıha gerilme anı. bazılarında sadece isa mesih varken, bazılarında isa mesih'e eşlik eden havarileri de bulunabilir.

    giovanni'nin crucifixion'u, santa maria delle grazie'de, leonardo da vinci'nin meşhur the last supper freskinin karşısında bulunur. gidenler bilir, odaya sınırlı sayıda ziyaretçi alırlar (maks. 15-20), içerde iki tane güvenlik görevlisi bulunur ve bu iki eser duvarda karşılıklı birbirlerine bakarlar. bütün ilgiyi, doğal olarak, the last supper çeker ve crucifixion boynu bükük bir şekilde sessizce sırasını bekler. nihayet, görevliler sürenin dolduğunu söyledikten sonra insanların aklına duvarın diğer tarafına bakmak gelir. odadan çıkmadan hemen önce, ufak bir göz gezdirirler esere. ama hak ettiği bu değildir crucifixion'un. incelenmeyi, üzerinde düşünülmeyi hak eden bir fresktir.

    freskte, çarmıha gerilen iki hırsızın ortasında görürüz isa mesih'i. çarmıha gerilenlerin arkasında ise alabildiğince kalabalık ve görkemli bir kudüs manzarasıyla karşılaşırız. isa mesih'in çarmıha gerildiği haçın ayağına kapanan kişi, isa'nın havarilerinden maria magdalena'dır görsel. diğer kadınlarla yas tutan mavili kişi meryem ana; haçın hemen sağında ve solunda diz çökerek dua eden iki kişi ise aziz dominik ve aziz thomas aquinas'tır. her iki azizin de 13.yy'da yaşadığını düşünürsek, fresk bu yönüyle anakronik bir eserdir. ayrıca iddialara göre, milano dükü ludovico sforza ve heyeti, daha sonradan leonardo da vinci tarafından freske eklenmiştir.

    giovanni, freskini yapmaya leonardo'dan birkaç ay önce başlamıştır. eser, geleneksel bir fresk olmasına ve tamamlanmasının üstünden 500 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen renkleri hala canlılığını koruyor. leonardo ise freskini zamklı boya ve yağ karışımı yeni bir teknikle boyamıştır. buna rağmen, eser maalesef daha leonardo hayattayken bozulmaya başlamıştır. hala büyüleyicidir fakat bozulmalar da oldukça belirgindir. giovanni'nin yaptığı iş övgüye değer bir iştir. dünyanın en popüler freskinin karşısında 500 yıldır varlığını sürdürüyor. hem de komşusundan daha canlı bir şekilde. hak ettiği değeri şimdilik göremese de, ilerde mutlaka görecektir.
  • her dinî yapı kendi terminolojisini bariyer olarak kurmak durumundadır. stoa disiplininin dinî yönüyle ilgili olarak sık dile getirilen bir analoji vardır: stoa felsefesi bir bahçeyse; mantık çit, fizik ağaç, insana ilişkin etik de meyvedir. hedeflenen meyve olduğuna göre, temelde yapı insandan hareketle insanı hedeflemiş olur; onun dışındaki her çaba bizzat onun bekâsı adına çalışır. hıristiyanlık da kendi bahçesinin temeline insanı yerleştirdiğine göre (hatta bu yüzden insanın yaşadığı yeryüzünü evrenin merkezine yerleştirmeye meyilli oldular) bu crucifixion hikâyesini de aynı minvalde değerlendirmemiz, yani hıristiyan etiğinin sadece bir aracı olarak görmemiz gerekebilir. oysa tam ters bir şekilde, çarmıha gerilmiş isa imgesi, bütün hıristiyan imgelerinin merkez noktası gibi düşünülmüştür. hatta çarmıhın kendisi öylesine yüceltilmiştir ki, dinin bizzat kendisi işkencenin üzerine inşa edilmiş bir nevi acı felsefesine dönüşmüştür. (#16453756 no 'lu entiride aktardığım gibi, stoacı self-discipline nosyonunun, hıristiyanlıkta self-sacrifice'a dönüşmesi de bu acının kaynağına dair bize bilgi verir.)

    sadık hıristiyanların gönlünü bu denli çilehaneye dönüştüren bilincin stoa'daki köklerini kabaca vurgulamaya çalışmıştım: acı/#16453756. peki, gerçekten de acı çekmenin felsefesi olur mu? hıristiyanlık nezdinde bunu görüyoruz; peki siz hangisini tercih ederdiniz, insanın nezdinde acı çekerek kurtuluşu getiren tanrı'yı mı yoksa ilahî aracılığı dışında tümüyle size benzeyen bir peygamberine acıyıp onun yerine başkasının çarmıha gitmesini sağlayan kollayıcı tanrı'yı mı (nisa suresi : 157 "biz, allah'ın resulü meryem oğlu isa mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden. oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. onu kesinlikle öldürmediler.)? burada crucifixion bir katalizör görevi görüyor sanki. tanrı hangi durumda daha yetkindir? müthiş bir paradoksla ya da muammayla karşı karşıyayız; insan ikisinden birini tercih edebilir ya da ikisini birden elinin tersiyle itebilir. bana kalırsa, neticenin ve tercihin hiçbir önemi yok; bu muammanın oluşmuş olması bile yeterli derecede heyecan vericidir. çünkü insanın dini tasarım yeteneğinin etik kaygılar güttüğünü görmemek için neden-sonuç ilişkisini anlamamak gerek. insanın buradaki kabulü, onun buna ihtiyaç duymasından besleniyor. şimdi bunu açayım.

    meşhur propagandistlerden philip yancey'in o "adından belli" kitabında kuran'daki omnipotens tanrı'nın, isa'nın çarmıha gerilmesine izin vermeyecek kadar "hoşgörülü" (gentle) oluşunun, hıristiyanlığın özündeki temel düşünceyle çeliştiği söylenir (where is god when it hurts? a comforting, healing guide for coping with hard times, zondervan press, michigan 1997, p.236). buna göre (kuran'da anlatılanın aksine) tanrı'nın crucifixion'da isa'ya hoşgörülü davranmış olduğu düşüncesine gerek yoktur; zira zaten bizzat tanrı'nın kendisi isa'nın bedeninde insanlığı kurtarmak adına crucifixion'a razı olmuştur (a.g.e., p.236). yani tanrı, crucifixion esnasında yukarıda/uzakta değil, bizzat olay yerinde insanlık adına bulunmaktadır. yine aynı yazarın luther'den aktardığı bir deyim ise yine bu terminoloji kapsamında pek anlâmlıdır:

    "haç/çarmıh tanrı'nın tanrı'yla boğuştunu gösteriyor."

    şunu da ekliyor: "isa sadece bir insan olsaydı, başına gelen bu durum tanrı'nın acımasız olduğunu kanıtlardı; oysa tanrı çarmıhta bu dünyanın acı yükünü yüklenmiş, özümsemiştir."(a.g.e., p.236) burada asıl absürt görünen ise (bu kelimeyi bilinçli olarak tercih ettiğimi ve ne demek istediğimi tahmin edersiniz: credo quia absurdum) isa'nın crucifixion evvelinde, esnasında ve sonrasında her daim tanrı'nın oğlu veyahut bizzat kendisi olduğu düşüncesinin "kesinlikle" kabul edilmiş olmasıdır. bu terminolojiden hareketle "isa sıradan bir insan olsaydı..." diye başlayan olmamış geçmişe dönük cümleler kurulabildiğine göre, ön-kabul varılan neticenin önüne geçmiş durumdadır. ben burada durumun kendisini, ön-tasarıma uydurma çabası olarak görüyorum. kuran bunu, tanrı'nın bir peygamberini kollaması olarak tasarladığından, onda çok daha kapalı bir şekilde tasarımı anlâmlı kılma çabası vardır, diyebilirim. oysa hıristiyan terminolojisinde bu tasarım bir ön-kabulün gerekliliğini alenen haykırıyor. "o zaten tanrı'nın oğlu/kendisi olarak orada 'kurtuluş için acı çekmeye' hazır bulunuyordu... bir üst tanrısallıktan aşağı kademedeki insana yönelmiş bir 'gentle' durumuna gerek yoktu" denilmiş oluyor. bu da dinî tasarımın ne denli insanların anlayabilecekleri ölçüye çekildiğinin ve yukarıda bahsettiğim stoa felsefesinde mantığın üstlendiği görev gibi, hıristiyan din dilinin savunma mekanizmasının bir rasyonaliteye dayandırıldığının müthiş ispatıdır. belki tanrı'nın var olup olmadığını ispatlayamayabilirsiniz (bkz: tanrının olmadığı kanıtlanırsa olacaklar/@jimi the kewl) ancak tanrı'ya dayanan/dayatılan tasarımın arka plânında hangi amacın yattığını ya da oluşum sürecini çözümleyebilmeniz mümkündür. öyle ki insandaki güdüklük, tanrı'daki yüceliğin sebebidir.

    ben crucifixion'ın, milyarlarca insanın yüreğine seslenen bir dinin en önemli sembollerinden olması dolayısıyla, insanlığın ortak tasarım yetisine çok önemli bir hizmetinin olduğunu düşünüyorum; o da aziz anselmus'un cur deus homo'da (tanrı neden insan oldu) detaylı bir şekilde işlediği gibi, tanrı kelâmını bizzat güdük insanın var oluş sıkıntısına çare olabilmek için insan bedeninde çarmıha gerilmeyi göze alan bir kudrete yedirmesidir. bana kalırsa batı avrupa'nın modernliği işte bu yüzden burada, yani hıristiyanlığın isa'sıyla başlar. kuran'daki isa ise bu tasarımla karşılaştırıldığında, deyim yerindeyse bir geri adımdır. tanrı yeniden insan zihninde insandan koparak, en fazla "bağışlayıcı" olabilecek bir omnipotens olmuştur. bunu evvelce insan aklı/@jimi the kewl entirimde dile getirmiş ve asıl "tanrım beni neden yalnız bıraktın?" diye sorması gerekenin hz. muhammed olduğunu söylemiştim. öyle ki bana şah damarım kadar bile yakın olan kudret (kaf suresi, 16: yemin olsun ki, insanı biz yarattık. nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. biz ona, şah damarından daha yakınız.) en azından benimle bütünleşmeden, bana "yakın" olacak ölçüde uzak olmasıyla beni yalnız kılmış demektir. lütfen ebedî yalnızlığınızı düşününüz; size yakın olan şey bile en nihayetinde "siz" olmadığından, aklınızın alamayacağı bir ölçüde size uzak demektir (ortega y gasset "bir kişi size ne kadar yakın olursa olsun, onun diş ağrısını hissedemezsiniz" diyordu). zira yakın'lıkta bile arada bir mesafe var anlâmı yatar, siz'likte ise siz olma durumu ebedî yalnızlığınızın başka bir biçime dönüşmesi anlâmına geliyor. en azından onunla yalnız olmuş olursunuz, sıradan isa ile tanrısal isa'nın crucifixion'daki durumu gibi.
  • (bkz: #6542918)

    adem'in mezarı üstüne dikildiği de konuşuluyor ama hemfikir olunan bir konu değil sanırım.

    bizans'tan itibaren çoğu crucifixion temalı resimde çarmıhın dibinde kafatası var da mezardan mı, tepenin şekline bağlı isminden mi, dini ritüelden mi, yoksa hepsi birden mi orası muallak. gören ben de koyayım, günaha girmeyeyim demiş belli.

    memento mori diyen de var.

    hans holbein'in ambassadors'unda da sol köşeden azıcık görünen isa ve ayaklar altındaki kafatası da bu geleneğin devamı mı diye bir düşündüm şimdi.
  • forest lawn memorial museum'da bulunan bir jan styka tablosu. 195 x 45 feet uzunlukta haaaayvanlar gibi buyuk bir tablodur.

    http://www.forestlawn.com/…ale/hocr_crucifixion.asp
  • ing. carmiha germe eylemi.
hesabın var mı? giriş yap