• geçen sene bi piknikte epey kalabalık bi piknikte aldı sazı eline, başladı türkü söylemeye. birden etrafı kalabalıklaştı. kuştur dersin, insandan, kalabalıktan korkar kaçar dersin. birden bi kaç tane kuş geldi kondu ayağının dibine. ayakkabısının üstüne flan çıktı. böyle yani. destur pirim.
  • 3 gün önce eskişehir'de, odunpazarı belediyesinin gerçekleştirdiği bir organizasyonda konser verdi. belediyede kültür işlerinden sorumlu şahısla aralarında şöyle bir diyalog geçti:

    belediyeci: sayın cengiz özkan'a bizi kırmayıp ramazan ayı etkinliklerimize katıldığı için teşekkür ediyoruz.
    cengiz özkan: valla, siz çağırdıktan sonra biz recepte de geliriz, şabanda da. bizim için fark etmez.
  • onun türkü söylediği gibi evlat yetiştirirsek. yapabilirsek. bu ülke çok güzel olur.
  • peder bey ,doktor yasaklamadan önce haftada bir trt 1'deki türk sanat müziği programı eşliğinde rakısını içerdi ; çakır keyf olunca 32 diş gülerek şarkılara eşlik ederdi ,rakıyı bırakınca müziğe olan ilgisi de pek kalmadı .ben peder beyden bayrağı devraldım,ramazan ayı hariç haftada bir muhakkak rakımı içerim aynı babam gibi dört dublenin üstüne de asla çıkmam.çarşamba günü rakı masasındayken beni aradı .
    -alo
    -efendim baba
    -nerdesin evlat
    -rakıdayız baba arkadaşlarla.
    -iyi! dönünce beni al.
    -hayır mı ?yaramaz bişey yok değil mi?
    -yok yok ,ne zamandır bir araya gelemiyoruz ondan aradım.iki çift lafın belini kırarız.
    -tamam baba yarım saate yanındayım .
    -acele etme ,yavaş gel.
    son dubleyi pederin şerefine kaldırdık,müsaade isteyip kalktım .yavaş yavaş eve geldim ,aradım aşağıya indi,arabaya bindi ,gezdir beni dedi.cengiz özkan'ı buldum flash bellekten ,peder beyle ortak nokta olur diye.
    -ne güzel kokuyor meret.
    -efendim baba.
    -kaç duble içtin.
    -4
    gururlanarak aferin dedi.
    uzanıp farkına vardığı sesin , sesini açtı."el çek tabip el çek benim yaremden.ölürüm de kurtulmam ben bu yaremden"32 diş, şarkıya eşlik etti ya adam ,benim ağzımdaki rakı kokusuna.heves,istenç ne güzel bir haldir.
  • trt istanbul radyosu saz sanatçılarındandır.
  • kaymak gibi akan bir ses, hislere tercümân...
    sazı, sesi var olsun.
  • uzun yaşasın. olur mu?
  • hele çalıver gadasını aldığım, diyeceklerim var...

    pis boğaz adamım ben.
    severim yemeyi de, içmeyi de.
    keyif alıyorum yemekten, doymak için yiyorum çoğu zaman,
    ama eğer bir pazar günü dışarıda işim yoksa, evdeysem, oturur kendime yemek yaparım uzun uzun.
    ben yemeği doymak için değil, hobi olarak yapıyor ve yiyorum.

    ama anne yemeğinin yeri farklıdır,
    gurbette yaşayan herkes evine döndüğünde menünün klasikleri vardır.
    mesela kız kardeşimin klasiği yaprak sarması,
    babamınki baba ocağına ne zaman gitse patlıcan tavaydı,
    bir arkadaşım vardı o otobüse binmeden tepsi kebabın salçası tepsinin kertiğine düşerdi,
    herkesin vardır böyle anasının evine döndüğünde bir klasiği.

    işte ben pis boğaz kardeşinizin de var böyle bir klasiği,
    mercimekli bulgur pilavıdır benim karşılama yemeğim.
    annem çok güzel yapar bu yemeği,
    gerçi ben bulguru severim, yani bulgurun içine ne atarsan at tadı güzelleşir.
    domatesli yap mesela mis gibi olur,
    nohutlusuna doyum olmaz
    etli veya tavuklusunun yeri ayrıdır,
    kabaklısı cacıkla şahane gider.
    ama bulgur pilavını neyli yaparsan yap hep böyle damakta bulgurun tadını hissedersin.
    baskın olan mercimek, domates veya kabak değildir,
    bu katılanlar bulgurun tadına eşlik eder.
    sade ve kendinden bir tadı vardır bulgurun.

    işte cengiz özkan' da böyle bir adam.
    eline bağlamasını alsın söylesin
    fark etmez yani
    "yenice yolları bükülür gider" dese ayrı bir tat,
    "gönül sana nasihatim" dese ayrı bir tat,
    "seher vakti çaldım yârin kapısını" dese ayrı bir tat.
    ama değişmeyen sadece bir tat var, türkü ve cengiz özkan' ın sade gösterişsiz sesi
    o türküler kimi zaman mercimek olur, kimi zaman kabak,
    ama bağlama varsa, cengiz özkan varsa, türkü varsa doyarsınız,
    afili şeylere gerek yok doymak için,
    eve her gittiğimde anam mercimekli aş yapar karşılama yemeği olarak,
    ben anamı ne zaman özlesem bulgur pilavı yaparım.
    kendime gelirim, çocukluğuma dönerim, doğallığa sadeliğe dönerim.
    ben memleketi ne zaman çok özlesem, kafam karışsa büyük şehirde,
    ne zaman bana bol gelen bir ceket giysem devirsi günü bulgura sarılırım.

    işte ben ne zaman kafam gönlüm karışsa, türküye dönerim,
    o sadeliği yaşarım, sigara yakıp türkü dinlemem, bir türkü çalar bir söz bana sigara yaktırır.

    işte bu adam, bu büyük ama sade üstat da böyledir.
    bana türküyü tadıyla dinleten adamlardandır,
    cengiz özkan, bulgur pilavı gibi adamdır.
    ne kadar afili şeyler dinlerseniz dinleyin,
    gönlünüzü gerçekten doyuran türküyü, en güzel söyleyenlerdendir.
    o yüzden ne zaman özüme dönmek istesem dinlediğim adamdır.
    işini iyi, hatta çok iyi yapan bir adamdır.

    cengiz özkan benim için bulgur pilavı gibi adamdır.

    not: bu entry, sevgili abim syby 'ye itaf edilmiştir.
  • balkondan bir dağ görünür. uzak sayılır, ulu sayılmaz. yolu sarptır, başı yazın kuru sarı zamanını saymaz isek hep karlıdır. hakkında türlü türlü efsaneleri vardır. derler ki bir ejderha yaşarmış zamanında, kimseyi yanaştırmazmış. o yüzden olsa gerek çırılçıplaktır.
    bir temmuz gecesinin koyu sıcağında gördüm ben dağdaki ejderhayı. nefesinden çıkan alevlerden yandım, kavruldum.
    alev ateş küle dönünce, ejderhamı bin yıllık uykusuna yatırdım. dağ ejderhayı sakinleştirdi, uslandırdı, tenezzül eyledi.
    ne dağdan vazgeçebildim ne serden. orada öylece uzanıp duran sereserpe serpilmiş boz gövdesini, kıvılcım çatallı dilini, bazen karlı bazen dumanlı başını bana dair, benden ötürü, benden ziyade bildim. balkondan görünen ve arkasında güneşin battığı o dağa hiç kimsenin bilmediği sırlarımı emanet ettim.
    cengiz özkan benim için o dağın ses bulmuş halidir. hep oradadır. sır saklayanımdır.
  • zaten hayrandım, geçtiğimiz perşembe günü tekrar hayran oldum kendisine. insan sanatını nasıl icra etmeli ve işine nasıl emek verip saygı duygu duymalı sorularının ete kemiğe bürünmüş hali cengiz özkan.

    beyoğlu'nda mektup bar adında bir mekanda çıktığını biliyordum. istanbul'a son 10 gidişimde hep niyetlendim bir türlü nasip olmadı ama bu son gidişimde çok şükür cemine mazhar olabilme şerefine nail olduk. baba adam bir çalıyor, tezene insanın ciğerine ciğerine batıyor. sanki akort etmek için gerdiği burgular insanın yüreğini sıkıştırıyor. en önde dondum kaldım lan adamı izlerken, o derece. bu bir de erkan oğur'u 1 metre uzaklıktan canlı dinlerken olmuştu geçen yıl.

    neyse, tekrar dönelim cengiz baba'ya. şimdi sahnenin hemen yanındaki masada oturan bir tiky sürüsü vardı. hoca huma kuşu'yla girdi, sabahtan uğradım ben bir figana'ya bağladı. ama öyle bir çalmak ki; mest olmamak için ya sağır ya sığır olmak lazım. neyse yandaki kız sürüsü bağıra bağıra konuşuyor, kahkahalar atıyor. tabi daha dakika bir gol bir; hoca başta olmak üzere orada bulunanların tümünün konsantrasyonu etkilendi bildiğin millet sinir nöbeti geçirecek o derece. yahu karşında ankaralı namık yok ki kardeşim, müziğine "yol" demiş; bu işin felsefesine inanmış bir sanatçı var. velhasıl birkaç kere garsonlar uyardı; bunlar bu sefer de, "burası bar değil mi, bize çalacaklar tabi, istediğimiz gibi konuşuruz" dedi bağırarak. sağır sultan duydu o derece. ulan dedim kendi kendime, aylar sonra babayı dinleme şansı elde etmişiz, adam başlatmayın lan muhabbetinizden deyip sahneden inip gitmesin. neyse, baba durdu; önündeki bardağı güzelce yarıladı ve şöyle bir etrafını kesti. dedi ki; "biz bu programı bilerek perşembe günleri yapıyoruz. bakın altını çiziyorum, perşembe günü yapıyoruz. perşembe. perşembe." tabi zaten onu anlayacak kapasite olsa o dangalaklığı yapmazlar ama millet alkışladı falan. adam cem'den dem vuruyor; çaldıklarımız pavyon besteleri değil, bir inancın yansımaları diyor ama karşındaki 5-10 lata olunca geçmiyor tabi söylediklerin. neyse devam etti hoca; "ben bakırköy'den kadıköy'e, taksim'den üsküdar'a her yerde çaldım. kendime saygı istemiyorum ama bu 1300 yıllık bir geleneği temsil etmeye çalışıyoruz, hiç olmazsa bu türkülerin, deyişlerin sahiplerine saygı duyun." baba adam o kadar haklı ki, buna halk müziğine gönül vermeyen insan anlayamaz. bakın ben alevi değilim ama o deyişlerdeki manaya saygı duymamak, ondan etkilenmemek için ruhsuz olmak gerekir bence. velhasıl kelam, kızlar "bize mi diyo yea" diyerek bakıştılar biraz sağa sola, mekandaki bütün masalar dönüp o tarafa bakınca kalkıp gittiler en nihayetinde. o an sanki orada bulunan herkesin omuzlarından tonlarca yük bir anda kalkıverdi. herkese bir rahatlama geldi. işte ondan sonra olay müziği, türküyü falan geçti hocam; ne bileyim bir hasbihale, bir meşke evrildi. ara vermeksizin yaklaşık 2 saat kadar sahnede kaldı ve kendisini pür dikkat izletti.

    nitekim cengiz özkan en az müziğindeki naiflik kadar, sabırlı ve yüce gönüllü bir insanmış. canlı şahit oldum. sağ olsun fotoğraf çektirdik, sohbet ettik, herkesin masasına tek tek gelip, "hoş geldiniz, türküleri tercih ettiğiniz için sağ olun, ayaklarınıza sağlık" dedi. hatta bir ara arkamıza arkadaşlarıyla sevcan orhan geldi, onların yanına gitti bir süre de onlarla muhabbet etti ama inanın diğer insanlara gösterdiği ilgiden fazlasını göstermedi. bilmiyorum buraları okur mu bir gün ama okursa diye not düşüyorum; baba büyüksün, iyi ki varsın. seviyorum seni. imza: antalyalı.
hesabın var mı? giriş yap