hesabın var mı? giriş yap

  • allahtan biri yanina gelip "atam sen kalk da ben oturam." geyigini yapip, yerine oturmamis.

  • limuzinsiz adım atmayan chuck bass'ın neden ilk bölümde okula belediye otobüsüyle gittiğini çözemediğim dizi. limuzin sanayideydi heralde o sırada.

    2013 editi: gossip girl'ün çözülemeyen yegane gizemi sıfatını koruyor.

  • "durun sokağa çıkmayın, direnmeyin, bu yönetimin işine yarar" diyen işbirlikçi lavukları dinlememiş, sokağa çıkmış, direnmiş, mücadele etmiş ve kazanmışlardır.

    darısı tüm memleketin başına.
    direnmeyene ekmek yok bunu anlayın.

  • bu gece yalnızdım. eve de pencereden güve midir ne boksa bi böcek girmiş. tüylü bir kelebek gibi bişey işte. acayip bi böcek. şimdi beni tanıyanlar bilir ki aslanın karşısında bile cesur olabilirim belki ama, böcekten korkuyorum ulan! böcek uçtukça evin içinde çığlık tepiş kaçıştım. annemi aradım. yok sineklikle vurdan yok zehir sıka kadar hiçbir tavsiyeyi yerine getiremedim.

    beni böcekten kedim kurtardı lan. aslanım ninja be, boşuna mı besliyoruz seni evde! nasıl yaman avcıymışın sen. bitanesin valla. atladı zıpladı kovaladı, naaptı etti o böceği yakaladı bana. kediler çok yararlı hayvanlar valla. sayesinde huzurlu uyku uyuycam.

    ninjanın göbek adı bundan sonra raid. eski türk adetleri uyarınca, gösterdiği kahramanlıktan sonra kendisine bir ad daha verdim.

  • + ssg hanginiz lan?
    - benim!
    - bende ssg'yim.
    - bende!
    - bende!
    - ben de!
    + sen gel bakayim benle.
    - ben mi?
    + evet sen, de'yi ayri yazan. bak mi'y' de ayirdin. saklanabilecegini mi sandin?

  • yeşilçam filmlerindeki halkın takımı fenerbahçe'nin geri dönmesini ve en güçlü şekilde karşımıza çıkmasını istiyorum. en klas seviyede ve en yüksek kalitede yarışalım, rekabetimiz ülke futbolunu ihya etsin, iflas ettirmesin şu an olduğu gibi. kardeşliğimizi pekiştirsin. bu duygulardayım.

    6 sene sonra gelen edit: adam pisliğin teki çıktı rıza baba.

  • fransiz hirsiz, gaspci, dolandirici, milis subayi, mahkum, firari, muhbir, polis, emniyet muduru, rusvetci, kriminolog, sahtekar, dedektif, biyografi yazari ve edebiyatcisi.
    elbetteki sefiller'in jean valjean'i bu adamdan esinlenmistir ama daha ilginci mufettis javert de bu adamdir... sadece hugo, balzac ve dumas ile sinirli degil isbirlikci listesi. bir ara gitme hayaliyle tutustugu amerika'da da hayranlari vardir. bazilarinca ilk polisiye kabul edilen the murders in the rue morgue adli kitabiyla edgar allen poe'yu unutmamak lazim... ki sayin poe, yaptigi yazili aciklamayla vidocq'u okuyup cok etkilendigini kabul etmistir. melville'in moby dick romaninda, dickens'in great expectations'indaki kacak tiplemesinde de yine vidocq'un hayaliyle karsilasir oha felan oluruz.

    kariyerine amerika'ya gitme hayaliyle babasini soyarak baslamis, caldigi parayi yolda caldirinca dustugu rol catismasi(soyan ayni zamanda soyulan) belki de kahramanimizin seytani yeteneginin kuvveden fiile cikmasina neden olmustur, bilemeyiz.
    asik olur, asik oldugu kadini ne yapar eder bastan cikarir evlenir ve sonra da terkeder. paris'teki sahtekarliklari ayyuka cikinca tutuklanir, hapis yatar, sonra hapisten de kacar. burda kahramanimizin hayatina baska bir unlu girer. napolyon'un unlu polis bakani fouche. vidocq'a saf degistirmesi teklifinde bulunur. vidocq tereddutsuz kabul eder zira saf degistirmek onun meslegidir zaten. ama bu saf degistirme sadece vidocq, foushe ya da paris'teki suclulari etkilemez, dunya polislik tarihine de iz birakir. modern polis teskilatlarinin atasi kabul edilen la surete'yi kurar vidocq. bana en eglenceli gelen kismiysa bu teskilatin 28 dedektifinin de vidocq'un eski suc arkadaslarindan olusmasidir. ilk donemler modern bir libertus oykusu gibi gider hersey. paris'te suc orani inanilmaz derecede azalir. "balistik inceleme, olay yeri inceleme, kriminal sorusturma, fisleme, criminal record(adli sicil) vidocq'un bu doneminin dunyaya kazandirdiklari. yine dunyadaki ilk simitciler ve ilk dilenciler de bu donemde kosebaslarina tezgah kurup mendil acarlar... her sey yolunda gider ve paris'te vidocq ve adamlarindan baska suclu kalmaz nerdeyse. "guvenli, huzurlu paris" goruntusunun arkasinda ise hergecen gun bir servete sahip olan bir grup uniformali suclu ile rusvet, sahtekarlik, dolandiricilik, zorbalik iddialarinin sessizce kol gezdigi korkudan sindirilmis sokaklar vardir. 15 yillik saltanat artik devlet tarafindan tasinilmaz hale gelince polislikten atilir. bu arada aslinda cok iyi bir edebiyatci oldugunu da ispatlayan biyografisini yazar. ayni donemde bir baska ilke daha imza atarak dunyadaki ilk ozel dedektiflik burosunu da kurar.
    hukukcuysaniz, sucluysaniz, edebiyatciysaniz, sinemaciysaniz, polisseniz, zamparaysaniz, asiksaniz vidocq'u pas gecmeyin derim. polisle suclu arasindaki, soyanla soyulan arasindaki, trajik olanla komik olan arasindaki, askla nefret arasindaki, sukut ile soz arasindaki cizginin ne kadar ince ve gecirgen oldugunu anlatan bir hayatin sahibi cunku...

  • kumarbazlar ve krupiyeler monte carlo strategy olarak adlandırırlar. misal: ruleti 1000 sefer çevirirseniz, kırmızı ve siyahın gelme sayıları 500'er olacaktır. buradan hareketle, 6 sefer üst üste siyahın geldiği bir masada 7nci elde kırmızının gelme ihtimali daha fazladır. işte yanılgı! çünkü kırmızı veya siyahın gelme olasılıkları bu elde de hala %50'dir.
    bu da aynı yanılsamaya gerçek hayattan bir örnek:
    eğer bir hava yolu yolculuğu yapacaksanız, kendi emniyetiniz için yanınıza bir bomba alın. çünkü aynı uçağa bombalı iki yolcunun birden binme olasılığı neredeyse sıfırdır!

  • kısa süre sonra gerçekleştireceğimdir.

    dokuz yıl önce dünyanın en güzel gözlerini gördüğümde, çocuk aklımla, ilk düşündüğüm şuydu: camından güneşin girdiği güzel bir yatak odasında -hiç tanımadığım bir kız ile ikimize ait olacak olan yatak odasında- bu gözler sabah mahmurluğuyla yine güzel görünür mü bana?

    akşam eve döndüğümde, bir kızı ilk görüşümde onunla evlenmek istememin ne kadar çılgınca olduğunu düşündüm. ertesi gün biyoloji sınavım vardı ve bana sınavların ne kadar saçma olduğunu düşündüren şey de aşktı sanırım. yalan olmasın, ilk gün anlamamıştım aşık olduğumu.

    hiç çalışmadığım halde biyoloji sınavımın çok iyi geçmesi hayatıma yeni bir felsefenin hakim olmaya başlamasının ilk adımıydı. heyecanlı, umutlu ve neşeli isem işler hep yolunda gidiyordu. sonradan anladım, aşk alana bedavaydı bu duygular.

    teklif etmek diye bir şey vardı o aralar. hala vardır belki bilemiyorum, ilk teklifim kabul edilince ilgilenmedim sonra bununla. benim dalga geçtiğim bir sözdü bu; "tamam oğlum teklif edecen de, ne teklif edecen? onu da söyle!" diye dalga geçerdim arkadaşlarımla. kızlardan çok bilgisayarlarla ilgilendiğim için arkadaşlarımın heyecanını çözemezdim. fifa 98'de rakipsiz oluşumu açıklayan da buydu sanırım o günlerde.

    fifa 98'den kesildiğim hafta aklımdan çıkmayan tek şey, ne kadar saçma olduğu hiç umrumda olmayan, 'teklif etmek'ti. bir an önce gidip teklif etmeliydim. ne teklif edeceğimi ben biliyordum aslında ama ilk günden söyleyip de ürkütmek istemedim; arkadaşlık teklif ettim. aklımdaki 'hayatlarımızı birleştirmek' olsa da.

    arkadaşlık teklifimi kabul eden güzel bir kızla yürürken ne konuşulacağını bilmediğim için o meşhur salaklığın kurbanı oldum ben de; saklayacak değilim, teşekkür ettim. sonradan salakça gelse de o an nazikçe bir davranıştı bana göre.

    kızın cep telefonu olsa süper olacaktı çünkü yazılı anlatımıma daha çok güveniyordum. teklifimi kabul etmiş olabilirdi ama bu yetmezdi. bana aşık olmalıydı. onda cep telefonu olmamasına rağmen ben kendi numaramı verdim. işte kimilerince mucizelere inanmak olarak tanımlanan 'aşık olunan ilk kişi ile evlenmek' bizim için de mucizelerle mümkün olmuştu galiba. akşam bir mesaj geldi: "nasılsın? ya inanılmaz ama babam cep telefonu almış. ben de ilk mesajımı sana atayım dedim." (bkz: #2746780)

    aradan bol mesajlı, bol faturalı güzel günler geçti. artık şu lanet olası süreç hızlanmalıydı. hergün gördüğüm şu eli artık tutmalıydım ama doğal da olmalıydı bu; öyle zorlama bir romantizm istemiyordum. zaten çocuktuk daha, en büyük romantizmimiz okul çıkışı birlikte yürüyüp dondurma yemekti. bir ilişkide şans olacak, ilk el ele tutuşmamız tam istediğim gibi olmuştu. (bkz: yapılmış en güzel sürpriz/@terk edemeyen oglan)

    artık daha güzeldi her şey, daha yakındık. el ele tutuşmak gerçekten önemliymiş bir ilişki için. sokaklarda el ele tutuşarak yürüyebilmek için tenha yerler bulmalıydık. el ele tutuşmayı çok sevdiğimiz, yaşadığımız şehrin postacılarının bile bilmediği dar sokakları bizim ezbere bilmemizden belliydi.

    yaklaşık üç sene öpüşmek gibi bir düşüncemiz olmadı. benim vardı aslında ama, korkuyordum. kaybetmekten korkuyordum. ne kadar yanlış düşündüğümü şehrimize geç de olsa gelen pearl harborı izlemeye gittiğimizde anladım. saçma sapan bir köşeden seçtiğim koltuk için hiç mırın kırın etmemiş, kuzu kuzu gelmiş oturmuştu. o gün anladım ki, doğru filmi seçmiştik ilk öpücük için. tüm iştahıma rağmen "film de hemen bitti!" gibi bir şikayetim olmadı. yalnızca bir ara gözlerimi açıp perdeye baktığımda kocaman bir bombanın bir geminin tam ortasına doğru düşmekte olduğunu görünce "bu ne lan?" dediğimi hatırlıyorum. tabii ki içimden dedim bunu, yoksa ilk öpücük son öpücük olurdu.

    o günden sonra biz artık birbirinin bağımlısı iki insan olmuştuk. hayatımıza hep ilişkimize uygun yönler belirledik. üniversitelerimiz, bölümlerimiz, birlikte yaşadığımız şehir, birlikte yaptığımız yolculuklar, birlikte çalıştığımız tiyatrolar, birlikte üzüldüğümüz trafik kazaları, birlikte korktuğumuz ameliyatlar, birlikte hastaneye yatırdığımız anne babalarımız, birbirine karışan göz yaşlarımız, birlikte uyandığımız sabahlar, birlikte uçurduğumuz uçurtmalar... koskoca şehrin tüm elektriklerini kestiğimiz bile oldu birlikte. (bkz: yükseldikçe küçülen uçurtma olmak/@terk edemeyen oglan)

    ailelerimizi tanıştırdığımızda neler olacak diye korkuyorduk hep. gördük ki birbirimizi ne kadar çok sevdiğimiz dışardan da çok belli oluyormuş. bizden istekli çıktı onlar da. piknik oraganizasyonları, sarma partileri, kısır günleri, çeyiz sohbetleri gibi alaturka olsa da konular, onlar da kaynaştı birbirleriyle.

    aradan dokuz sene geçti ve o gözler gittikçe daha da güzel oldu. hep bana baktı ve kendisine hayranlıkla bakan bir çift göz gördü; o kadar güzel olmasa da bir ışık vardı benim gözlerimde de.

    evlenme teklif etmemiş olmama kırılmıyordur umarım. hep olduğu gibi doğal oldu bu karar da ama yine de içimde doldurulmamış bir ukte kalmasın diye güzel bir evlilik teklifi bulmam lazım. (hayır, sözlükten olmaz.)

    şimdi de geldi ve "ne yazıyorsun?" dedi. öptüm, "bitince oku" dedim. "tamam" dedi.

    (bkz: hatice/@terk edemeyen oglan)

    edit: ha bir de; (bkz: sevgilinin adını vücuda dövme yaptırmak/@terk edemeyen oglan)

    evlilik sonrası edit: 18.07.09'da yazmışım bunu, 06.03.10'da evlendik. 'kısa süre'ye bak! (bir de evlilik teklif edemeden öylece evlendik sap gibi ya!)

  • henüz 16 yaşındayken tiyatro devi cüneyt gökçer tarafından küheylan oyununda başrol verildi kendisine. devlet tiyatrosunda konuk oyuncu olarak başrolde en iyi tiyatrocu ödülünü kazandığında 17 yaşındaydı. ankara devlet tiyatrosunun dahi öğrencisi idi. ama yok, ekşisözlük'ün her b.ku bilen kalemlerine göre meydanı boş bulmuşmuş, her şeyi babasına borçluymuş; sanatçı değilmiş; hadi lan.. tiyatro yerine şov dünyasını, sahneyi ve parayı seçmiştir. türkiye rengidir. ömrü uzun olsundur.