206 entry daha
  • bazı kavramların sadece kendileriyle açıklanabileceğini düşünüyordum; fenomenleşme böyle bir süreçtir, diye de bunu temellendiriyordum. oysa her şey her şey; hiçbir şey hiçbir şey imiş; şimdi de böyle düşünüyorum. yani herbir şey sadece kendisidir. acı da bunlardan biri; acı sadece acıdır. giz de böyle bir şeydir, yalnız da. bunların herbiri sadece kendileri olma süreçlerini yaşadıkları için kendileri olmak durumunda oluyor. bunu acı üzerinden açımlayabilirim; ancak bu entiride öncelikli olarak tasarladığım şey bu değil. buna ayrıca değinmek gerek, şeyi sadece kendisiyle tanımlamanın ne kadar büyük bir çözüm olduğuna dair kitaplar yazılır; çünkü insanların sırtından yükü alır, gündelik acılarını dindirir. şeyleri kendi haline bırakmanın hafifleticiliği insanlarda sorgu mekanizmasının kapanmasını sağlar; böylece insanoğlunun üst üste binen kaygılardan oluşan varoluş sıkıntısı çözüme kavuşur; en nihayetinde hayvanlar gibi olma statüsü, yeterli bir kazançtır. huzurla ölümü beklemek mümkün.

    oysa her şeyde olduğu gibi sorgulamada da insan acıyı bilinçle tercih edebilir; sorgulama bir nevi acı çekme anlamında, zira bulabileceğiniz bir çıkar yol ya da ulaşabileceğiniz tatmin edici bir netice neredeyse yok. eninde sonunda bulunduğu sanılan çıkar yol, inancı gerektirir. "bunun böyle olduğunu biliyorum" diyebileceğiniz kesinlikte hiçbir şey yoktur; her bulduğunuz sonucu bir sonraki aşamada "peki, o halde o neden/nasıl/hangi surette var" sorusuyla karşılayın bakalım, nereye varacaksınız. eninde sonunda, varılacak yer "bilmiyorum" olur. işte nihilizme veyahut agnostisizme beş kala, en azından bunu bilmek bile başlı başına kazançtır. acının da böyle bir yönünün olduğunu düşünüyorum: "acı neden var?" diye kendime sorduğumda "kesin" bir cevabım asla olamaz; tahmin veya temenni beni sanki acının kalbine götürmüş gibi tatmin edebilir. oysa bu tasarımdan ibarettir; bir şey var ve ben onu tasarlayarak anlamlı kılmaya çalışıyorum. en üst kertede o şey aslında yok; tasarımımı çıkardığım zaman / ya da çok sık söylediğim gibi kafamı yastığa koyduğum zaman, gözlerimi de kapamışsam o şey asla yok. bana bu kadar içkin olan bir şeyi ben nasıl bu kadar benden uzaklaştırabiliyorum? çünkü içten içe bunun bir tasarım olduğunu biliyorum; belki bildiğimi de bilmiyorum, hiç fark etmez; temelde ben her tutumumu kendi güdük asiliğimi yatıştırmak adına oluşturduğumun bilincindeyim. o halde serinkanlı olursam güdüklüğümün ötesine taşamasam da ya da onu tümden yok edemesem de, en azından ondaki asiliği yatıştırmak adına tahayyül yeteneğimin vardığı tasarımların esiri olmam.

    dahası da var, bacon'ın idola specus dediği eğitimimin ve kültürümün bana sağladığı küçük mağaramın kısıtlayıcılığından da sıyrılabilirim; böylece mağara idolü karşısında bu mağaranın mümkün ve mecbur kıldığı tasarımlardan sıyrılmış, yepyeni bir ben elde edebilirim. bu yeni benin de kendi güdüklükleri ve ona bağlı tasarımları olacaktır. çünkü durumu anlamlandırma görevi bana verilmiş, ben her defasında yeni bir durumla ve onu anlamlı kılan yeni bir tasarımla karşılaşacağım. her tasarım yaratımı, bir gardını alma uğraşı oluyor. herkes tasarımı kadar yaşıyor. o halde acı karşısında insanın tutumunu belirlemeye çalışan ve ona itidâlliği öneren felsefî sistemler de her halükârda bir kandırmacadan ibarettir. örneğin stoa disiplinini düşünüyorum; gözyaşına ve feryada (dolayısıyla dünyevi acılara ve varoluş acısına) karşı adeta savaş açan stoa düşüncesi, bir "kendinden vazgeçme" (self-renunciation) düsturu geliştirmiştir (s. angus, the religious quests of the graeco-roman world, biblio-tannen publishers, 1929, p.66); buna göre evrenin bir parçası olan birey kendi aklıyla evrensel bütüne yani akla karışır. mens universi yani evrenin tanrısal zihni, insanın zihninde kendini gerçekleştirir; tersi de geçerli, insanın zihni, evrensel zihinde kendini gerçekleştirir. o halde hem birey olarak hem de evrensel aklın bir parçası olarak akıl sahibi olan insan evladının çekeceği acının hor görülmesi gerekir değil mi? çünkü acı, evrensel iyinin bir parçasıdır; dilimizi ısıralım: sonuç olarak acı da iyidir.

    insan tanrı'da birleşiyorsa, acı da tanrısal demektir. o halde acı, kutsal yasanın gerektirdiği ölçüde vardır tıpkı diğer her şey gibi.

    bu durumda acıya karşı insanın katılaşması ve dirençli hale gelmesi bir tanrısallık kokar. yukarıda dediğim gibi, tasarım aldatmacası zaman içinde bir dinsel zaruriyeti doğurur, doğurmuştur: s. angus'tan alıntılayalım: "stoacı 'kendini denetim' (self-discipline) anlayışı, hıristiyanlıktaki 'kendini feda etme' (self-sacrifice) anlayışını doğurmuştur." (a.g.e., p.66) buradan çıkarılası ders şudur: "nasılsa acı çekiyorum; bunu anlamlandırmak elimde; anlamlandıramazsam kaybım büyük; anlamlandırırsam ona karşı direnç kazanırım: o halde onu anlamlandırıyorum: 'acı tanrısaldır, beni yok etmez'."

    bu bilgece tutum pathos'un insan hayatından tümüyle çıkarılmasıyla onu bir nevi hayvanlaştırmış olur. bu açıdan bakıldığında, bilgeleşme aynı zamanda hayvanlaşma sürecidir. çünkü stoacı bilge, tutkularından sıyrılmış olandır; acı duymaz, kederlenmez. kurban edilen hayvanın bıçağın keskin ucunu boğazında hissettiği ana kadarki sessizliğini düşününüz; aynı şekilde bilge de acıya kucak açar, onu kabullenir; çünkü her şey gibi acı da tanrı'dan gelir. yine s. angus şöyle diyor: "stoacılık da hıristiyanlık gibi sürekli acı çekme muammasına (enigma) dayanan bir insanlık anlayışı yaratmıştır. acıya yaklaşımda stoacı ruhun hakikî kahramansı karakterini buluruz. stoacılar acı çekmeyi yadsımazdı; aksine kendilerini ona karşı güçlü/çelik gibi dayanıklı kılmaya çalışırlardı." (a.g.e., p.66)

    bu sadece örnek bir tasarım; bunun gibi başka tasarımlar da gliştirilebilir. sizdeki aklın evrensel akla karışmadığını tesadüf'i bir şekilde meydana geldiğini de düşünebilirsiniz. her tasarım bir teselli çabasının ürünüdür; örneğin materyalist atomcular atomların pürüzlü, düz, kanca şeklinde, köşeli, eğri-büğrü, tekerlek, yuvarlak gibi farklı biçimlerde olduğunu düşünmüştür; böylece symmetria yani bir-ölçülülük yine de büyük küme olan düzensizliğin içinde düzen olduğunun kanıtıdır (bkz: w. kranz, antik felsefe, sf.165, sosyal yay. 1994). büyük resme bakmamız gerekiyor; atomları biçimlendirirken bile onları salt biçimlendirmeye çalıştığımız için bile bu teselli paradigmasının esiriyiz. democritus'un sınırsız evreni, şimdi meydana gelen şeylerin en başta bir nedeninin olmadığı düşüncesine dayanır. o halde en başta bir neden yoksa, her şey zarurî olarak akıp gidiyorsa; sonu da olmayan yani nedensiz olan bir düzlemde, nedensizlik nedeni yetkin ve tatmin edici bir netice sayılmaz mı? o halde tasarım, başından beri anlamlandırma çabası olmasından ötürü, aldatmaca dahi olsa kudretli bir insan yetkinliğidir. insan aklı, onu düzensizliğe mahkum ettiğinde bile bunu onunla yapmaya mahkumdur; o halde akıl insanın üstünde olmayı gerektirir; aklı çıkardığınızda insanda hiçbir şey kalmıyorsa, stoa'nın bildirdiği gibi bir üst evrensel akla ulaştığını hayal ettiğimiz aklımızın acı da dahil olmak üzere, her şeyi küçümsemesi ve itidâle teslim olması yetkin bir varış olarak görülebilir.

    yine s. angus şöyle diyor: "stoa serin duruşu, tahammülkârlığın, kendi denetimin ve kozmik sürecin kesintisizliğinin bilinci güçlü ve atletik ruhlara ahlâki bir zafer imkânı sunuyor. fakat her birey kahramansı itidâlliği sergileyemez; azı felsefede uzman olabilir; ondan da azı felsefeden edindiklerini yaşamını oluşturmada kullanabilir. acının ve acı çekmenin problemi belki de çözümsüzdür; oysa hıristiyanlık, ideal bir kusursuz tipe ya da bir bilgeye değil, ortalama insana da tesellisini sunmuş ve acılarıyla birlikte yürümeyi öğretmiştir." (a.g.e., p.66-67)

    gerçekten de dinler tarihine baktığımızda inanç yapılarının giderek daha konformlu hale geldiğini görüyoruz. paganizmin son kalelerinden stoa felsefesi bilge adama seslenirken, hıristiyanlık ortalama insana isa'nın nezdinde itidâlliği öneriyordu. evreni küçümsemek gerekiyordu. isa ne diyordu? (matta 10.38) "çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir." (markos 8.34) "ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin."

    sen bu halinle yetmiyorsun anlamaya; kast edilen bu. yetmiyor, yettiremiyorsun; sana ait olan gözler, kulaklar ve diğer organlar bu acıdan sıyrılmana yardımcı olmuyor. islamî söylemdeki "gönül gözü" denilen şey harikulâde bir buluştur aslında; o gözle bakman öğütleniyor. isa "kendi çarmıhını yüklen" derken, "vazgeç" demiş oluyor. ancak vazgeçtiğin zaman acıdan sıyrılırsın; varolış sıkıntılarından kurtulursun. sahi, siz isa'nın getireceği kurtuluş söyleminden ne anlıyorsunuz? gökten inip, eline kılıcı alıp insanları iyi ve kötü diye ayırmasını mı? insanın en büyük kurtuluşu kendi tasarımında; s. angus'un da hatırlattığı gibi "kendi acılarıyla birlikte yürümeyi" marifet bellemeden daha büyük bir kurtuluş var mı? işte bu yüzden tasarımı ve insan aklını (insan aklı/@jimi the kewl) yüceltiyor, ger, kalanı önemsiz görüyorum.

    en başa dönerek sonu getirelim. acı sadece acıdır; o sizden kaynaklanır. doğru bir tasarımla üstesinden gelemeyeceğiniz bir "yitimden kaynaklanmış acı" yoktur. bana kalırsa felsefe-teoloji tarihinin en can alıcı sorularından birini sormak nasip oldu boethius'a: "estne aliquid tibi te ipso pretiosus?" "senin için senden daha değerli olan bir şey var mı?" seni senden alamayacaklarına göre, kaybettiğini sandığın ve üstüne bir de acı çektiğin her şey senin dışında olduğundan ve sana ait olmadığından; ykaybettiğinde kendini parçalayacağın hiçbir şey yoktur. bu gemiyi biraz daha yürütmeniz durumunda, hallac-ı mansur'a varmanız içten bile değildir.

    son olarak şunu söylemek istiyorum bir uyarı niteliğinde; burada olabildiğince bir bütünlük kurmaya çalışıyorum. bu bütünlük kapsamında bazen, başka entirilerde dile getirip de mevcut entiride es geçtiğim hususlar olabiliyor. bu da yanlış anlaşılmaları doğuruyor, gelen bazı mesajlardan anladığım bu. hiç söylemek istemediğim bir şeyi söylemişim veya dikte etmeye çalışmışım gibi tepkiler alabiliyorum (bunlar olumlu da olumsuz da olabiliyor, iki durum da yanlış anlaşıldığım gerçeğini değiştirmiyor); bu yüzden bazı durumlarda evvelki entirilerimi gözden geçirmek gerekebilir. örneğin ben bu entiriyi kimlik/@jimi the kewl - mens universi/@jimi the kewl - kendini inkar etmek/@jimi the kewl - insan aklı/@jimi the kewl entirileriyle ve üst tasarım olarak defectus defector projesiyle birlikte düşündüm. hepsi bir olunca, anlatmaya çalıştığım şey daha iyi anlaşılabilir.
723 entry daha
hesabın var mı? giriş yap