hesabın var mı? giriş yap

  • çanakkale savaşı süresince mustafa kemal ile liman von sanders arasında, savaşın gidişatı ve genel yönetimi bakımından esaslı görüş ayrılıkları olmuştur. von sanders - bir alman olarak, doğal biçimde kendi ülkesinin çıkarlarını düşünmüş ve - ingilizleri mümkün olduğunca çanakkale'ye yığıp, dikkatlerini batı cephesinden uzaklaştırmaya, güçlerini bölmeye yönelik bir strateji izlemişken; mustafa kemal, hemen her koşulda düşmanı hızla ve temelli yok etmeyi ön plana almıştır.
    bunun en tipik bir örneği, ingilizlerin karaya çıkarma yaptıkları 25 nisan 1915 günü yaşananlardır. von sanders muhteşem (!) bir öngörü ile ingilizlerin saros körfezinden çıkarma yapacağını düşünüp, ona göre bir savunma planı yapmıştır. mustafa kemal ise ingilizlerin çıkarma yapacağı yeri mutlak bir doğrulukla öngörmüş ve tarihe o meşhur "süngü tak!" talimatını vererek geçtiği gün yaşanmıştır.
    son olarak, von sanders'in o sırada hala saros körfezi çevresinde dolaşıp durduğunu, oysa asıl ingiliz çıkarma birliklerinin çoktan çıkarmaya başladıklarını söylemekten ben utanıyorum da şu günlerde bile bir yerden kıvırıp, atatürk'e laf atacak adamlar utanmıyor diyerek işbu entryime son veriyorum.

  • bildiğin 40 yaşında hatun fotoğrafı işte ne bekliyordunuz ki bilemiyorum farkında mısınız ama ekranlar güzellik algınızla oynuyor ve tüm kadınların her zaman bakımlı olmasını beklediğiniz için ilişkilerinizde başarısız oluyorsunuz.

  • kınanacak bir durum değil ey sözlük ahalisi..
    bu kumar denen bağımlılık, belki uyuşturucudan bile daha kötü bir bağımlılık.

    zenginmiş, fakirmiş ciddi anlamda fark etmiyor.
    benim rahmetli pederden biliyorum. 90'lı yıllarda, oluk oluk para getiren bir kafe sahibiydi bizim peder.
    şöyle söyleyeyim öyle iş yapıyordu ki, o günün parasıyla günlük 1 asgari ücret iş yapıyordu.

    fakat peder beyin, 13-14 yaşından beri asla geçmeyen ve hayatına mahvedecek bir hastalığı vardı; kumar bağımlılığı

    dedemden yediği dayaklar istanbul'a 4. köprü olur bu hususta. dedem de kumarbaz bir adamdı.
    zaten dedem, tütün tarlalarını, koyun sürüsünü vs yemiş bitirmiş hep kumarda.

    babamın da ondan kalır yanı yoktu.
    askerde defalarca zar yakalatmış bu yüzden dayak yemiş, en sonunda hamamböceklerini yakalayıp yarıştırarak, kumar tutmuş bir adam. öyle hastalıklı..

    bu kumarla geçen yıllar, bizim için öyle bombok bir durumdu ki. babam işlettiği kafeden günde 1 asgari ücret para kazanırken, biz evde yiyecek ekmek bulamazdık.
    peder beyin içtiği biraların şişelerini satarak ekmek aldığımı bilirim.

    eve gelen haciz kağıtları, bakkalın çakkalın veresiyeyi kesmesi, üstümüze başımıza konu komşunun verdiği eski kıyafetleri giymemiz gibi türlü rezillikler de cabası......

    ve peder bey kumarhanelerde ( o zaman türkiye'de otellerde kumarhaneler açıktı) dünyanın parasını yerdi.
    ki normal kahvehanelerde, batakhanelerde oynadığı kumarlarda kaybettiği paraları saymazsak., sadece otellerdeki makinelerde, şuanki kaba hesapla 1 ev, 1 dükkan, 1 araba, 1 yazlık yemiş bitirmiştir.

    oteller kapanınca, yer altına indi bu kumar işleri.

    son baskınlarda görüyoruz işte, polis gelince kümesteki tavuklar gibi kaçışanları. gülüp geçiyoruz ama cidden sorsanız baksanız hepsinin ailesi perişandır.
    ceplerinde doğru düzgün para yoktur.
    bizim peder beyin, işte o baskınlardaki gibi kaçak kumarhanelerde yediği para da otellerde yediğinin x2 katı....
    üstelik evde çoluğu çocuğu açken, hacizlerle boğuşurken....

    bu yüzden serdar ortaç'ın geldiği noktayı az çok anlayabiliyorum. maalesef tedavisi mümkün bir hastalık da değil.
    babamsa 2006 yılında, tam da serdar ortaç'ın şuan olduğu yaşta, akciğer kanserinden, sefalet içinde öldü.
    annemden boşanmış, etrafında hiç arkadaşı kalmamış, oturacak başını sokacak bir evi dahi olmayan, saygınlığını yitirmiş, kumar oynadığı kahvehanede yatıp kalkan evsiz birine dönüşmüştü.
    o zamana kadar ömrüm hep pederin alacaklılarıyla, kendisinin psikopatlıklarıyla geçmişti.
    ilk defa o öldükten sonra rahat nefes alabilmiştim.
    doktorlara sorarsanız ölüm nedeni akciğer kanseriydi ama bana sorarsanız kesinlikle kumar derim.

    kısacası dostlar, tedavisi imkansız bir hastalık.
    o yüzden kesinlikle bulaşmayın derim.
    kumar öldürür ama öncesinde süründürür.
    ama öncesinde, paranızı, işinizi, çevrenizi, ailenizi, karakterinizi alır sizden...

  • üşümeyi de cinsiyet ayrımına tabi tuttuğumuza göre, artık biri atom bonbası falan salabilir üstümüze, zira memlekette akıl kalmadı.

  • trenlerdeki lokanta vagonunun olması ve orada alkol satışının yapılması.

    ailelerin gittiği çay bahçelerinde kimi zaman canlı müziğin olması ve çok ucuza insanların güzel vakit geçirebilmesi.

    özel okulların çok az olması, devlet okullarındaki eğitim sisteminin şimdikinden çok daha iyi olması.

    yerli üretim kaliteli ürünlerin olması.

    büyüyen çocuğun kıyafetleri ve eşyalarının komşu ya da akraba çocuklarına verilmesi.

    alkollü nekanların, sinema ve tiyatro salonlarının daha çok olması. sansür olmaması.

    hükümet, cumhurbaşkanı ve başbakanın eleştirilmesi hatta tarafsız haber ve eğlence programlarında bunun yapılması.

    protesto, eylem ve grev yapmanın terör eylemi değil demokratik bir hak olduğunun herkesçe bilinmesi ve yapılması.

    debe edit: sma hastası için ufak bir destek lütfen. https://www.instagram.com/…?igsh=mxn5btc1ng44amo2oq

  • internetten alıp çok beğendiği bilgisayarı, annesinin işten çıkarılması sonucu iade etmek zorunda kalan genç arkadaşımız çaresizce, alınca çok beğendiğini yazdığı yorumu editleyerek içini dökmüş.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------

    sonuç edit: genç arkadaşımız ve kardeşine birer adet laptop hediye edilmiş. görsel

    kanıt

    edit:
    herkese çok çok teşekkür ederim, kardeşimize ulaşılmış ve sevdiği bilgisayar hediye edilmiş. bir gencin yüzünü güldürmek için çabalayan herkes umarım hayatı boyunca bu şekilde güler..

    monster'a attığım mesaj ve cevapları

    kanıt

    zorunlu edit: artık mesaj atmayın iyi pr diye. vicdansız olmayın. ben çocuğu tanımam, monster notebook da umrumda değil iyi ürün olup olmaması. ben twitterda gördüm ve trendyola girip ürünü aratıp yorumu buldum ve doğruluğunu teyit ettim. empati yapın biraz. ben de ilk bilgisayarımı kebapçıda çalışarak 14 yaşında aldım, o anki mutluluğumu asla unutamam. beş dakikamızı alan entry ile bir çocuğu sevindirebildiysek ne mutlu bize. biraz insan olmaya çalışın, biraz.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------

    görsel

    kanıt niteliğinde ürünün link aşağıdan yorumu görebilirsiniz.

    burada paylaşmamın sebebi, monster notebook veya trendyol bunu görüp bu güzel kardeşimize bilgisayarı hediye edip sevindirmesi. bizler de elimizden geldiğince duyuralım, umarım olur.

    --- spoiler ---
    ben çok sevdim bu bilgisayarı. kardeşim laptopa fatmagül ismini koydu .d çok memnunum gerçekten bir tane oynuyor ama bizde o tuşu kullanmamaya çalışıyoruz. ekran klavyesi var ordan tıklıyoruz boyut de tavsiye ederim başlata erişim kullanımı menüsünde.çok güzel bilgisayar. gezinme..komilik yapmak 2.5 yılda kazandığım parayla aldığım laptopu siparişimin 11. gününde annemin işten çıkarılması gerekmek gerçekten çok acıttı canımı. bunu niye anlatıyorum bir fikrimde yok ama çok dokundu kalbime. oyun oynarken bugün burda yorumumu düzenlemek çok kötü hissettirdi.saat sabah 7.30 oldu ve hala atamadım içimden. biraz abartıyorsam kusura bakm ayın. hiçbir arkadaşıma söyleyemedim bende buraya dökmek istedim içimi. nasılsa ismim gözükmüyor. bu arada duygu sömürüsüne sürüklendiğinde iyice muhabbet farkım ama idare edin .dd birde saf gibi kardeşimle sınava girmek için bilgisayarlarını kullanarak komşuya laptop aldık dedim. ne vardı dilimi tutsaymışım :) en kötüsüde bilgisayarını sadece sınav zamanı komşu bilgisayar bozulacak diye kardeşimi korkutuyormuş. bilgisayarıda windows xp nasıl bozulacaksa. bilgisayarını kullandığımız için para da almıyor ve o para almadıkça bizde bir gebe kalıyoruz. sürekli bi mahçupluk sürekli bir eziklik sürekli bir altta kalma. toparlamak gerekirse pandemi bittiğinde gece gündüz çalışıp bu bilgisayar alıp buraya tekrar yorum yapıcam. son son olarak 8gb rem olması çok iyi. çok hızlı laptop mutlaka alın. herkese iyi günler.
    --- spoiler ---

    bir yardım kuruluşunun kampanyası varmış, buraya bırakıyorum

  • halktan, sokaktan kopmuş diyesim geliyor ama pek çok kişi söylemiş zaten.

    cem yılmaz muhtemelen hiç metrobüs'e binmemiş. hiç marmaray'la denizin dibinde kalıp yürümemiş. en son ne zaman tahtakale'de dolanmış bilmem. üç harfli marketlerden alışveriş yapmış mı hiç? kusura bakmayın ama türkiye'de sıradan hayatın son 20 yıldaki akışından pek bir detay yok artık esprilerinde. zaten kendi dar arkadaş grubu dışında kaç kişiyle gerçek ilişkiler kurabilir bunca servet ve şöhretle. sonuçta tükeniyor o kaynak da. ben 70'li, 80'li yıllar nostaljisi yüklü filmlerini de çok başarılı bulmuyorum. çünkü bende bir karşılığı yok.

    ha, yaşım da cem yılmaz'a yakın bu arada. nesil farkımız yok. ama hayat apayrı yerlere sürüklemiş bizi. halbuki 90'larda ben de istiklal'de fink atıyordum. aynı mizah dergilerini okuyor, aynı barlarda içiyor, aynı sınırlı medyaya maruz kalıyorduk. her şey çok güzel olacak örneğin, ne kadar bizden, sokaktan bir filmdi. ama son izlediğim ali baba filmindeki karakterler gerçek hayattakinin kötü bir kopyasından da kötü. gülünç bile değil, acınası. halbuki sokakta çok daha komiği ve sahicisi var bunların. ama cem görmemiş ki bu evrimi. en son ne zaman nalbura, elektrikçiye, iddia bayine gitmiş? gerçi gitse bile hangi seviyede ilişki kurabilir ki?

    şimdi ben yine toplu taşımadayken cem teknesiyle koyları dolanıyor. çevresinde de onlarca şakşakçı. bu saatten sonra da pek bir güncel ortak gülmecemiz olmaz herhalde.

    eski esprileri, eski filmleriyle yad edelim artık. her şey için teşekkürler.

  • benim.

    denklem aslında çok basit.

    yaşamak istemediğin şeyi yaşatmayacaksın, dürüst olacaksın, adam olacaksın. bu kadar.

  • avmlerde telefon kılıfı satan dükkanlar.

    edit: 80 kuruşluk kılıfı 80 liraya satınca dükkan dönüyormuş. herkesten özür dilerim. sabahtan beri yeşilleniyorum.

  • elimizde bir araba var, kullanmak istiyoruz. ne yaparız? arabanın çalışması için gerekli elemanları bir araya getiririz. araba zaten hazır, akü lazım, benzin lazım, anahtar lazım, biz lazımız vs vs.

    burada en önemlisi benzin. arabanın hareket etmesi için benzin olmak zorunda. tıpkı biz insanlar gibi.

    benzini koyduktan sonra araç onu enerjiye dönüştürür ve hareket edebilir hale gelir. enerjiye dönüştürdü evet, enerji açığa çıktı lakin atık da açığa çıktı, egzozdan zararlı gazlar salındı.

    aynı şeyi insan için de düşünün. besin aldık enerji elde ettik fakat atık da açığa çıkardık, idrar ve dışkı.

    şimdi bunu serbest radikaller üzerinde düşünün. nedir bu (bkz: serbest radikaller)

    vücudun çalışması için besin aldık dedik ya, bu besin ne yapıyor? vücutta enerjiye dönüşüyor. peki nasıl?

    kabataslak anlatacak olursak aldığımız besinlerdeki yağ ve glikoz, oksijenle tepkimeye girer. bir nevi oksijen tarafından yakılır. yakıldıktan sonra enerji açığa çıkar. ve yukarıda verdiğimiz örneklerdeki gibi atık da açığa çıkar. atıktan kastım dışkı değil. oksijenle yağ ve şekerin tepkimeye girmesiyle açığa çıkan atık.
    lakin sıkıntı şurada. bunlar atık fakat hiç bir yere gittikleri yok. ayrıca bu atıklar bozuk. atomları bozuk. proton nötron elektron hepsi var fakat bir adet elektron eksik. ee olsun sen atıksın zaten bozuk ol elektronun eksik olsun, bir işime yaramayacaksın ki. bana ne bozuk olmandan!

    hayır efendim bozuk olmasına bozuk ama vücuttan atılmıyor ve içimizde yaşamaya devam ediyor. yaşaması için bozukluğunu gidermeye çalışıyor. yani eksik olan elektronunu tamamlamak istiyor.

    eee?

    işte olay burada kopuyor.

    bu puşt eksik olan elektronunu tamamlamak için diğer hücrelere yani hücrelerin atomlarına saldırıp, onların elektronunu çalmak istiyor. işte bu hırsızın adı serbest radikal

    çalınca ne oluyor? normalde kendi bozuk ya, elektronu çalınca düzeldi, fakat elektronu çaldığı hücrenin atomu bozuldu. yani o hücre bozuldu.

    mesela o hücreye akciğer hücresi diyelim. hiç uzatmadan söyleyeyim akciğer kanseri olmak için büyük bir sebep.

    çözümünü de söyleyeceğim lakin kötülemeye devam edeyim.

    serbest radikaller sadece enerji üretimi esnasında artık olarak açığa çıkmıyor. sigara, alkol, stres, radyasyon, fazla güneş ışığı, bitki ilaçları yani zirai ilaçlar. yani şuan hayatımızda olan ne varsa hepsi de serbest radikal üremesine sebep oluyor.

    faydası yok mu? var. lakin faydasına çok girmeyeceğim çünkü az bir serbest radikal zaten faydalı olmaya yetiyor. peki sizce şu ortamda bizim vücudumuzdaki serbest radikaller az mı?

    bunu şöyle düşünün. normalde şeker vücut için enerji demektir (bazı şekerler hariç). fakat günlük enerji ihtiyacımızı bir elmadaki şeker karşılamaktadır. siz taze sıkılmış meyve suyu içiyorsunuz ya o aslında zararlı. bir bardak nar suyu için 5-7 arası nar sıkılır. bu vücudunuzun günlük şeker ihtiyacının 5-7 katı fazlası demektir. ki nar suyundan sonra hiç bir şekilde vücudunuza şeker girmemesi lazım 5-7 kat olması için. var mı bu ihtimal? yok tabii ki. şeker mevzusuna sonra genişçe yer vereceğim. şuan mevzuyu anlayın diye yazdım. yani serbest radikaller de vücuda faydalı ama emin olun gerekli olandan onlarca kat fazlasına sahibiz. onun için ne yapmalıyız?

    antioksidan, serbest radikalin düşmanı.

    kısaca bahsedeceğim, hani serbest radikaller başka hücrelerin elektronunu çalıyordu ya, işte antioksidanlar kendi elektronunu veriyor ve kendini feda ediyor. serbest radikal de kimseye dokunmadan mis gibi hayatına devam ediyor. hiç bir sıkıntı kalmıyor.

    peki antioksidanları nasıl alacağız? burada tek tek size besin yazmayacağım. genellikle mor renkli sebze ve meyvelerde oluyorlar. mesela yaban mersini, siyah üzüm, patlıcan gibi gibi. peki sizin yapmanız gereken ne? hiç bir sebzeyi ve meyveyi ayırt etmeden hepsinden yemek. klasik söylem olacak ama bugüne kadar yaptığım araştırmaların hepsi buraya dayanıyor, mevsiminde ne bulursan yiyeceksin.

    ne bulursan yiyeceksin konusuna bakterilerle ilgili yazımda değineceğim. şimdilik benim yorumlamam bu kadar.

    not: beyler bayanlar. yaban mersininin 125 gramı 15 lira. pahalı bir ürün yani. lakin en ucuz sigara galiba 10 lira. sen bu yaban mersinini istesen de hergün yiyemezsin. sıkılırsın, gerek de yok zaten. ayda 2-3 kere yesen yeter. üç günlük sigara paran.

    en pahalı çerez kaju desek kilosu 70 lira. kilosu lan, bir kilo kajuyu iki ayda zor yersin kusturur.

    kuruyemişçiye git en pahalılarından yüzer iki yüzer gram çerez al, elinde iki kilo çerez oluyor fakat fiyat 60-70 lira anca tutuyor. ki bu sana deli gibi yesen bile iki hafta gidiyor.

    pazara git meyveden sebzeye ne varsa doldur, ki ben pazara haftada bir aynı gün içinde fazla aldığım için iki kere giderim, 80 lirayı geçemedim. muzun kilosu beş lira lan.

    önceliklerinizi biraz düşünün. sigaranızı da için bana ne, ama pahalı da olsa hiç bir ürün yenemeyecek kadar pahalı değil. bugün herhangi bir kafede iki kahveye en az hesap ödeyeniniz kaç lira ödedi?

  • sokakta kurban kesen insanlarla roportaj yapan ntv muhabirinin bir vatandaşımızla yaşadığı diyalog:
    -burada sağlık açısından elverişsiz koşullarda beklettiğiniz bu etleri yemeyi düşünüyor musunuz?
    -yok bacım, eşe dosta dağıtacağız.