hesabın var mı? giriş yap

  • allah'ın iki araba nasip ettiği bacımıza selamlar.
    gerçi konu araba ev değil, bu gencin hak ettiği geleceğini ve umutlarını ellerinden aldılar, yandaşlara hibe ettiler.

    (bkz: akp çocukları)

  • allah'ın rızkını vermeyi unuttuğu milyonlarca çocuğun acı çekmesinden sorumlu olan insanlardır. adam hala hayali arkadaşından yardım bekliyor amk, gel de buna laf anlat..

  • her sabah metroda şahit olduğum olay.
    metronun kapısı açılıyor. önden bir kaç kişi 100 metre koşucusu gibi fırlıyorlar.
    önceden bunların geç kalan insanlar olduğunu sanmıştım, sonra fark ettim ki asansöre koşuyorlar.
    hani öyle bir koşuyorlar ki o hızla merdiven çıksalar asansörden daha önce çıkarlar yukarı zaten.
    yaşlılar engelliler falan da bunların işinin bitmesini bekliyorlar asansöre binebilmek için.

    engelli asansörüne binebilmek için bile hızlı koşmak gerekiyor bu ülkede.

  • heyecanlandıran kampanya.

    adamlar baktı: "bunlar 5.60'a benzin alıyorlar ses etmiyorlar az da biz silkeleyelim" dediler ve böyle bir kampanya yaptılar.

  • özetinin şu şekilde olduğu maç.

    kayseri birinci golü attı, galatasaraylı: oh be fener de elendi.
    kayseri ikinci golü attı, galatasaraylı: ahahahahah mallar rezil oluyor. forumlara girip esprileri hazırlayalım.
    fenerbahçe durumu 2-1'e getirdi, galatasaraylı : olsun fener çeviremez.
    fenerbahçe durumu 2-2'ye getirdi, galatasaraylı: kesin şike var.

    fenerbahçe tur atladı, galatasaraylı : eziklere bak galibiyete seviniyorlar, hem bizim uefa kupamız var.
    _______________________________________________________________________________

    kayseri birinci golü attı, beşiktaşlı: yine elenir bu ezikler
    kayseri ikinci golü attı, beşiktaşlı: beter ol beter ezik fener. beyler twitter için haşteg hazırlayın.
    fenerbahçe durumu 2-1'e getirdi, beşiktaşlı : bu gol yenir mi lan mal!
    fenerbahçe durumu 2-2'ye getirdi, beşiktaşlı: kesin şike var.

    fenerbahçe tur atladı, beşiktaşlı : bu eziklerin finalde elenmesi daha zevkli, hem geçen yıl biz kazanmıştık.

    ________________________________________________________________________________

    kayseri birinci golü attı, trabzonlu : kupamızı verin.
    kayseri ikinci golü attı: trabzonlu: kupamızı verin.
    fenerbahçe durumu 2-1'e getirdi, trabzonlu: kupamızı verin.
    fenerbahçe durumu 2-2'ye getirdi, trabzonlu: kupamızı verin.

    fenerbahçe tur atladı, trabzonlu: uefa o kupayı bize verecek.

  • yetiştirme koşullarından kaynaklıdır.
    yumurtaların kirli olmasının birden fazla sebebi vardır.
    şöyle ki;

    kafes sisteminde yapılan üretimde bu sorunu çok görmeyiz. ancak free range dediğimiz serbest dolaşım şeklindeki üretimde, kümeslerde folluklar olur. tavukların erken zamanda (yumurtlama öncesi) folluklara alıştırılması gerekir. yani bir nevi teşvik ederiz tavukları folluklara yumurtlamaları için. hatta bunun için yapay yumurta dahi koyarız.
    follukların ışık almaması da gerekir. bu follukların sürekli temizlenmesi gerekir.

    bu bahsettiğim yetiştirme ile alakalı noktalara dikkat edilmezse tavuklar folluklar yerine altlığa yani yere yumurtlar. bu da yumurtaların dışkı ile temasına neden olur. hızlı bir şekilde yer yumurtaları toplanmazsa bu da dışkı ile bulaşık yumurta oranını artırır.

    ülkemizde malesef yetiştiriciler düzgün eğitim alamıyor. dikkat etmiyorlar bu da kirli yumurtaların artmasına sebep oluyor.

    ayrıca şunu da eklemek isterim ki; kirli yumurtalar, ıslak bezle silinen yumurtalardan daha sağlıklıdır.

    edit: ekleme:
    ayrıca damızlık yetiştiriciliğinde kirli yumurtalar kulukça makinasına genelde konulmadığı için insan tüketimine sunulur.

  • "formamız bayrağımızdır !" diyenlerin kulübü, athletic bilbao'nun kısa hikayesi

    1898 yılında kurulan athletic bilbao, bir asırdan uzun bir süredir sadece bask kökenli futbolcular ile yeşil sahalarda.

    real madrid ve barcelona ile birlikte, la liga'da hiç küme düşmeyen 3 takımdan biri olan bilbao'nun bask kökenli futbolcular ile oynama geleneğinin arkasında ise beklenmedik bir hikaye yatıyor.

    kulüp, kurulduğu ilk yıllarda sadece ingiliz futbolcular ile sahada yer alıyordu. takvimler 1911 yılını gösterdiğinde bilbao, oynadığı bir copa del reymücadelesinde kural dışı yabancı futbolcu oynatmak ile suçlandı. bunun üzerine kulüp, suçlamaya bir tepki olarak, daha sonraki maçlarına sadece bask kökenli futbolcular ile çıkmaya karar verdi.
    bu yaklaşıma sahip tek kulüp yalnız bilbao değildi. bilbao'nun ezeli rakibi real sociedad da bir süredir sadece bask kökenli futbolcuları oynatıyordu ancak ilerleyen yıllarda bu şekilde yeterince rekabetçi olamayacağını düşünen kulüp zaman içerisinde bu politikayı terk etti.

    1898'den beri forma sponsoru kullanmayan ve "formamız bayrağımızdır." mottosuyla hareket eden bilbao, 2008 yılında bir ilke imza atarak petronor adlı bask kökenli bir petrol şirketi ile göğüs sponsorluğu için anlaştı. ancak bu anlaşma da ancak 2011 yılına kadar devam etti ve taraftarlarının da baskısıyla athletic tekrar sponsorsuz formalarına geri döndü.

    125 yıllık tarihinde yalnızca 3 kez yabancı oyunculara kapılarını açan kulüp, yine de bu oyuncuların yabancı olmalarına rağmen bask bölgesi doğumlu olmalarına dikkat etti. (bkz: bixente lizarazu), (bkz: aymeric laporte) ve (bkz: inaki williams).

    modern futbolun gereklilikleri doğrultusunda her ne kadar eskisi kadar benimsenmesi söz konusu olmasa da başlangıç noktasında athletic bilbao’nun oyun stili fiziki mücadelenin teknik mücadelenin önüne geçtiği ingiliz sunderland takımından gelmekte.

    bunun hikayesi ise; ingiltere’ye eğitim için giden basklı bir öğrencinin memleketine gönderdiği sunderland forması, aynı zamanda athletic bilbao’nun da renklerini oluşturmasıyla başlıyor. aynı renkleri sahiplenen iki kulüp arasında ise herhangi bir bağ bulunmuyor.

  • calikusu, sekiz-dokuz yaslarinda evde babamin eski ciltli, yer yer parçalanmis ve dili iyice arapçaya kaçan baskisini buldugum günden beri en cok okudugum, kimi yerlerini ezbere bildigim, hayatima damgasini çikmayacak bir sekilde vurmus bir kitaptir. o yüzden simdi bu satirlari yazarkenki zorlanmam.
    bir erkegin (bkz: resat nuri guntekin) bir kadinin içdünyasini bu kadar güzel anlatabilecegini, bu kadar ince, bu kadar hisli, bu kadar içten olabilecegini ben belki son olmasa da ilk defa çalikusu'nda gördüm.
    ve feride tüm zamanlar içinde en sevdigim roman kahramani oldu. tüm ele avuca sigmazliginin, içten coskusunun, çocuk nesesinin altindaki içliligi, kirilganligi, olgunlugu, eh, bunu söylemeden geçmek olmaz, idealistligi ve cesareti, bir de -doktor hayrettin bey'in de hakkinda söyledigi gibi- onu kavuran sevme sevilme ihtiyaciyla çok güzel, çok güzel demenin yetersiz kaldigi bir insan oldu feride benim gözlerimde. ve hatta nickimi lacrima'dan feride'ye çeviresim geldi simdi bir an, o raddededir. ben mi feride'ye benziyordum da o yüzden o kadar sevdim bu romani, bu kadini; yoksa bu kadar sevdigim için mi kitabi o kadar benzedim, ya da benzemek istedim feride'ye.. bilmiyorum. fakat itiraf edeyim ki, çocukluk yillarim dügünümden bir gün önce nisanlimin beni aldattigini ögreneyim de kendimi anadolu'ya vurayim, ögretmen olayim, isik saçayim gibi tuhaf fantezilerle geçti (aslinda bu hususta çok yalniz oldugumu da sanmiyorum, "feride'nin cumhuriyet kadinlari üzerindeki etkisi" ve benzeri birkaç yazidan okuduklarimi hatirlayinca).
    çok okudugumdan mi, yoksa resat nuri'nin içten tarzindan mi, yoksa ikisi mi bilmiyorum, ama bana kesinlikle fiction gibi, yaratilmis gibi, hayal mahsulü gibi gelmiyor anlatilanlar. gelmesinler.
    en sevdigim sahnelerse, ne bileyim, kamran'in at arabasiyla tekirdag'a yolculugu sirasinda enistesiyle feride hakkindaki konusmasi, feride'nin kamran'in evlilik fotografini gördügü an, "kalpsiz", uçar kaçar feride'nin aldatildigini ögrenmesinden hemen önce bir kayanin üzerine oturan kamran'in altina paltosunu serip "bundan böyle seni muhafaza etmek biraz da benim vazifem kamran" demesi, kamran'in buna "bunlar zannederim ki simdiye dek senden duydugum en güzel sözler feride" diye cevap vermesi, zeyniler köyündeki ölüm oyunlari, mühendislerin fransizca bilmedigini sanarak feride hakkinda fransizca konusmalari, müjgan'in feride'ye zorla kamran'i sevdigini söyletip sonra da "zannederim ki o da sana karsi lakayt degil feride" demesi, feride'nin müjgan'la kamran'in konusmasini duymamak için delice kaçmasi, sonra kiraz agacina çiktiginda yasli bir adamla yaptigi sohbet... bunlar saymakla bitmiyor.
    son olarak kitabin tüm güzellikleri yaninda dilinin ve üslubunun da hayranlik uyandirici oldugunu söyleyeyim, çalikusu'nun roman olarak tefrika edilmeden önce (sene 1922'dir) "istanbul kizi" adiyla bir tiyatro oyunu olarak yazildigini ve hatta feride isminin kitabin içerigine, mesajina da uygun olarak "basina buyruk, gururlu" oldugunu da ekleyeyim. kitap nasil bitiyorsa ben de öyle bitireyim bu feci bir his budalasi imaji çizdigimi düsündügüm entryimi: "yanlarindaki agacin dalinda bir çalikusu ötüyordu".

  • bir olayı uzun uzadıya açıklamak, üzerine her konuşulduğunda bir belirsizlik içinde kalmak yerine ona bir kelime atfederek somutlaştırmaya çalışmak kimi zaman yaşantılanan deneyimi daha iyi anlamamıza vesile olabilir. weltschmerz'de bu hususa uygun bir kavram, bizi bir anlam kalabalığından kurtararak dünyada bulunmaktan duyulan acıyı tarif etmemize yarayan bir kelime. kelimeyi ilk kez ortaya atan alman yazar jean paul arzulanan dünya ile gerçeklik arasındaki uyumsuzluktan doğan acıyı tarif etmeye çalışsa da aslında bu hissin kökenlerinin yalnızca dünyanın acımasızlığına ilişkin olmadığı da söylenebilir. zira dünyada olmak yalnızca idealler ve gerçekler arasında uyuşmazlıklar yaşamak değil, nereden geldiğimizi, sonunda nereye gideceğimizi bilmediğimiz bir zaman ve mekânda istem dışı bulunan varlıklar olmaktır. benliğinin bilincine varan insan yaşamayı istekle seçip olumlayabilir. ancak yine de dünyada bulunmaktan duyulan hoşnutsuzluk duygusunu yaşar, sonsuz bilinçsizliği ve huzuru arzulamaktan geri kalmaz. belki de uyku sırf insana bu bilinçsiz diyarı hatırlatması için verilmiş bir hediyedir.

    bu anlamda weltschmerz biraz kabz kavramanı anımsatır. çünkü basta ulaşmak, bir vecd halinden keyif alabilmek adına gereklidir. insan yaşamdan keyif aldığı kadar acı da duyar. dolayısı ile bilinçsizliğe özlem duyduğu vakitler olur. yaşam ile ölüm istemsizce sevinç ve üzüntüler yaratır. lakin yine de varlığın üzerinde doğa dışı yapay bir etki bırakmazlar. haliyle weltschmerz oldukça insanca bir duygu olarak bünyemizde yerini alır. ruhun dehlizlerinde yatan hakikati evreni deveran ettiren antik kuvvetleri çağrıştırır insana.

    "dünya uzaklarda,
    indirilmiş gibi derin bir mezara
    ne kadar da çorak ve yapayalnız
    bulunduğu yer şimdi!
    derin bir hüzün yankılanmakta
    göğsünün tellerinden
    anıların uzaklığı
    gençliğin arzuları
    çocukluktaki düşler
    bütün bir uzun yaşamın
    kısacık sevinçleri
    ve nafile umutları
    kurşuni giysilerle gelmekteler
    günbatımından sonraki
    akşam sisleri gibi,
    batış.
    dünya uzaklarda
    rengârenk hazlarıyla.
    başka yerlerde
    kurmuş ışık
    neşeli çadırlarını.
    bir daha asla dönmeyecek mi
    sadık çocuklarına
    bahçesine
    görkemli evine?" *

    (bkz: uyku/@allanmandragoran)

  • google'dan mail hesabı alamaz.
    çünkü google "hesabınızı doğrulayabilmemiz için telefon numaranızı girmeniz gerekiyor." der, aklı sıra çaktırmadan telefonunu alıcak kızın.
    türk kızı bu tip şeyleri yemez, bunlar hep ayak.
    offff... google bna yzıyo yhaa :s :s

  • başlık: 31 çekerken fantezi söyleyin lan

    entry: ayni kadinin yasini yukselt ve dusur. mesela 10 yas ekle, bi daha hayal et. 5 yas cikar, tekrar hayal et. boyle boyle aritmetik islemlerle farkli kadinlar hayal etmek yerine ayni kadini tekrar kullanabilirsin panpa.

    buna cevreci 31 i diyoruz

    (bombacı fıkrı ?, 14.06.2011 11:31)