• ozellikle tatil beldelerinde satilan, soguk badem...
    son model simitci tezgahini andiran tekerlekli camekan icinde oldukca iri bir buz parcasinin uzerine yigilmis olur, islandiklari icin bu esnada, bademlerin kabuklari cok kolay soyulur, tadlarina doyum olmaz... diger tatil beldesi yaz tatili cerezlerine gore pahali bir zevk olmasi, beraber buzlu badem yeme tekliflerine anlam ve onem katar...
  • seyyar buzlu badem saticilarinin mevcut olmadigi yerlerde (bkz: ankara) kolaylikla evde elde edilebilecek hede. kuruyemisciden mevsim uygunsa taze badem, yok mevsimi degilse cig badem alinir. bademlerin ustune kaynar su dokulup bir sure bekletilir (yeterince tazeyse 1 saat bile kafi olabiliyor), sicak su kabuklarin bademden ayrilmasini saglayinca usenmeyip kabuklar soyulur ve biz seyyar satici olmayip dolabimizda deli boyutta buzlar olmadigi icin bademler alternatif cozum olarak su dolu kaba koyulur. yenecegi zaman buz dolu kaseye aktarilabilir.. afiyet vs..
  • feci abartılmış bir yiyecek.
    yok süpermiş, orgazmikmiş, şuranın ki süpermiş, buranınki bilememneymiş.... alt tarafı badem lan... ıslak oluyo bi' de.
  • bazan adamı ölümden döndürür.

    sene 2006, canımın çok sıkkın olduğu bir dönemde annemlerin yanında tatili geçirmeye çalışıyorum. tabii herkes olimposlarda, kabak koylarında falan takılırken daha da canım sıkılıyor, arıyorum kardeşim gibi sevdiğim bir dostumu (kendisine bundan sonra haluk diye hitap edeceğim) ve 1 eylül'de fethiye'de buluşmaya karar veriyoruz. haluk bütün yaz tatil köyünün birinde barmenlik yapmış, paraları toplamış, gel seninle güzel bir tatil yapalım, parayı dert etme diyor.

    1 eylül gelip çatıyor, ikimiz de plansız programsız fethiye'ye gidip akşam vakti buluşuyoruz. bulduğumuz düzgün gibi gözüken beach club / otel karışımı ilk yere girip bir tane bungalow kiralıyoruz ve doğrudan bara geçiyoruz. haluk'un sponsorluğunda o zamanki öğrenci bütçemle hayal bile edemeyeceğim, menüde görünce fiyatına bakmaya korkacağım her türlü saçma sapan kokteyli, içkiyi içip barı kapatıyoruz ama tabii ki biz iki aygıra bu yetmiyor, "bu saatte bırakılır mı lan" deyip yürüyoruz merkeze doğru.

    kaldığımız sikindirik yerden çıkıp bir iki halk plajı, park vesaire geçtikten sonra açık bir tekel bayii bulunca "hadi" deyip dalıyoruz (halbuki doğru düzgün bir mekana girip iki bira ismarlayıp efendi gibi muhabbetimizi etmemiz gerekiyordu ancak tabii ki yaptığımız son hata bu değildi). tekel bayii'nden bira dolu siyah poşetlerimizle çıktıktan sonra bütün akşam hiçbir şey yemediğimizi fark edip hemen tekel bayii'nin yanındaki sokak köftecisine gözümüz takılıyor. elimizde biralar, ne yapsak derken haluk adamın yanına gidip köfteleri yerken demlenip demlenemeyeceğimizi soruyor, adam da bizi gayet sıcak bir şekilde tezgahının önündeki taburelere davet ediyor.

    ayıp olmasın diye elemana da bira teklif edip verdikten sonra başlıyoruz muhabbet etmeye. sanki kırk yıllık arkadaşıymışız gibi herif biraları içtikçe anlatıp duruyor, biz de arada gidip tekel bayii'nden yakıt tazeliyoruz, köfteler yeniyor, sigaralar içiliyor, anılar anlatılıyor. adını hatırlamadığım köfteci lakabının çevrede "ruski" olarak bilindiğini söylüyor, nedeni de senelerce rusya'da yaşamış olması, türkiye'ye döndükten sonra da edindiği milyon tane rus sevgili. biz iki sap bu ilginç adamın hikayelerini dinlerken yanımıza yavaştan göbekli bir abi buzlu badem tezgahıyla yaklaşıyor ve muhabbete dahil oluyor. bu vatandaş da buzlu bademcinin kankası, biz ona bira ikram ediyoruz, o bize buzlu badem. uzunca muhabbet ettikten sonra göbekli amca bizi daha sonra rakı içmeye davet ediyor, bakarız deyip kalkıp gidiyoruz sabaha karşı.

    ertesi gün. öğleye doğru kalkmışız, sanki kafamın içinde beyin değil de sadece ağrı hissine sahip bir organ var. kahvaltımızı yapıp denize giriyoruz kaldığımız yerin plajında, bir iki denize giriş çıkış sonrasında biraz açılıyoruz ve yine bara doğru seyirtiyoruz*. tabii bu sefer akşamdan kalma olmamızın etkisiyle ve haluk'un bir gün önceden kokteyller vasıtasıyla sarsılan bütçesi nedeniyle bira içiyoruz. bu sırada yanımıza annem yaşında kokona bir kadın geliyor ve muhabbet etmeye başlıyor, arada laf atıyor "bira da içki mi, rakı içmek lazım asıl" gibisinden. ben siklemiyorum, haluk sosyali ise uçan kuşla bile muhabbet kurmaya ant içtiğinden dolayı bizim de rakıyı ne kadar sevdiğimizi anlatıyor ve akşama bungalow'da rakı içmek için sözleşiyoruz.

    akşam olunca gidip bir marketten konserve barbunya, patlıcan kızartması gibi nevalemizi alıp rakı içmek üzere bizim bungalow'a gidiyoruz, sıkış tepiş bir masa uydurup başlıyoruz içmeye. tabii biz zaten akşamdan kalma olduğumuz için kafamız baştan güzel, kadın da içtikçe daha da samimileşiyor, açıldıkça açılıyor, bana yaklaşıyor, ben kaçıyorum o geliyor, ben kaçıyorum o geliyor 5 metrekarelik 2 yataklı odada köşe kapmaca oynamaya başlıyoruz. haluk'a bakıyorum kadını gazlıyor, kaş göz yapıyorum gülüp daha da abartıyor puşt. bir ara kadın tuvalete gidince haluk'a "olm bunları da içip gidiyoruz, yeter lan kadın beni sikecek" diyorum, haluk hala "fena mı lan" kafasında olsa da bir şekilde ikna ediyorum ve kadın döndükten sonra rakılarımızı bitirip "biz çok yorgunuz" bahanesiyle kadını postalıyoruz. tabii ki biz iki aygıra bu da yetmediği ve artık kadına görünmemek için oralarda takılamayacağımız için yine çıkıyoruz mekanımızdan ve kurtarıcılarımız olan köfteci - buzlu bademci ikilisine doğru ilerliyoruz.

    köftecinin mekanına vardığımızda bir önceki gecenin aksine bu sefer buzlu bademcinin orada olduğunu görüyoruz, herifin gözleri parlıyor bizi görünce. birkaç ay önce amı götü dağıttığım için hayatımın en saçma kararlarını alabildiğim ve götümün başımın ayrı oynadığı bu döneme yakışacak şekilde gidip tekel bayiinden biraları alıp başlıyoruz yine demlenmeye. haluk'la benim kafam zaten önceki gece, gündüz içilen biralar, akşamki çılgın rakı partisi gibi sebeplerden dolayı gayet güzel ama anlaşılan bademci abi de bu arada boş durmamış. iki bira içtikten sonra muhabbet iyice ilerliyor ve abimiz "kalkın lan dünden sözüm var sizi rakı içmeye götürecem" diye tutturuyor. abi nereye, neyle derken eleman "yolda içeriz" deyip gidip murat 124'ünü getiriyor köftecinin önüne. haluk "abi çok da içtik aslında" derken bu sefer ben haluk'u şoka sokacak bir karar alıp "yürü lan gidelim" diyorum.

    atlıyoruz arabaya, saçma sapan yollardan yukarı doğru tırmanmaya başlıyoruz. türkiye'nin her şehrinde ve beldesinde olduğu gibi burada da manzarası olan, çevresinden birkaç yüz metre daha yüksek bir yer var ve adı haliyle "şahin tepesi". şahin tepesine gelince oturup kalan biralarımızı da içiyoruz (dikkat ettiyseniz henüz daha rakı içmeye ya da yeniden rakı içmeye başlamadık). bitirmeye yakın bu sefer ben biraz duruma uyanıp "abi istersen dönelim, güzeldi tatsızlık çıkmasın" falan diyorum ama abinin umrunda değil ve araba onda. atlıyoruz tekrar serçeye ve şahin tepesini de geçip bir tane çorbacıya geliyoruz. ortada alkole dair hiçbir işaret yok ama abimiz kendinden emin, giriyoruz mekana. oturunca yanımıza bir garson geliyor, abimiz eliyle "bir küçük" işareti yapıyor. ortam alkolsüz ama artık buzlu bademcinin nasıl bir forsu varsa "hemen abim"ler eşliğinde kuruluyor bizim rakı sofrası.

    ortamda kendi halinde çorba içen bir sürü insanın meraklı bakışları altında iki tane keçi sakallı, dövmeli, küpeli herifle göbekli bıyıklı bir buzlu bademci abi oturmuş rakı içiyor ve abinin cebinden çıkardığı bademleri yiyor yeterince saçma sapan film izlediyseniz öyle bir ortamdan hayırlı bir son çıkmayacağını da bilirsiniz. biz biraz ortamın da etkisiyle ayılır gibi oluyoruz, "gitsek mi" diyoruz ama abimiz "hiçbişi olmaz, ilaç gibi bu, her gün ben bi büyük bi küçük içerim bundan" falan diye sarhoş muhabbeti yapıyor, biraz da bozuluyor "ben böyle de araba kullanırım, vız gelir tırıs gider" şeklinde.

    tam rakıyı bitirdiğimiz noktada aklı başında her insan evladının yapacağı gibi biraz olsun ayılmayı beklemek yerine bu boktan kararlar serisini taçlandırıp hemen dönmeye karar veriyoruz ve asıl macerayı dönüş yolunda yaşıyoruz. abimiz arabayı yolda tutmakta zorlandığı için biz gerilip biraz beklemeyi teklif ediyoruz, abi daha da sinirleniyor, "bana sarhoş muhabbeti yapmayın lan" diyor ve iyice sinirlendiği bir an arabanın hakimiyetini kaybederek yolun dışına çıkıyor. şans eseri bir tarafı dağ bir tarafı denize uçurum olan yolun iki yanından dağ olanın tarafında ufak bir açıklığa sürükleniyoruz, gerisi biraz kopuk.

    bir şekilde durmayı başarmışız, büyükçe bir kum tepesinin üzerinden geçtiğimiz için ben başımı tavana çarpmışım acısını hissediyorum, yavaş yavaş da ağzıma dişimin patlattığı dudağımdan yayılan kanın tadı geliyor. neyse ki halukla abide yara bere yok, ama abinin siniri anlatılmaz yaşanır seviyede. dışarı çıkıp cep telefonu ışığıyla arabanın sağına soluna bakıyoruz, karanlıkta ufak tefek ezik büzükten başka bir şey göremeyince haluk buzlu bademci abiyi sakinleştirmeye çalışıyor ve bir süre sonra bir şekilde dönüyoruz.

    yolda buzlu bademci abi yavaştan bizi suçlamaya başlıyor, aslında bunun normalde olmayacağını ama onu sinirlendirdiğimiz için kaza yaptığını söylemeye başlıyor. biz haluk'la o sırada susuyoruz. ikimiz de olayın etkisiyle ayılmışız, benim ağzıma kan tadı geldikçe bir yandan ya öbür tarafa gitseydik ne olurdu diyorum (uçuruma düşüp geberecektik sonucu çıkıyor), bir yandan da bu herif iyice sinirlenip bize dalmasın şimdi diye kendime alternatif felaket senaryoları yazıyorum, o sırada arabada çıt çıkmıyor.

    bir süre sonra köftecinin oraya geliyoruz ve arabadan iniyoruz. ruski gülüyor, "hayalet mi gördünüz lan noldu size" diyor, biz kaza yaptık diyoruz. bunun üzerine ruski arabaya bakıyor ve bombayı patlatıyor "olm plakayı bırakmışsınız". buzlu bademci abide o an öfkenin tepe noktasını görüyoruz "atlayın lan arabaya plakayı bulmadan gelmek yok" diye bağırıyor bize. biz en fazla ikinci dereceden suç ortağı olabileceğimiz bu durumdan sonra bize biçilen cezaya şaşırmışken ruski araya giriyor "karanlıkta bulamazsınız lan, üşenme de git evden feneri al gel" diyor. abi bir bize bakıyor, bir arabaya, sonra "iki dakkaya gelicem" deyip gidiyor biz de o geceki en doğru kararımızı verip köfteciye teşekkür ettikten sonra koşar adım kaldığımız yere dönüyoruz.

    saat sabahın beşi, ikimiz de yorgunluktan yığılacak durumda olmamıza rağmen sessizce eşyalarımızı topluyoruz ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte otelde "görevli" sıfatıyla gördüğümüz ilk adamın yakasına yapışıp çıkış yaptıktan sonra koşar adım dolmuşa binip fethiye'den kaçar gibi gidiyoruz.

    sene 2015. haluk'la ikimiz bu olayı her hatırladığımızda deli gibi gülüyoruz. fethiye'nin yakınından geçmiyoruz. ikimiz de hala ara sıra amı götü dağıtıp saçma sapan kararlar alıyoruz.

    ben o zamandan beri buzlu badem yemedim mesela ama bu aralar feci canım çekiyor.
  • kuruşları hesaplayarak yaşamak zorunda olduğum züğürtlük dönemimde yıllarca -rastladıkça- tadını merak ettikten sonra bir gün masamıza yaklaşan bir satıcıdan alıp tattığım, bırakın verilen paraya değip değmemesini, niye satıldığına bile anlam veremediğim uyduruk yiyecek. hayır bademi severim tabii de buzlu olunca ne oluyor yani? kendi cevabımı vereyim, tadı kaçmış badem oluyor.

    niye satılır, niye alınır, niye yenir anlamadığım yiyeceklerden. hayır ucuz da değil ki tatava yapma ye geç* diyeyim. onca yıl yiyebilenlere imrendiğime, tadını merak ettiğime pişman olmuştum şerefsizim. bende kalan tek duygu bu.
  • yıllar yıllar evvel, bu yazının sahibi henüz küçük bir çocuk iken, köyümüze temmuz ayı geldiğinde bademleri toplamaya başlardık. sepet sepet topladığımız bademleri evin avlusuna yığar, bademlerin dışındaki yeşil kabukları ayıklamaya başlardık. ayıkladıktan sonra güneşte kurutur ve çuvallara istiflerdik. canım badem yemek istediği zaman, çuvaldan aldığım bademleri tişörtümün önüne doldurur, adeta bir çıkın yapar, evin üst katına çıkan merdivenlere kurulur, avucuma sığan bir taş bulduktan sonra da bademleri kırıp yemeye başlardım. bazen sırf eğlence olsun diye içlerini çıkardığım bademleri kuzinenin üzerinde içi kaynar su dolu tencerenin içine atardım. o bademler haşlandıkça dışındaki kahverengi deri yumuşar, el ile soyulacak bir hal alırdı. soyulduğu zaman da bademin bembeyaz içi ortaya çıkardı. o haşlanmış beyaz bademleri soğutmak için buzdolabına kaldırırdım. akşam olunca da trt 4 seyrederken kıtır kıtır yerdim.

    şimdi bakıyorum da, bilmeden buzlu bademi icat etmişim.
  • zenginlerin "fakirlerden farklı bir şey yemeliyim" paniğini paraya çevirmek için uydurulmuş osuruktan bi yiyecek. zerre lezzet yok.
  • badem gibi nazarımda kutsal bir yiyeceği bile çirkinleştirebilen, neden abartıldığını hatta neden böyle bir şeyin var olduğunu anlayamadığım şey. geçen perşembe kordon'da görüp, 'ulan o kadar methediyorlar yıllardır izmir'de oturuyoruz tadına bakamadık bi' diyerekten aldım ve sonuna kadar pişman oldum. bakın tekrar diyorum bırakın lezzeti, bademi çirkinleştiriyor. bundan kazık yiyeceğinize -evet kazık bir fiyatı da vardır- gidin badem alıp doya doya yiyin.
  • bir satıcının, ne zamandır kullandığı belirsiz ve büyük ihtimal mikrop yuvası olan bir süngerle, buzlardan eriyip kenara birikmiş olan suları alıp,süngeri tekrar bademlerin üzerine sıktığını görmemle benim için tarih olmuş olan çerez.
hesabın var mı? giriş yap