• türkiye'de linç edilmek istenen kişi.

    tarih: 27 ocak 2013
    saat: sabah 5:30
    yer: atatürk havalimani

    istanbul'a sadece 4 günlüğüne geldim ve işlerimi hallettikten sonra geri dönüyorum. 4 gün boyunca sabahtan akşama kadar ordan oraya koşturdum, millete laf anlattım. bütün işlerim bitince de son gece arkadaşlarla buluştuk, ev partisi, taksim falan derken sabaha kadar takıldık. 4:00'daki havataş otobüsü ile de havalimanına gittim.

    havalimani saatine ve gününe bağlı olarak normalde olduğundan çok daha yoğundu ve kitlesi farklıydı çünkü umre zamanıymış.öncelikle umre'ye gidenlerle bi sorunum yok. hatta benim ya da başkalarının hayatına karışılmadığı sürece hiçbir sorunum yok kimseyle. isteyen istediğine inanır, istediği şekilde yaşar ve giyinir (popi meselesi). her yerde yarı çıplak, ayaklarında terlikler olan amcalar ve komple kapalı teyzeler var. beyaz ve siyahın müthiş ahengi tüm havalimanını sarmıştı (soru: umreye giden kadınlar da beyaz giyinir diye biliyordum ben ama burdaki teyzeler komple siyahtı. bilgisi olan arkadaşlar bu konuda bana bilgilendirici mesaj atarlarsa mutlu olurum)... bu gruba karşı yapabileceğim tek eleştiri ayaklarını lavabolarda yıkayan amcalar oldu. az ileride mescid olmasına rağmen girdiğim her tuvalette bir amca lavaboda ayağını yıkıyor ve ayaklarını her yere değdirmekte bir sakınca görmüyordu... bu durumdan tiksindiğim için (ayakları temiz olsa da ben hijyenik bulanıyorum) havalimanından varacağım noktaya gelene kadar tuvaleti kullanmadım.

    güzel güzel check-in yaptım, bavulumu teslim ettim, pasaport sırasında bekliyorum. sıralar tabii ki de içerideki kitle ile orantılı olarak umre'ye giden vatandaşlardan oluşuyor. önüm arkam her yer ya beyazlı amca ya da siyah teyze. hatta arada beyazlar içerisinde çocuklar da var.

    bu süreçte ilk tepkiler gelmeye başlıyor kulağıma. "nebçim giyinmiş", "alkol mü almış o", "yabancı da değil, elinde türkçe kitap var (kitap da marquis de sade'dan tanrıya karşı söylev[evet o gruptan dayak istediğim doğrudur] ), türk ve müslüman küpe takar mı" gibi tepkiler. cevap vermiyorum çünkü arada çıkabilir böyle insanlar diye düşünüyorum. total olarak umre'ye gidenlere mal etsem yaptığım ayıp olacak. pasaport kontrolü ciddi bir iş olduğu için (gruptakilerin büyük kısmının ilk defa yurtdışına çıktığını varsayıyorum çünkü genel prosüedürlerden %99'unun haberi yoktu) sadece bana söylenmekle yetiniyorlar. ben de eleştirileri çok takmıyorum zaten.

    kontrol sonrası hem uçağıma biraz daha zaman olması, hem kitleden biraz uzaklaşmak hem de kitap okurken takılmak için bira içmeye gidiyorum (sabahın o saatinde sadece ben değil, orada bulunan herkes alkol alıyordu bu arada). biramı bitirdikten sonra kafede kendi kendime takılırken umre'ye giden gruptan bir amca yavaşça sokuluyor yanıma ve "delikanlı bizim tarafa gelebilir misin, sana birşey sormak istiyoruz" diyor. ben de saflığıma yanayım ki "heralde bilet, kapı, uçak vs. ile ilgili soru soracaklar" diye gidiyorum yanlarına.

    görüntü şu: oturma yerlerinin orda beni bekleyen yaklaşık 20 kişilik siyah ve beyaza bürünmüş bir grup ve nefretle bakan gözler. giderken resmen 3,5 atmaya başlıyorum. "amca noldu istersen burda sor" diyerek kaçmaya çalışıyorum ama amca sanki beni idama götürür gibi yapışmış koluma "yok yok gel sen" diye mırıldanıyor. gittikten sonra "he amca buyur sor" dememi beklemeden arkadan yaşlı bir teyze "evladım sen türk ve müslüman değil misin?" diye acı bir ses çıkartıyor. "ha ney?" falan diye dumur olmuşken yaşça biraz daha genç bir abi "sen utanmıyor musun" diye ikinci soruyu soruyor. "ne diyorsunuz siz? ne utanması?" dememe kalmadan "bizi günaha sokmaya utanmıyor musun?" diye bir köşede ölmek üzere lan amca soruyor. "en sonunda biraz da sesimi yükselterek "ne diyorsunuz siz, ne günahı, ne utanması" diye konuşuyorum. beni oraya getiren amca "evladım sırada alkol kokuyormuşsun, kulağında küpe var, içeri girdikten sonra seni alkol alırken görmüşler. umre'ye gidenlerin yanında bir müslüman olarak bunu yapmaya utanmıyor musun?" diye açıklamayı yapıyor.

    işte o anda elim ayağım titremeye başlıyor, beynim zonkluyor. "amcacım öncelikle size ne benim giydiğim kıyafetten?" diye sinirli bir şekilde konuşuyorum (hayır daha sesimi yükseltmedim). "hem ayrıca alkol almamdan size ne? siz alkol almıyorsunuz ki. alkol kokusu yüzünden de abdest bozulmaz, bişi olmaz" diye devam ediyorum. benim cevabım üzerine gruptaki yaşlılar arkaya doğru gerilerken gençler öne doğru çıkmaya başlıyor, "olmaz" diye sert bir dille beni uyarıyorlar(!). "ne demek olmaz ya? size ne benim yaptıklarımdan?" diyorum. "biz umre'ye gidiyoruz, senin imanın da bizi etkiler" gibi saçma bir söylemde bulunuyorlar. "benim imanımdan size ne? ben zaten müslüman bile değilim, allah'a ya da başka bir varlığın gücüne inanmıyorum. din ile alakam yok" dememle ipler kopuyor. genç olanları iyice yanıma geliyor ve "ne diyon sen" moduna geçiyorlar. çevredeki insanlar da bu sırada yavaş yavaş huzursuzlanmaya da başlıyorlar. "kardeşim sizle mi uğraşacağım, işim gücüm var benim" diye arkamı dönmemle bir tanesinin koluma yapışıp "kafir misin sen?" diye bağırması bir oluyor. şansıma o sırada yakından havalimanı polisi geçiyor da "memur bey bakar mısınız" diye sesleniyorum. polisin geldiğini gören grup geri çekilip kolumu bırakıyor. ben de hala saf bir şekilde "yardım isterim polisten, beni en azından kapıya kadar götürür. bu grup da bir daha bulaşmaz bana" diye düşünüyorum ki meşhur türk polisini nasıl unuttuğum için sonradan kendime kızdım.

    polis klasik olarak "noluyor burda" laflarından sonra ben birşey demeden gruptan bir "memur bey bu adam bize hakeret ediyor" şikayeti geliyor(!?!?!). lan yüzsüzlüğe bak; polisi çağıran ben, şikayet karşı taraftan. tabii ki de yüze türk polisi benim gibi bir genç yerine umre'ye giden ulvi kişileri dinleyecekti; "ne diyorsun sen" diye bana çıkışıyor.

    ben:"memur bey, ben kendi halimde kitap okuyordum. aha bu amca geldi beni çağırdı sonra da bana hakaret etmeye başladılar"
    gruptan biri: "ne hakareti lan? sen demedin mi ben allah'a inanmıyorum diye?"
    polis: "allah'a mı inanmıyor? çıkar bakim cüzdanını (da neden lan neden?)
    ben: "neden memur bey, allah'a inanmıyorum demek kötü birşey mi?"
    polis: "sen çıkar bakim cüzdanı"

    neyse cüzdan çıkartılır verilir. bu arada cüzdan ile ilgili bir bilgi: (bkz: #28121212)

    polis: "neden boş senin din hanen?"
    ben: "memur bey ben ateistim"...

    işte bu laf. aha bu lafı bu grubun içinde dedim. türk polisi bu grubun yanındayken dedim... polisin "nasıl lan" demesi ile grubun "puuuu rezil"vb. lafları, polisin "git gözümün önünden kendini çok sevdirmeden" tarzı lafları sayesinde arkamda bana küfreden bir grup ve grubun yanında yer alan bir polis ile uzaklaştım oradan. çok eminim ki havalimanında olmasak hem o polis hem de grup tarafından fiziksel temasa (koldan tutmadan daha fazlası) maruz kalarak ayrılacaktım oradan...

    oysa ki ne kadar da güzel bir 4 gün geçirmiştim lan türkiye'de. işlerimi halletmiş, arkadaşlarımla güzel vakit geçirmiş şekilde yüzümde gülümseme ile geri dönüyordum. hatta bir sonraki işim türkiye'de olsun da daha çok böyle güzel zamanım olsa diye düşünürken son kararımı verdim; nah dönüyorum. çünkü bu olay sonuç değil başlangıç. "ecdadımız", "dinimiz", "peygamberimiz" düşünceleri "ama biz hep ezildik ve eziliyoruz" cümleleri ile iyice arttı ve artacak. toplum müslüman-diğerleri şeklinde ayrılmış durumda ve müslümanlar öyle bir güç kazanmış durumdalar ki kendi halinde takılan insanları bile güzellikle(!) dine döndürmeye çalışıyorlar.

    biliyorum bütün müslümanlar böyle değil. biliyorum bu arkadaşları eleştiren müslümanlar da var ama böyle gruplar git gide artmakta ve yüzsüzce insanlara saldırmakta.

    edit: öncelikle geçmiş olsun diyen, iyi dileklerini ileten, fikirlerini paylaşan tüm yazarlara teşekkür ederim zamanım elverdiğince yanıtlamaya çalıştım, yanıtlayamadıklarımı da fırsat buldukça yanıtlayacağım.

    bütün mesajlar çok güzeldi ama polly jean'e ayrıca teşekkür etmek istiyorum. hem yazdığı entry hem de yurtdışında yaşayan birisi olarak hukuksal olarak neler yapabileceğim konusunda verdiği tavsiyeler sayesinde yarın avukat ile görüşmeye gidiyorum. gelişmeleri avukatımın izin verdiği sürece buradan paylaşmaya çalışacağım.

    yazarların bana özel mesaj ve sosyal medya yoluyla kendi başlarından geçen olayları da anlatmaları aslında uzun süredir görmezden geldiğim ama türkiye içerisinde olayların nerelere vardığı konusunda da çok bilgilendirici oldu. bu konuda kendime de kızmama yol açtı. arkadaş ve ailevi çevrem sayesinde bir nevi fanusta yaşadığımı farkettim. tabii ki de haberleri okuyordum, sosyal medyadan olayları takip ediyordum ama okuduklarımın büyük bir kısmı daha önce hiç duymadığım ve gerçekten insanların onurunu kıran şeylerdi... normalde yaşadığım olaya "he" diyip geçecekken olayı biraz daha irdeleme ve duyurma isteğimin artmasına neden oldu.

    haber.sol.org şimdilik ilk haberi yapan yer olmuş. yarın avukatım ile konuştuktan sonra işim dolayısıyla da tanışık olduğum gazetecilerle konuşacağım. bir şekilde birinden umut çıkar diye düşünüyorum.

    bu arada bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek için; kendimi sözcü vs. olarak görmüyorum. bir şekilde paylaşılan, konuşulan bir olayın yazarı olarak sadece şansım olduğunu düşünüyorum. şansımız olursa diğer sıkıntı yaşayan ve bana mesaj atan insanlara da ulaşıp onların da anılarını paylaşmasını rica edeceğim.

    bütün bu süreçte beni en çok üzen şey ise şu oldu; hala ülkemi, doğduğum büyüdüğüm yerleri seviyorum ama şu anda çok fazla dönmek istemiyorum. sanırım belirli bir politik yapı da değişmeden dönmemek için elimden gelen herşeyi yapacağım. ama üzüldüğüm nokta ailemin, arkadaşlarımın böyle şeylerle her an karşı karşıya gelecek olmaları korkusu ve onlara bir zarar gelecek korkusu.

    son birşey: yazımda da siyah kıyafet konusunda sorumu sormuştum. bu konuda bilgili arkadaşlar geri dönüş yaptılar: normalde herkesin beyaz giyinmesi lazımmış ancak cemaat veya tarikat tarzı gruplar kendilerini belli etmek için farklı renkler giyiyorlarmış. hatta bana bunu açıklayan yazarların yakın çevresi ya da kendileri umre'ye gitmiş kişiler ve onlar da kıyafet farklılıkları ya da başka nedenler yüzünden bu kişilerle sıkıntı yaşamışlar. hadi ben ateistim de kendi dininden olan insanların farklılıkları yüzünden bile sataşan bir grup olduğu sürece çok fazla hoşgörü beklemeyin benden lütfen.
  • bu sabah adliyede, yanımda oturan bir adamın "allahsız satanistin tekini dövdük diye nezarete atılıyoruz ağğbi" diye sitem ettiğini duydum bir polise... adam, inançsız olduğu ve uzun saçlı olduğu için o kişiyi dövmeye "hakkı" olduğundan o kadar emin ki, "sitem" edebiliyor polise... aha da işte burdan bir tanım size: ateistler, kendi seçimleri sebebiyle hâlâ saldırıya uğrayan insanlardır. birinin bir şeye/güce/dine inanıp inanmaması neden hâlâ başkalarını bu kadar germektedir, inanın ben de bunu anlayamıyorum.

    din yobazlarının "en doğru benim" anlayışı bununla da bitmiyor üstelik. "gerçek müslüman" dediğiniz şey, hepsine göre değişiyor, hepsi kendini "gerçek", öbürlerini "dini anlamamış" kişiler topluluğu ilân ediyor. biz ise hangisi "gerçek" bilemiyoruz, zira ortada tek gerçek yok. mesela burkayı savunan çarşaflıyı, çarşafı savunan türbanlıyı, türbanı savunan başı hariç her yeri kapalıyı, başı hariç her yeri kapalı olan kendinden daha açık giyineni yerden yere vurmakta beis görmüyor. yani, aslında sadece ateist kişinin davası değil "toplumda özgürce, rahatsız edilmeden yaşamak" davası, o yüzden ateistleri rahatsız etme hakkını kendinde gören herkesin, bir gün bir başkası tarafından "yeterince x olmamak suçu"ndan dolayı şiddet görmesi ihtimali var. sizin "müslüman/hristiyan/yahudi olmanız, asla sizden "daha müslüman/daha hristiyan/daha musevi" olan birinden şiddet görmeyeceğiniz anlamına gelmiyor. bu sebeple, aslında aklı başında her inançlı insanın, "inanç, günah-sevap meseleleri kul ile tanrı arasındadır ve ne olursa olsun 3. kişilerin müdahale dışındadır" fikrini savunarak ateistlerin yanında olması gerektiğine inanıyorum.

    benim neden bu sabah adliyede olduğuma gelince... hatırlarsanız nixolidia havaalanında yaşadığı saldırıyı şurada anlatmıştı (bkz: #31926055) hatta kendisinin ardından ben de yine havaalanında yaşadığım tatsız durumu yazmıştım. (bkz: #31940471) yazarken de, belki bu durumda kalan ateist ve "yeterince" müslüman olmayan kişilere yaşadıklarım fikir verir, yardımcı olur diye düşünmüştüm. nitekim bu sabah, açtığım hakaret davası sonuçlandı. karşıdaki kişi de suçunu kabul ettiğinden, kendisine adli para cezası kesildi, suç alenen işlendiği için ceza yarı oranında artırıldı (miktarı tam hatırlamıyorum, 1.500 lira civarı bir şey diyelim). inanın, avukat arkadaşım dahil ben de şaşkındım, kendimizi deli gibi savunmak zorunda kalacağımızı sanıyorduk, lakin böyle bir durum olmadı, sanırım bunda sanığın suçunu kabul etmesi etkili oldu. lakin biliyorsunuz, kararın açıklanmasının geri bıraktırılması sebebiyle, sabıkası olmayan kişilerde artık 3 yıla kadar olan hapis cezaları ve adli para cezası uygulanmıyor, 5 sene içinde tekrar suç işlemezse, tahsil edilmiyor. karar öncesinde "tazminat davası açsak mı?" diye soran avukat arkadaşıma "bırak, ceza alsın yeter" demiştim, lakin şimdi adamda "heh, suçum sabit görüldü de nooldu, bi' şey olmadı işte" hissi oluşmasın diye, hazır elimizde suçunun sabit olduğunu gösteren kapı gibi karar da varken "tazminat davası da açsak mı acaba?" diye düşünmeye başladım. paradan ziyade, dediğim gibi, adamda yaptığının yanına kâr kaldığı hissi oluşmasın istiyorum.

    kısacası, bu entry de burada dursun. bir ateist ya da değil (benim deyimimle "yeterince müslüman olmamak"la yaftalanan herkes), herhangi bir yobaz kendisine kılığı, kıyafeti, eteği, saçı başı yüzünden sözle veya fiziksel olarak şiddet uyguladığında, kafasına göre din tebliğ etmeye kalktığında, kişiyi üstün vazife olmayarak yargıladığında, belki bu yazdıklarım birilerine fikir verir, umut olur.

    esen kalın...
  • geçen sene nisan ayında, bir benzerini yaşamış biri olarak sinirden köpürerek okudum olayı.. bu insanların cesareti (!), hadsizliği karşısında, sırf ateist diye birini "ahlaksız" gibi göstermeye çalışan tüm müslümanların kendi inançlarına göre cayır cayır yanmalarını tüm kalbimle istiyorum. ama aynı şekilde, bundan sonra da benzer hareketlere uğrayacak insanlar, ateist olmasalar bile, onların gözünde "yeterince" müslüman olmadıkları sürece... o yüzden başımdan geçenleri anlatacağım, sizin de başınıza geldiğinde belki bu entry size bir fikir verir.

    geçen sene nisan ayının 2. günü, atatürk havalimanı'nda, iptal edilen uçuşum yüzünden mal mal 5 saat sonraki uçuşumu beklemekteydim (zaten sonrasında thy başlığının altına döşenmiştim bir güzel). elimde telefon, sevgilime iptali haber verdim, beni merak etmemesini söylüyorum filan... nisan hac vakti midir, umre vakti midir bilemiyorum, artık hangisiyse, beyaz çarşaflara dolanmış, terlikli, eskiden "adem baba" deyu tarif edilen erkeklerle dolu. (niyeyse bu adem babalar sadece türk, istanbul aktarmalı olarak cidde'ye uçan bir çok müslüman var, evet onlar da beyaz giyinmiş, ama "ben hacıyım tağaam mıı" diye gösteriş yapma ihtiyacı duymamış olacaklar ki, normal şekilde pantolonunu, gömleğini giymiş sırada bekliyorlar. şu bir gerçek ki, bir parça kumaşa sarınmış ve altında iç çamaşırı olmadığı bilinen başka birileri ortalıkta gezinse, bu yobazlar "hiyyy, ya o örtü bir düşse, çoluğumuz çocuğumuz neler görecek, terbiyesiiiz, sen bizim ve evlatlarımızın ahlakını bozmaya mı çalışıyorsuuun!" filan derlerdi, ama kendileri, normalde hicaz'da giymeleri gerek şeyi teee havaalanında giyince hiç sorun olmuyor tabii! tekrar ediyorum, o gün atatürk havalimanı'nda gördüğüm müslümanlardan sadece türkiyeli müslümanlar cidde kuyruğunda ihramla bekliyorlardı.)

    neyse, ne diyordum, telefonla görüşüyorum, bir amca yaklaştı. bir şey soracakmış gibi kafasını uzattı, yaşlı olduğu için check-in sırasını filan bulamadığını düşündüm, telefondaki sevgilime "bir saniye canım" deyip, "buyur amca?" dedim adama. "sen utanmıyor musun böyle gezmeye? ne bu eteğinin boyu? başın da açık, bacağın da açık, cayır cayır yanacaksın kafir!" diye gürledi herif bana. dondum kaldım, resmen kan beynime sıçradı, adam benim kıyafetime bir bakışla beni yollu mu ilan etmedi, namussuz mu ilan etmedi, cezamı kesip cehenneme mi yollamadı! telefona "ben seni arayacağım birazdan" deyip kapattım ve bas bas bağırdım "sen kendini ne zannediyorsun, sana mı kaldı beni yargılamak!" diye. herif yürümeye başladı, bağırıyorum, "poliiis, polis yok mu polis" diye, sinirden kudurmuş haldeyim, bu ne hadsizlik aklım almıyor! hadi ateisti geçtim, ben hristiyan da olabilirim, musevi de olabilirim, ama yok türkçe konuştuğumu duydu ya, nasıl olur da müslüman olmam?! nasıl olur da eteğim kısa, başım açık olabilir?! bu memleketin %99,9'u müslümandır, kalanı da keseriz, öldürürüz, tehdit ederiz zaten! adam işte bu kafanın yürüyen hali!

    kafamı toparladım, ileriden geçen iki güvenlik görevlisine koştum "bana yardım edin" diye, polislere telsizle ulaştılar. üst arama noktalarında polisler var ama yerlerini terkedemiyorlarmış, devriye gezen polis lazımmış. iyi de nerede o devriyeler? diyorum "acele edin adam gözden uzaklaşmak üzere, kaybedersek bir daha nasıl bulacağım?". "bekleyin gelecekler" diyorlar. (biri bir şeyinizi çalsa unutun yani, koskoca havaalanında 5 tane devriye, bulacaksın da derdini anlatacaksın pehhhh). güvenlik görevlileri polisi beklerken herifin peşinden koştum "niye kaçıyorsun? bari söyledin bir söz, beklesene polisleri" dedim. "senin polisin bana bir şey yapamaz" diye büktü dudağını, sinirden delirmek üzereyim, ölür müsün, öldürür müsün! baktım cidde check-in sırasına girdi, "tamam" dedim, "yeri belli artık", döndüm geri, bekledim polisleri. polisler geldi, olayı anlattım, karakola gitmek istediğimi söyledim. "emin misiniz?" dediler şaşkın şaşkın, süreci anlattılar, "zaman alacak, uçağınız kaçmasın?" dediler (ama "gitmeyelim" gibisinden değil, bilgilendirme amaçlı olduğu belli olan şekilde söylediler, haklarını yemeyeyim şimdi). dedim "5 saat var uçağıma, çok da eminim, gidelim." gittik cidde sırasına, adama "hakkınızda şikayet var, bizimle karakola kadar geleceksiniz" dediler.

    ahhhh, ah o anda az önceki müslüman cengaverin bir anda paçaları tutuşmuş yüz ifadesini bir görseydiniz! içimin yağları eridi, eridi! o ifadeyi görmek bile yeterdi inanın! "benim uçağım var gelemem bana ne" filan demeye kalktı, "gelmek zorundasınız" deyip sıradan çıkardılar. ben biraz geride duruyorum, bir kadın geldi yanıma, "sizi de mi rahatsız etti?" dedi, "aaa siz de mi?" dedim. "evet, ama boşuna uğraşıyorsunuz, polisler de bunların yanında, hiçbir şey olmaz ki" dedi kadın, omzunu silkti. dedim "keşke siz de gelseniz de ifade verseniz, daha güçlü kanıtlar olurdu", ama biliyorum ki herkesin uçuşu iptal edilmiş değil, zorlayamam ki kadını...

    neyse, adamı aldılar, havaalanı kapısının önünde polis otosu bekliyoruz. amcanın paçaları tutuşmuş, "yapmayın etmeyin" modunda, "ettiniz bir laf, şimdi bir zahmet geleceksiniz" dedim (hala siz diye hitap eden kafama tüküreyim!) herif ne dedi peki? "burası türkiye, burası özgür bir ülke, iki laf ettim diye beni karakola götüremezsiniz!"

    inanın bana, eğer bir insana yumruk atacağım an varsa, o da o andı! herife bak, kendisi beni taciz ederken, benim kılık kıyafetime laf edebilirken, eteğimin boyuyla namuslu olup olmamam arasında bağlantı kurabilirken "müslüman bir ülke"deyiz, ben nasıl utanmadan öyle gezerim (hayır taciz sadece "cinsel taciz" demek değildir, rahatsız etmek anlamında "taciz" diyorum burada) ama ben onu şikayet ettiğimde "özgür bir ülke"deyiz, nasıl şikayet ederim? müslümanların hepsini zan altına almak istemiyorum, ama hani "müslüman ikiyüzlülüğü" denen bir olgu var ya, sevgili müslümanlar, işte bu lafı bu adam gibi ikiyüzlülere borçlusunuz.

    neyse, dağıtmayayım, karakola gittim, ifade verdik ayrı ayrı, sonra havaalanında kameralar olduğunu bildiğimi, görüntüleri bulabileceğimi söyledim, zira check-in sıramın c-1 filan olduğunu, o kontuarların yan tarafındaki banklarda oturduğumu, o esnada telefonla konuştuğum için arama saatini bularak olayın hangi zamanda cerayan ettiğini bulabileceğimi söyledim. kamera izleme odasına çıktık, ilgili kontuarı gören kameraları seçtiler, telefondan arama saatine bakıp zamanı söyledim, bingo! görüntüleri bulduk. ben sakin sakin otururken adamın bana yaklaştığı, sonra yürüdüğü, benimse o giderken ayağa fırlayıp koşuşmaya başladığım görülüyor. (ah bir de ses olaydı ahhhh!) cd'yi hazırladılar, dosyama eklediler, "bundan sonrası savcının işi" dediler.

    belirtmeliyim ki ifademi alan polis memurunun bir çok cümlesini düzeltmek zorunda kaldım. akıllarına geldiği gibi yazıyorlar, eğer ifade veriyorsanız, düzgün yazdırdığınızdan emin olun. sonrasında başka bir polis memuru, yazılmış ifademi okuyarak sourlar sordu, en sonra da amirleri geldi, bir de ona anlattım. her anlatışımda, polislerin gözünün etek boyuma kaydığını görüp rahatsız olduğumu belirtmeliyim, adeta "hak'katen o kadar kısa mıymış ki?" dercesine baktıklarını söylemeliyim. sanki kıçımın tepesinde etek giysem haksız olacakmışım gibi... sanki o herif için yere kadar uzun olmadıkça, hatta başım açık oldukça çok da fark edecekmiş gibi... bunun ne kadar sinir bozucu olduğunu anlamayı size bırakıyorum...

    o adamı benden önce çıkardılar sanırım, çıkarken görmedim. muhtemelen uçağına yetişmesi için ellerinden geleni yapmışlardır, zaten uçuşuna temiz bir 3 saat vardı adamın, erken geliyorlar ya genelde... çıkarken ilk yardım eden iki polis memuruna sordum "şimdi hiçbir şey olmayabilir değil mi, savcı da bunlardansa davayı hiç açmayabilir, takipsizlik kararı verebilir değil mi?" polisler şaşaladı, "yani takipsizlik filan, siz de biliyormuşsunuz zaten, olabilir, bundan sonrasında bizim bir etkimiz yok" dedi biri. sonra üzüldü mü nedir halime, ekledi, "ama siz doğrusunu yaptınız, en azından bir dahaki sefere iki kere düşünür, keşke herkes ifade verse, peşini kollasa" filan dedi. ne diyeyim, "hıhı" dedim yürüdüm.

    bir kaç ay sonra, eve celp gelmiş (bir süredir yurtdışında yaşıyorum ben), nisanda olan olayın ilk görüşmesi aralıktaydı. avukat arkadaşıma dilekçe vermiştim, hem yurtdışında olup gelemeyeceğim, hem de işin peşini bırakmak istemediğimi de hakime anlatmış, zaten ilk duruşmada bir şey olmuyormuş, 2. duruşmaya gideceğim önümüzdeki nisan ayında. avukat arkadaşım, savcının davayı açmasına sevindi, "herhalde görsel kayıt varken açmamazlık edemedi" diye düşündük. adama ceza aldırabilir miyiz, delillerimiz buna yeter görülür mü bilmiyorum. tek bildiğim, orada bile korkudan tutuşmuş halde olan herifin evine celp geldiğinde yaşadığı tırsmayı hayal edebildiğim ve açık söyleyeyim, bundan çok da memnun olduğum gerçeği... 70'ini geçmiş birini bu saatten sonra ben nasıl yontayım, zaten derdim yontmak da değil. bahsedip durdukları o "hoşgörü"den bir parça nasibini alamamış bu adamların bizi rahatsız etmesini engellemek istedim sadece, korksun ve zehirli dilini ağzının içinde tutsun yeter, cümleleriyle beni zehirleyemesin, giydiğim kıyafet yüzünden kendinde benim canımı sıkma hakkı görmesin yeter... avukatım ayrıca tazminat davası açabileceğimizi de söyledi, ama o herifin tek kuruşunu istemem, bana ne...

    şimdi bu yazdıklarımı okuyup n'olur biraz düşünün, kendisine "gerçek müslüman" diyenler. bir solcu, görüşüne yakışmayan bir şey yaptığında "gördük sizinkileri, solcuydu ama rüşvet almış/bir kızı ellemiş/bla bla yapmış" diye çullanıyorsunuz, hem de mesela o eylemi sonucunda örgütünden atılmış, yani örgütünce -olması gerektiği gibi- cezalandırılmış olsa bile... fakat bir müslüman, kendisince "inancı gereği" olduğunu düşündüğü iğrençlikleri (evet, benim için bunlar "iğrenç") yaptığı zaman ve biz bunları söylediğimizde "müslüman düşmanı" oluyoruz, ateist, hristiyan, musevi, budist, deist ve sair insanlar, müslümanları eleştirme hakkına sahip değil, anında "düşman" etiketi giyiyorlar. oysa ki, "gerçek müslümanlar"ın (artık her kim ise onlar) bir görevi de bu gibi herifleri dışlamak, adli yolların dışında sosyal olarak da cezalandırmak olmamalı mı? bu adam sizce o gün havaalanında önüne gelen her başı açık kadını "cehennemde yanacaksın cayır cayır" diye tehdit ettiğinde, onun ölçülerince "kapalı" giyinmediği için "namussuzlukla" suçladığında, çevresinden bir allah'ın kulu "sen ne yaptın? senin ne haddine yargılamak? her koyun kendi bacağından asılır, günah işlediyse de bunun için onu yargılayacak olan allah'tır" demiş midir? zannetmiyorum. yüksek ihtimal kendisine "mücahit" gözüyle bakmışlardır, adam olur da ceza alırsa "islam yoluna ceza almak"la filan bile iftihar edebilir.

    biliyorum biliyorum, "gerçek islam bu değil". o zaman "gerçek müslümanlar" nerede peki?

    dip not: benzer durumlarda lütfen vaktiniz varsa karakola gidin, ifade verin, kamera kayıtlarından bulun buldurun durumu. çağırdığınız polisin size yardım etmediği bir durum olursa onu da belgelemiş olursunuz. "uğraşmak istemiyorum" diyebileceğini biliyorum, ama uğraşırsanız inanın en azından "elimden geleni yaptım" diyebilirsiniz ki, çok rahatlatıcı bir durum, kendimden biliyorum.

    davanın sonucu olumlu, merak edenlere ateist part 2: #33337943
  • iclerinde bo$luk falan yoktur aksine ateistler muminlere gore daha doludur. cunku onlar hayatla ilgili sorularini basit cevaplara indirgeme luksune sahip degillerdir. haliyle varolu$ sebeplerini rasyonalize edemezler. her ortaya ciktiginda oldukten sonra yokolacagini bilmenin ya$amsal icguduleriyle carpi$masindan dogan depresif ruh halleriyle de mucadele etmek zorunda kalirlar.

    oysa ki din bizim varolu$sal kaygilarimizi ya$am dongumuzden soyutlayan bir ara bolmedir. hayatla ilgili cozemediginiz $ey mi var, atin dine, allah bilir. her sifat gibi etiketleme ve gutmeye kurban gitmedigi surece de guvenlidir.

    bizim toplum olarak dini sadece bu amacla kullanip, ickisiydi kumariydi karisiydi be$ vakit namaziydi pek takmiyor olmamizin sebebi de tek derdimizin aidiyetin yumu$ak pembe tasmasini takmak, ondaki huzurun bize yetiyor olmasidir.

    (bkz: ignorance is bliss)
    (bkz: hayati cozmek)
  • akla ve mantığa göre, inanmadığı bir dinin tehditleriyle korkutmanın anlamsız olduğu kişi.

    "kişiyi dahil olmadığı bir inanç sisteminin tehditleriyle yönlendirmeye çalışmak abesle iştigaldir." akıl fikir, 3263
  • "kâfirle dostluk etmek ya da herhangi bir şekilde iletişim kurmak... islâmiyette hiçbir şekil ve koşulda yeri olmayan vaziyet."

    ulan hıyar, ateistlerin okuyacağı yerde yazma o zaman. ne iletişim kuruyorsun?
  • ahlaki değerleri, yardımseverliği ve vicdanı kendiliğinden gelişmiştir, ahlaklı olmak için dini baskılara ihtiyaç duymaz, canlıya verdiği değeri yaratandan ötürü değil, yaşama saygı duyduğu için verir.
  • bunlardan biriyim ve bir şey sanırım içimde hep ukte olarak kalacak: benim ateist olduğumu anladığım bir an hiç olmadı. onun yerine insanların ateist olmadığını anladığım bir an oldu. ilkininin hikayelerini dinlemek hep hoşuma gitmiştir, bakalım ikinciden bir hikaye çıkacak mı:

    durumumun sebebi belli; çocukken kimse bana tanrıdan bahsetmedi. aile büyüklerimiz dolayısıyla duaya namaza aşinaydım, çok da eğlenceli bulurdum. ama bana bir öğretide bulunulmadı. ben de uzun bir zaman boyunca, duaları, ilahileri, hadisleri ya da her neyse, bir tür gelenek görenek olarak gördüm. ben masal dinlemeye, kitap okumaya bayılıyordum. büyüklerin de bu tür şeyleri sevmesi benim için tam anlamıyla doğaldı.

    sonra bir gün ilk defa, türkçe konuşarak ve tüm ciddiyetiyle allahtan bahseden bir adam gördüm tv'de. bendeki ampul o sırada yandı. bu adam o hikayeleri dinlemeyi ve okumayı sevmekle kalmıyor, onları gerçek kabul ediyor olabilir miydi? anneme sorduğumda olumlu yanıt aldım, adam allaha inanıyordu. yani gerçekten olduğuna mı? -evet. -nasıl yani? -birçok insan allaha inanır. -konuştuğuna, bu şeyleri söylediğine mi? -evet.

    neyse işte, kısaca bayağı şaşırmıştım. önce bütün akrabalarımızı, sonra diğer tanıdıklarımızı saymaya başladım. o inanıyor mu? şu inanıyor mu? çoğunun cevabı olumluydu, bazılarının ise "eh işte"ydi.* iki kişi konusunda ise annemin ağzını bıçak açmıyordu: kendisi ve babam. çocukların, anne-babaların görüşlerinden fazla etkilendiğini, kendi kararımı büyüyünce kendim vereceğimi söylemişti. cevap almak için yapmadığım şey kalmamıştı sanırım. üstelik yanılıyordu. bana göre bu bir "görüş" meselesi değildi ve annemin "görüşünden" etkilenme tehlikesiyle de karşı karşıya değildim. görünüşe göre ben çoğu insanın bilmediği bir şeyi biliyordum ve bu gerçeği bilen tek kişi olmak bana çok ağır gelmişti. keşke annem de bilseydi. derdim buydu. ama o iki tarafa da toz kondurmuyordu.

    ben yine de kısa bir süre sonra, herhalde yaşadığım en sürreal deneyimlerden biri sonucunda cevabımı aldım. alışverişteydik, dükkan sahibi tonton amca beni sevmiş olacak, biraz takıldıktan sonra "en büyük kim?" diye sordu. galatasaray olduğunu söyledim. gülümseyerek hayır dedi, eliyle yukarıyı gösterdi, en büyüğün allah olduğunu söyledi. bence allah yok dedim.* annemin "a aaaaaa ne kadar ayıp" diyerek beni kolumdan çekmesi sebebiyle adamın yüz ifadesini görmüş değilim. ama sonradan din derslerinde, şeytanın insan suretine bürünebileceğini okuduğumuzda, adam acaba beni şeytan sanmış mıdır diye düşündüm hep. korku filmlerindeki küçük kız resmen.

    sonuçta bir güzel azar yedim. tamam, o da inançsızdı*, ama bu ulu orta söylenecek bir şey değildi. bu tepkiye inanılmaz kızmıştım. adam bana gülümseyerek "var" demişti, ama ben ona gülümseyerek "yok" diyemezdim. düşüncemi mümkün olduğunca az paylaşacaktım, illa paylaşmam gerektiğinde ise "yok" değil "inanmıyorum" diyecektim. bunun nasıl bir fedakarlık olduğunu anlamak için, bundan sonra "şirinlere inanmıyorum" demeniz gerektiğini düşünün. görememenizin bir önemi yok, yeterince iyi bir çocuk olunca görebilenler var ne de olsa.

    sonuçta fildişi kulemden ayrılıp okula başladıktan sonra durumun ciddiyetini iyice kavradım. annemdeki anlayışlılık ona hastı, gerçek dünyada öyle bir anlayış yoktu. çoğunluğa saygı göstermem lazımdı, azınlık olarak saygı beklemem değil. ben de "eh işte" olmak istedim bir ara, olmadı.

    bununla birlikte, insanları inanan ve inanmayan olarak değil, beni inandırmaya çalışanlar ve çalışmayanlar olarak ayırmaya başlamam da uzun sürmedi. işe bakılırsa inananların çoğu benden pek de farklı değillerdi. en basitinden, iyilik yapmak onların da içinden geliyordu, sadece bazılarının içindeki cehennem korkusu, bunu fark etmelerine izin vermeyecek kadar ön plandaydı. ilginç şekilde, anlayışlı, geniş görüşlü ve mantıklı olmanın da dini mezhebi yoktu. inanmadığım bir şeye saygı duyamazdım tabii, ama inanç sahiplerine saygı duydum, inançlarına ise saygı "gösterdim".

    bugün ise bu konuyla ilgili felsefi tartışmalar ilgimi minimum seviyede çekiyor. bana göre ortadaki yine azınlık/çoğunluk meselesi. hayalim bir gün herkesin ateist olması ve çoğunluk haline gelmek değil. hayalim bir gün azınlıkların insan sayılması ve ortada hiçbir kanıt yokken, çoğunluk kabul ediyor diye paramızın diyanet işlerine, çocuklarımızın da zorunlu din dersine gitmemesi.

    -böylece hiç anlatmadığım bir dolu şey anlatmış oldum. cumartesi gecesi evde oturmaktan mı, yoksa ailevi bir kriz sırasında bizimle kalmaya başlayan, pek türkçe bilmeyen yardımcımızın bir yehova şahidi olması, bana önce kitap hediye etmesi, "hoş" dediğimde toplantılarına çağırması, gitmemek için direttiğimde ise durumu çakması, dinimi değiştirebilmem için önce herhangi bir inancım olması gerektiğini bildiği için arada elinde sözlükle odama girip "iki tane gözün! iki tane bacak! nasıl???" filan demesinden mi bilmiyorum, çok sıkılmışım.-
  • köpüğü var edenin deniz olduğunu bilen kişi.
  • yil oldu 2011, hala "bulutlari yarip, dramatik giris yapmaya calisan yaratici" imajinin modasi gecmedi. rammstein konseri gibi, alevli yildirimli gokgurultulu ozel efektler olmadan gelinmiyor. gunluk guneslik havada gelinse? yilin 365 gunu gunesli ekvatora gorunurken oyle ciliz kalacak ki, 3000 senelik bekleyise degmez, 13.7 milyar yila hic degmez.

    bir de niye gokten iniliyor mutemadiyen? yerden cikani, mantar gibi biteni yok mu? sessiz sedasiz yanimizda materyalize olani? peygamberler illa daga cikacak, goge yukselecek, uluslararasi uzay istasyonuyla ayni yorungede takilan yaraticilarla toplanti yapacak.. uzaya hubble teleskopunu dikeli 20 sene olmus, varsa yoksa karadelik, supernova, ama peygamberler 100 metrelik tepeye cikinca yaraticilarin sesini daha bir surround sound kalitesiyle duyuyor, meleklere taksi fazla yazmiyor.

    zamane ufurukculerinin hayalgucleri kit diyecegim ama budizmde yok oyle seyler, agac altina yatiyor adam, oturdugu yerden evrenin sirrina ulasiyor. demokraaaatik din boyle olur, ulasimi ve dagitimi kolay, herkesin bir agaci var nasil olsa. herkesin bir popisi de var.

    rasyonel insan, yer gok yarilirken icinden cikan ak sakalli ihtiyarin gercek olmasi ihtimalinin, kafayi usutmus olduklari ihtimalinden daha az oldugunu dusunen insandir. bronz cagi cocuk masallariyla yetistirilmislerin, supheciligi bir zayiflik olarak gormeleri dogal. inanc sozkonusu oldugunda, aklin mantigin suphenin sorgunun yeri yoksa, ve hatta bunlar dalga gecilecek seylerse, napolyon olduklarina cani gonulden inanan tum vatandaslari saliverelim akil hastanelerinden ve majestelerinin ayaklarina kapanalim.

    ateist/agnostik/antiteist ve cesitli kirmalar, suphecilige daha yakin olduklarindan, kendilerinden bile suphe edebildiklerinden, dogruya da daha yakindirlar.

    edit: ozet geciyorum: bik bik bik.. yasasin kemalizm. bik bik. descartes, iyisin hossun babamizsin ama o zayif ontolojik argumanin 400 sene dayanamazdi zaten, bik bik. al sana bombe: http://www.positiveatheism.org/faq/descartes.htm
hesabın var mı? giriş yap