• şöyle bir kısacık mektup atmış bu hafta kendisi dine:

    "sevgili din,
    sen bu hafta okula gitmek istediği için bir çocuğu kafasından vururken, ben bir adamı uzaydan güvenli bir şekilde indirdim.
    saygılarımla, bilim."

    ricky gervais'e saygılar bizden elbette.

    zöge: zamanın ötesindeki beyinlere selam ederim.
  • bilimle alakasi en fazla gazetelerin arka sayfalarinda cikan sansasyonel "isvicreli bilimadamlari" haberlerine goz gezdirmekle sinirli olanlarin, yine bilim hakkinda en kesin genellemeleri yapabilenler olmasi cagimizin sacmaliklarindan biri olsa gerek.

    spesifik konulardaki cahillikten bahsetmiyorum; bunlar uzmanlik isi, hele ki artik herhangi bir konunun altkolunun altkolu hakkinda kutuphaneler dolusu bilgi varken bu bilgilerin herkes tarafindan bilinmesi zorunlu degil. ote yandan bilimin ne oldugunun, iddiasinin ne oldugunun, bilimsel metodun nasil calistiginin, sorgulayici dusuncenin gucunun anlasilmasi icin kesinlikle bilim adami olmaya gerek yok. yani bir bilimsel genel kulturun eksikligi ve ozellikle bu kulturun merkezinde bulunacak metodolojiden (bkz: bilimsel metod) habersizlik affedilecek birsey degil.

    ornegin, bilim butun cevaplari bir tek ben bulurum demez, bilimsel metodun ozu zaten tam da buna karsidir. bu da yeni birsey degil, 16yydan beri acik acik ortaya konmustur, hala da aksini iddia edip sonra "ama bilimin anlamayacagi seyler de var, sevgi saygi bik bik" demek, yani en guzel argument fallacylerimizden straw mane basvurmak cahillikten ve kendini rahatlatma isteginden ileri gelse gerek.

    daha genel olarak konusalim, bilimsellik, materyalizm degildir; aksini iddia eden hurafecileri essekler kovalasin.

    bu iddialarin curutulmesi kolay da, bunlarin yaninda daha ince bir konu var. yakin zaman mesajlasmalarin birinde * dindarlarin yahut new agecilerin daha akilli olanlarinin, bir savunma taktigi olarak kendi inanclarinin bolgesiyle bilimin bolgesini kesin bicimde ayirmaya calistiklarindan bahsettik. kimsenin borusu digerinin coplugunde otemezmis yani. eger bilimsel bilgi varsa, inanc konularinda da baska bilgiler var, bunu bilim dogrulayip yanlislayamaz gibi seyler ornegin.

    simdi didaktik olmaya sabredemedigim zamanlarda isin bu noktasinda atlarim ve sorarim, bilimsel metod disinda (gozlem, hipotez, deney, teori, test) baska nasil bilgi edinebiliyoruz? kalp gozu mu? bakin sorun kalp gozunun olup olmamasi degil, dedigim gibi materyalizmle alakamiz yok. sorun, bundan nasil emin olabilecegimiz. sorun, bilgiye ulasim yollarimizin kesinligi ve dogrulugu. "biliyorum iste tamam mi, icimde hissediyorum" demek bir cevap degil. belki 2000 yil once bir cevapti ama bugun sizofrenlerin de butun kalpleriyle inandiklari, "bildikleri" seyleri, dahasi bunun biyolojik yansimalarini ve nedenlerini gozlemleyebiliyoruz. ufolar tarafindan kacirilip deneye tabi tutulduklarin inanan da bir suru insan var. bunlarin bazilari sahtekar degil, gercekten bu olayi tecrube etmis gibi hafiza olusturmuslar, gerceklik yaratmislar. [oysa ornegin, uzaylinin kica giren probelarla deney yapmasi hatirasi, travma yaratan bir tecavuz vakasinin beyin tarafindan kisiyi korumak icin yeniden sekillendirilmesinden baska birsey olmayabiliyor]

    daha ilginc bir ornek vereyim; yeni sayilabilecek arastirmalarda, epileptiklerin ve beynin bazi bolumlerinde elektrik yuku duzensizligi bulunan insanlarin olaylari dogaustu bicimde yorumlamaya cok daha yatkin olduklari bulunmus. basit dunyevi olaylari bile iliskilendirirken, neden sonuc iliskilerini gormekte zorluk cekiyorlar ve aralari boyle bir dogaustu dolgu maddesiyle dolduruyorlar. tabii ki bu "dolgunun" tam olarak ne oldugu kulturleri, tarihleri, egitimleri, sartlandirilmalari tarafindan belirleniyor. fakat daha da ilginci, elektrik yuku duzensizligi ne kadar fazlaysa, dogaustu tecrubelerin siddeti de artiyor. dolayisiyla eskiden transa gecip baska dunyalarla iletisime gecen samanlarin, aslinda cesitli tarzdaki epilepsi krizlerine girdikleri saglam bir fikir ( hele ki tabii ki mantar gibi halusinojenik maddelerle destenlendikleri gercegiyle birlesince). bilimsel metodla bu iliskiler mumkun oldugunca aciga cikarilir ve fenomeni aciklayan en iyi model bulunur, yeni bilgiler isiginda model guncellenir.

    evet, belki saman hakkaten de tanriyla konusuyordu ve bunu bilimsel yontemlerle olcmek imkansiz; bilim de bunu umursamiyor zaten. ama "yahu boyle de bir iliski bulduk, bir model yaptik, aha kanitlarimiz, aha bilgi kaynaklarimiz" diyebiliyor; oteki tarafin subjektif, test edilmesi olanaksiz, kisisel tanikliga dayanan bilgi edinme yoluyla (vahiy gibi ornegin) bunu esit gorebiliyorsaniz, ikisinin birbirinden tamamen izole edilebilecegini, birbirlerinin gecerliligine etki edemeyeceklerine gonulden inaniyorsaniz, benden uzak allahiniza yakin olun.

    karl popper da, tumevarim sorunuyla birlikte bu sorular ustune kafa patlatmisti epey. spesifik olarak "iyi bir bilimsel teori nasil olmalidir" diye sormustu. cevabi da test edilebilir ve yanlislanabilir olmasidir. yercekimi teorisi cok iyi bir teoridir cunku deneyle, yercekimi ivmesinin kutleler ve mesafeyle iliskisi olculebilir ve bunu sonucunda teori ya yanlislanir ya da dogrulanir.

    reiki gibi konularda da durum cok farkli degil ama dikkat edilmesi gereken iki husus var. dogaustu olaylarin bir neden sonuc iliskisi vardir, bir de mekanizmalari. ilki pekala test edilebilir, yanlislanabilir, dolayisiyla bilimsel incelemenin alanina girer. ornegin reiki'nin etkileri 3-4 ayri kontrol grubu bulunan, double-blind testlerle gozlenebilir. tesaduf olamayacak etkiler tutarli bicimde sonuclara yansiyorsa teori gecerlilik kazanir. aksi halde teori bilimsel olarak curutulur, isin icine istedikleri kadar metafizik soksunlar kimse gikini cikaramaz. (nitekim dua konusunda boyle bir arastirmanin sonucunu acikladilar gecenlerde, ki bugune kadar yapilmis en kapsamli arastirmaymis bu konularda ve kalp hastalari icin yakinlari tarafindan edilen dualarin bir halta yaramadiklari sonucuna varilmis. ilgili baslikta linkini vermistim)

    yani bu etki-tepkiyi gozlemlemek ve teoriye/doktrine uygun olup olmadigini belirlemek elbette bilimin alanina girer. daha acik bir ornek, hristiyan ogretinin 1300 yil boyunca temelinde olan dunyanin evrenin merkezinde oldugu ptoleme modelinin basit bir bilimsel gozlemle cokmesidir. birkac yuzyil sonra ayni sey evrim icinde olmustur ama bu konuda gozlem yapmak o kadar kolay olmadigindan ve doktrine olan etkisi daha da buyuk oldugundan hala harun yahyacilik oynayanlar var. gerci astronomi konusunda da degisim yuzyillar surmustu, biz de sabredelim birazcik)

    genelde isin metafizikte kalan kismi reikinin, duanin, vahiylerin, vs nasil calistigidir. "alfa kanalindan evrensel galaktik komitenin zihin enerjisiyle calisiyor" diye uydurursan kimse bunu deneyemez, teori yanlislanamaz, dolayisiyla isin bu kismi bilimin alanina girmez. yani bilindik garajimdaki ejderha durumu olusur. tekrar edeyim, bilim bunu test edemiyor diye yok saymaz.

    tabii allah gibi konularda ne etki-tepki gozlemlenebilir, ne de mekanizma incelenebilir; o yuzden onlar tamamen metafizikin alanina girer.

    fakat bu dahi tamamen izole edilmis degil bilimsel bilgiden. antropolojiyle, sosyolojiyle ve psikolojiyle, dunya tarihindeki cesitli dinlerin olusumunu ve gelisimini inceleyerek, belli bazi patternlar gorebilir, dahasi bunlari bazi dunyevi nedenlere baglayabilirim. bilim ve algimiz, metafizigin alanina girmiyor ama bu iddialarin olasi dunyevi kaynaklarini gostererek, bilimsel metodla kuvvetli modeller kurarak, akliselim insanlara olasiliklar hakkinda bir fikir verebiliyor. sonucta semavi dinlerde tasvir edildigi sekliyle bir yaraticiyi kanitlayamiyorum veya curutemiyorum diye de ilgili her goruse ayni mesafede duracak degilim. bu bayesian karar verme mekanizmasi da, aklibasinda agnostikler icin son derece dogaldir.

    ve metafizikle bilimsel bilginin ayri balonlarindan bahsederken su bariz gozlemi de belirtmeden gecmeyelim. bilgi edinmek bir surectir; kantin dedigi gibi bazi seyler hicbir zaman gozleme dayali bilimsel metodun ve bilginin alanina girmeyebilir ama ne olursa olsun, tarih boyunca epey cok sayida metafizik kavram zamanla bilimin alanina girmis ve "dunyevi" olmuslardir. ama tersi olmamistir, olamaz, olabilemez.
  • en büyük handikapı sınanabilir olması.. teori mi var? deney yap.. tutmadı zaten sıçtın.. tutarsa da birileri bi kulp takabilir..

    oysa ki kutsal metinler böyle mi? içlerinde yanlışlanabilir tek kelime yok.. tabii aslı bozulmadıysa.. bu yüzden bilim bi garip.. uydurmaca gibi böyle.. yok yerçekimi diyor, merkezkaç, bişeyler.. uydur uydur yaz amq..
  • "mitolojiden bile mitolojiktir" diye bilimi küçümsemeye çalışan arkadaşların eğitimini ilkokuldan tekrar başlatmak gerek, belli ki okuduklarını anlamamışlar hiçbir zaman.
  • adına "modern çağ" dediğimiz dönemin rasyonel dini.
    taparım.
  • yakın bir zamanda daha da ayrıntısına gireriz tabi lakin şimdiilik şunu söylemekle yetineyim;

    insan toplumlarının değer yargıları üç temel kavram üzerine inşadır; iyi, güzel ve doğru. tarih boyunca hemen her zaman bu üç niteliğin içeriğini şekillendiren toplumsal kurumlar olagelmiştir. kabile büyücülüğünden anabilim dalı başkanlığına uzanan geniş bir skalaya yayılmış olan bu kurumlar, iyiyle kötüyü, güzelle çirkini, doğruyla yanlışı ayırdetmek, değer yargılarını düzenlemek gibi görevler üstlenmişlerdir.

    hem batıda hem de doğuda uzunca bir süre bu işlevleri neredeyse tek başına din yürütmüştür. insanlar, doğruya da iyiye de güzele de dine ve dogmatik dini inançlara bakarak karar vermişlerdir. lakin, sizlerin de malumat sahibi olduğu süreçler neticesinde yaşanan toplumsal değişimler sonucu, doğruyu yanlıştan ayırma ödevi artık dinin elinden alınmış, bilime verilmiştir.

    tam da bu noktada şunu vurgulamakta fayda var; bunu yapan aydınlar,krallar ya da devrcimler değildir. bunu yapan toplumlardır, toplumsal yapılardaki değişimdir.

    devam edelim.

    bilim denilince akla modern bilim geliyor olsa, aksi görüş üzerinde genel bir mutabakat bulunuyor gibi görünse de, bilim son dört yüz yılın işi değildir. insanlar bilgi biriktirmeye başladıkları ilk günden itibaren bilmeye, bilim yapmaya başlamışlardır. son dört yüz yılın yükselen değeri akıldır, insanın insan aklına olan inancıdır. dolayısıyla aklı önemsizleştiren dogmatik din, istemeyerek de olsa, doğru yanlıştan ayırma rolünü, "aklı yücelten bilim"'e devretmiştir. bunun sebeplerine şimdilik değinmesek de söylemek istediğimizi anlatmamıza engel olmaz.

    her ne kadar güzellik, doğruluk ve iyilik ayrık kavramlar olarak tanımlanmış olsalar da aralarındaki derin ilişkiler onların tamamen bağımsız olmalarını engeller. bu kavramlar karşılıklı etkileşerek birbirlerini değiştirir, yeniden tanımlarlar. iyi olan doğrudur, doğru olan güzeldir, güzel olan iyidir. ahlak, sanat ve bilim, gevşek lastiklerine birbirlerine bağlanmış toplar gibi birbirlerini sürükler, dönüştürürler.

    dolayısıyla doğruyu belirleme ödevinin el değiştirerek bilime, bilim adamına verilmesi peşinden iyiyi ve güzeli de sürüklemiştir. bilimin etkisi sadece neyin yanlış olduğunu göstermekle kalmamış, neyin güzel, neyin iyi oldugu alanlarına da yayılmıştır. bu etkileri diğer toplumsal dönüşümlerden soyutlayamak zordur, böyle bir çaba sonuç vermeyebilir. öte yandan son 50 yılda sağlıklı birey algımızın bilimsel bilgiler çerçevesinde nasıl değiştiğini, bu değişikliğin karşı cinste güzel bulduklarımız üzerine yaptığı etkiyi incelerseniz, güzelin bilim tarafından nasıl yeniden biçimlendirildiğini daha iyi anlaryabilirsiniz. “iyi yiyen, tosun gibi sağlıklı”’dan “düzenli beslenen, formunu koruyan sağlıklı”’ya geçiş, tek başına bilimin yaptığı bir şey değildir süphesiz lakin bilimin sağlığı nasıl tanımladığı bu dönüşüm altındaki asıl itici güçtür.

    benzer bir şekilde iyi de doğrudan, dolayısıyla da insan aklını yücelten bilimden etkilenmiştir. ahlaki değerlerin aklın süzgeçinden geçirilmesi gerektiği içerisinde yaşadığımız yüzyıla ait bir inanıştır.

    bakınız bilimin yargılayıcı gücü o kadar büyüktür ki bizler, aslında bilim felsefesi bağlamında sadece fenomenleri açıklamamıza olanak sağlayan birer uzlaşı olarak tarif edilmiş süreçlerin sonuçlarına güvenerek insanları ölüme mahkum etmekten çekinmiyoruz. felsefi anlamda yalnızca “canlığı açıklamamıza imkan sağlayan bir kabul” olan dna’yı bir insanın hayatının geri kalan kısmını dört duvar arasında geçirmesi gerektiğine delil kabul edebiliyoruz. bütün bunların bir toplumsal uzlaşı olmadan gerçekleşmesine imkan yoktur. batı toplumları ile onların kültürel etkisi altındaki topluluklarda bilimin belirleyiciliği üzerinde mutabakat sağlanmıştır.

    tüm bunların sonucu olarak, ortaçağda dinin üstlendiği rolü modern çağda bilimin üstlenmiş olduğunu söyleyebiliriz. şeyhülislam’dan fetva almadan karar vermeyen padişahlar yerlerini, icraatlerini bilimin kurguladıklarına uymaya zorlanan liderlere bırakmışlardır. çağımızda doğru da iyi de ve kısmen güzel de bilimden onay almak durumundadırlar. bu iyi bir şey midir kötü müdür, ya da bu tip durumlara “iyi/kötü” penceresinden bakmak yerinde bir tutum mudur, ayrıca tartışılır.

    velhasıl bilimin dinin yerine geçişi, değer yargılarını düzenleyen toplumsal kurum olması bağlamındadır. yoksa, dogmatik din ile aklı yücelten bilimin aynı kefeye konmasına imkan, ihtimal yoktur.

    "yaşasın, bilim de inançmış" diyen şapşal astrologlar yerlerine oturabilirler.

    evet, uzadı gene.
  • her sabah süleyman mescid-i aksa’ya gelir, tam bir ihlasla tanrı’ya ibadet ederdi. her gün mescidde yeni bir otun bittiğini görür, adın nedir, ne faydan var? ne biçim ilaçsın, nesin, sana ne derler... kime ziyansın, faydan kime? diye sorardı.

    her ot, adını, tesirini söyler; “şuna can’ım, öbürüne zehir...buna zehirim, ona şeker... adım, kader levhinde şudur diye dile gelirdi. hekimler süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı. bu suretle tıb kitapları düzdüler... bedenleri hastalıklardan kurtardılar. bu nücum ve tıp bilgileri, peygamberlerin vahiyleridir...yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?

    cüzi akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. o, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır. bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. ama vahiy sahibi ona öğretir. bütün sanatlar, şüphe yok ki ilkönce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!

    dikkat et de bak! bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu? hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez! sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydana gelirdi! (mesnevi'den)

    not: tüm ilimler köken ve başlangıç itibariyle peygamberlere dayanırlar. hatta matematik ilmini ilk ortaya koyan idris a.s. idi; namı diğer hermes trimegistus; trimegistus üç kez bilge demek.
  • "bilimin ortaya koyduğu her şey doğal olarak çürütülebilir.
    başka bir deyişle, din ve politikanın aksine bilimin egosu yoktur.
    ve önerdiği her şeyin aslında yanlış olabileceği ihtimalini de kabul eder."

    (bkz: zeitgeist moving forward)
  • evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçeklere dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi...
  • çağımızın tanrısıdır bilim...tıp, elektronik haberleşme, uzay yolculuğu, genetik mühendisliği artık anlatılan mucizeler.günahlardan doğuştan arınmışların, yanan çalıların ve ikiye ayrılan denizlerin hikayelerinin modası geçti artık.(bkz: angels and demons)
hesabın var mı? giriş yap