• gecenin köründe gelen bir telefonda "abla beni al, başım belada" diye kurulan kısa bir cümle sonucu müdürüme mesaj atmamla birlikte yataktan fırlayıp 3 saatte istanbul'dan ankara'ya ulaşmam ve tüm ev eşyalarını sabaha karşı arabaya taşımamla birlikte kardeşimi eve getirmem. ya da en küçük kardeşim üniversite de kara sevdaya tutulup kıza açılamadigi için akan gözyaşlarıyla kahrolmam ve bir yaz günü ta zonguldak'a kardeşimle gidip kızı bulup kavuşmalarını sağlamam en basit örneklerdir sevgiye dair. hayatınızı düşüncesiz davranışlarla ne kadar zora sokarlarsa soksunlar, abla dedikleri anda iki eliniz kanda da olsa da her zaman yanlarında olmaktır ablalık. bazen anneden de öte olabilmektir.
  • üç ablam var ama biri benim için bambaşkadır. anne rolünü hep o üstlendi.
    ismimi koymakla başlamış yanımda olmaya, hep yanımdaydı.
    çok afedersiniz ama götümü toplamak hep ona kaldı.
    liseden atıldım, annem çıldırdı. önce saldım kendimi, aman okuyup napacaksam kafasıyla. sonra sıkıldım, açık liseye yazılmak istediğimi ilk ona söyledim. hemen halletti.
    lise bitti, üniversite okumak istiyorum diye tutturdum. dershaneye yazdırdı, kazandım. şehirdışı kazandım, harçlık yolladı.
    mezun oldum, evlendim, işi bıraktım, çocuğum oldu. abla diye her seslenişimde elini uzattı.
    oğlum tanı aldı, ben psikolojik ve zaman zaman fiziksel şiddete dayanamayıp boşandım. çocuk özel eğitim almalı kararı çıkınca yine yanımda oldu. eski eşim evi satmak istedi, evimi aldı.
    hep kendimi piçlerin savaşındaki jon snow gibi görürüm, ablam ise vadi şövalyeleri. ne zaman köşeye sıkışmış, çaresiz ve yolun sonuna gelmiş hissetsem ablam gelir ve sorunu çözer.
    ailemden en sevdiğim insan ablam.
  • annesinden 16 yaş küçük olan ablanın, kendinden 19 yaş küçük erkek kardeşi olduğunda kardeş - evlat karışımının yaşattığı çığırsız sevgidir.

    her belaya sokar insanın başını. çocuk yetiştirirken dikkat edilmesi gereken noktalara uymayan anne babayı kınayıp, çocuk denip geçmemeleri gerektiğini, büyüdüğünde de davranışlarına aynı tepkiyi bekleyeceğini, şımarmaması gerektiğini söyleyip, '' doğur birtane o zaman görücem ben seni, şimdi böyle gaddar konuşmak kolay'' laflarına kulak tıkarken birde bakmışsın ki onlardan beter olmuş, imtiyazın alasını vermişsinizdir ona.

    hastanede 2 ay gelişini beklemiş, ilk bıcısını yaptırmış, agusunu duymuş, mamasını yedirirken ''hepsini yemesede bana kalsa'' diye gözünün içine bakmış, dişleri çıkarken kaşımasına yardımcı olmuş, ''abba'' dediğinde dünya durmuşşsa; can istese verilmez mi ona. seneye okumayı öğrenip doğumgününde (bugün) ablasının dizdiği methiyeleri okusun diye günlerin su misali olması istenmez mi...

    abla bu kadar severken canından can veren, acısını çeken nasıl sever? o sevgi mi, ötesi midir? o nasıl bir duygudur diye düşünmekten alamaz insan kendini.
  • kardeşime;
    tam bir çeyrek asır önce bugündü senin aramıza katılışın. annem sana hamileyken, kırmızı çiçekli bir elbise dikmişti kendisine. artan kumaşlardan da bir tane bana. abla olacaksın artık sen, kardeşini güzel karşılayalım di mi demişti. annemin karnının büyüyüşünü falan tam net hatırlamıyorum ama denize gitmiştik sen 5-6 aylık falandın herhalde. ben kaybolmuştum kumsalda. etrafımda bir sürü çıplak insan vardı ve ben tüm sahili defalarca turlamıştım. ben onları göremiyorsam, onlar beni görürler diye. sen beni görürsün anneme tepikle haber verirsin diye. annem o gün neredeyse doğuracakmış seni erkenden, hep öyle der. sonra bi el tutmuştu nerelerdesin sen diye, acaba seni mi kıskandım da kayboldum yoksa hep şapşal biri olacağım o zamandan mı belliymiş... annemin karnı kocamandı, sen ordaydın.
    zaman nasıl geçti bilmiyorum bigün dediler biz hastaneye gidiyoruz, sen mualla teyzenlerde bi gece kalacaksın sonra sana kardeş getireceğiz dediler. tamam dedim heyecanla seni beklemeye başladım. vay be 25 sene önce bu günlerde seni bekliyormuşum ben de küçük bi kız çocuğuymuşum. sonra bi geldin sen böyle, ellerin gözlerin yumuk yumuk, bi güzel bi tatlı böyle mavi tulumların içinde bir tosuncuk, saçlar resmen punk, hepsi diken diken dikilmişler ama yumuşacıklar. ellerin, yüzün, ayakların, göbeğin o kadar yumuşak o kadar güzel kokulu ki. gözlerinin için öyle bir gülüyor ki, o kadar güler yüzlüsün ki, gülen bebeksin. abla oldun dediler bana, oturttular 80lerin kadife koltuğuna kucağıma koydular seni. yanakların gözlerini sıkıştırıyor gibiydi, çinli gibiydin, yumuk yumuktun işte. bi kokladım seni, sana bi sarıldım ki, o an işte - ne annemin karnındayken ne abla oluyosun dediklerinde, hiç bişi- işte seni ilk gördüğüm, ilk kokladığım o an geldi oturdu bu sevgi içime. ne çıkartabilir ki bunu
    ne biçim kafa çektik beraber, ne biçim küfrettik televizyon izlerken falan, ne biçim dans ettik abla kardeş, sevgili sanmadılar mı bizi.
    kavga ettik, itiştik, kakıştık, birbirimizi annemize ispiyonladık, ne oldu. hiç bişi. büyüdük yine bu sefer seviyeli, entel kavgalar ettik küstük mü birbirimize, iki dakka içinde unutuldu. işte hep o an yüreğime konan sevginin yüzünden. senin o yumuk gözlerindeki gülücükle bana abla diyişin yüzünden.
    sen 25 yaşında koca bir adam oldun belki ama benim için her zaman küçük kardeş olarak kalacaksın. ben seni hep seveceğim, seveceğim... iyi ki doğdun canım kardeşim. iyi ki varsın en eski oyun arkadaşım.
  • karşımda oturuyorsun, uzatıyorum bacaklarımı ve yer bulamıyorum ayaklarıma senin dizlerinden. öperken boğuyorsun beni, sarılsan kemiklerim acıyor resmen. üstüme abanıyorsun ya şevkle bir şeyleri anlatırken, dinliyorum mu sanıyorsun seni, gözlerin nasıl da gülüyor, nasıl da heyecanlısın... hangi ara büyüdün bu kadar? trende karşı koltuğa uzanıyor dizlerin, bugün fark ediyorum bunu. oysa doğduğun günü bugün gibi hatırlıyorum

    kıskanç diyorsun ya bana * nasıl kıskanmayayım allasen, nasıl korkmayayım büyüyorsun diye, yahu sen hangi ara büyüdün bu kadar?

    yıllar beni yıkarken seni inşa ediyor. benim ömrüm düştükçe sen yükseliyorsun... ablaların kardeş sevgisi yok mu; insan canından koparmak istiyor kardeşine yapıştırmak için sağlığı, iyiliği, mutluluğu, sevinci, şansı, kariyeri her şeyi işte, sende olan her şeyi koparıp vermek istiyorsun o'na. bakıyorsun gözlerine, yüreğin titriyor.
  • 18 sene aynı evdeydik, bucak bucak kaçtım ondan...benimle gezmek istedi yanıma almadım, olmaz küçüksün dedim...iki katım oldu, kocaman oldu gözlerime inanamadım...üniversitede boğaziçine giremedim, o girdi...hem kimyager oldu, hem müzisyen, hem genetikçi...beş senede on kez görüştük ya da görüşmedik...amerikaya gidemedim, o gitti...ne yapamadıysam, ne içimde kaldıysa benim yerime yaptı, hep gurur kaynağım oldu...

    niye uzaktık seninle aramızda 10 km varken? şimdi kıtalar, okyanuslar girdi araya...bu mu gerekiyordu seni ne kadar özlediğimi anlamam için?
  • bir evin bir kızı... sütün tek sahibi, bezlerin kraliçesi, misafirlerin gözdesi... o da ne? çıktığım yerde bi irileşme mi söz konusu? neyse, bekleyelim bakalım ne olacak?
    haydaa, nereye gitti o şişlik? bi dakika yahu, evde bağıran, ağlayan, süte ortak olan, bez tüketen bi mahlukat daha var... gelen giden oluyor, hediye getiriyorlar bi de buna üstelik...

    of, bu yürümek de ayrı bi dert, denge mühimmiş... bisiklete binmek gibiymiş. bir de bu mahlukat geliyor peşimden, ama sürünerek. evde ikimizi kaynaştırma hevesi var son günlerde. ben lazımlıktayım, onun bezi değişiyor. ben yoğurtlu ıspanağımı yiyorum, onun önünde lapa var. öğlen yatağa yatıyorum, o ayakta sallanıyor, özel muamele. bana kırmızı pantolon alınıyor, ona da var aynısından ama biraz daha küçük sanki. hani sanki sürekli bir senkronizasyon söz konusu. adını da öğreniyorum artık, ona mahlukat demiyorlar. ama o benim adımı söyleyemiyor bi türlü. neyse, bekleyelim bakalım ne olacak?

    bakkala sen git kızım, o küçük... aaa kızım, n'apıyosun, o kardeşin senin, daha küçük. ısırmasana kardeşini, küçük o daha, anlamaz...
    biraz asabi bu, ama oynuyor benle yine de. ben onun arabasını sürüyorum, o benim bebeklerimin kafasını kolunu kopartıyor. bir süre böyle takılıyoruz. ama siyah önlüğüm var benim artık, bir de kolalı beyaz yakam, sırtımda da bir çanta, içinde kitap, defter, kokulu silgi, matara falan. patlak toptan e, kırık merdivenden h, yılandan s yapıp, sembolik, artistik çalışıyorum. artık ismiyle hitap ettiğim ufaklık da defterlerimi boyuyor, üstümde zıplıyor, bağırıp duruyor. ama artık onu ısırmıyorum, çünkü ablayım. 365 kere yatçaz-kalkçaz yatçaz-kalkçaz yapıyorum, sonra bi bakıyorum onun da siyah önlüğü, sırtında çantası var. aynı benim gibi... birlikte gidiyoruz aynı yollardan. yukarı bakıp, anneme birlikte el sallıyoruz. kızııım, bırakma kardeşinin elini sakın... tamam bırakmam. of koşmasana ya... artık defterlerime anlamsız çizikler atmıyor, üstüme de atlamıyor. duruldu sanki biraz... seslerimizi kaydediyoruz kasetçalara, radyoculuk oynuyoruz, dergi çıkarıyoruz ama bir tek biz okuyoruz. ben çıkıp andımızı okuyorum törenlerde, o da kooperatifçilik kolu. haftalığımız 500 lira, uzun tenefüste bi gevrek bi kola. boyum uzuyor mu ne? ama o kısa hala benden.

    hmm, büyüdüm sanki biraz, okulum da değişti. ama o sürekli peşimde. aynı okula geldi arkamdan.
    ya çıksana tuvaletten... anne ya, söyle şuna çıksın artık, servis gelcek... yedi sene geçer mi böyle?
    of, git gide de asabi bişi oldu bu. yüzünde de kılları çıktı. gitar falan da çalıyor. kafada her gün bi kilo jöle, kirpi gibi saçlar. o saçlar her sabah nasıl şekillenir soğukta?! ya anne bişi söyle ya, çıksın artık banyodan... asabi falan ama kızlar seviyor bunu, ciyak ciyak peşindeler. boyu da uzadı, benim kadar oldu. neyse, bekleyelim bakalım ne olacak?

    birden ikimiz de durulduk sanki. gidiverdim ben bi yerlere. ilk kez tek çocuk olduk galiba. hımm, sıkıcıymış, sevmedim. çocuk muyuz hala? aaa, o da gitti evden. ama yanımda değil bu sefer. neyseki odamız duruyor hala aynı yerinde, duvarlarında takvim yaprağından koparılmış resimler... benim tarafımda sulu boya bir kız, onunkinde erkek. erkek o, kız ben.

    gece nefesini dinlediğim, burnunun hırıltısından uyuyamadığım, birlikte uyandığım, banyoda kavga ettiğim, elinden tutmadan yürümediğim, koluna saat yapayım derken dişlerimi geçirdiğim, gece uyurken sallanan dişleri çekilen çocuğa ne oldu acaba? duruyor mu bir yerlerde? ben geçerken önüme atlayıp beni korkutmak için kapının arkasında mı saklanıyor yine?
    uzakta biri var şimdi, ben manikken depresifleşen, ben depresifken manikleşen, sadece telefonda konuşabildiğim, artık sadece senede bir iki kere aynı evin içinde soluduğum biri. onun içine saklandı gibime geliyo koluna ısırıktan saat yaptığım çocuk, adını uzun bir süre koyamadığım o mahlukat? eksik mi kaldım ne? neyse, bekleyelim bakalım ne olacak?
  • hiçbir kelime yeterli değil anlatmaya bu sevgiyi... kardeşiniz gittiğinde de anlatamıyorsunuz içinizdeki acıyı... bir abla için kardeşinin gidişi bir ciğer yangını...sönmeyen, dinmeyen... her an kendini hissettiren bir boşluktur yokluğu..."abla" kelimesini her duyduğunuzda gözlerinizi dolduran acının sebebi... bana "hala hislerinizi anlatabilecek, ona söyleyebilecek şansınız varken söyleyin, kardeşlerinize sımsıkı sarılın ey ablalar" diye haykırmak isteten his...
  • ablanın bebeği olduğunda "senin de ellerin böyleydi", "sen de böyle kokardın", "sen de böyle uyurdun" cümlelerini kurması akabinde "abla ilk bebeğin bendim senin değil mi?" sorunuza karşılık gelen ablanın dudak kenarındaki gülümsemeli, gözlerindeki pırıltılı cevabın sebebidir.
  • 5 yaşında bir kız çocuğu uzun zamandır keyifsiz görünmektedir. anne babanın dikkatini çeker fakat üzerine gitmek istemezler. bu keyifsizlik özellikle de yemek masasında göze çarpar. artık baba bir gün dayanamayıp sorar. “neden yemek yemiyorsun kızım sen uzun zamandır?” gelen cevap şudur; "bizim soframızın bi kenarı neden boş?”
    bir kardeş istendiği apaçık ortadadır ki bütün arkadaşlara oyuncak dağıtmak, şekerleri onlarla paylaşmak, evde başka bir çocuk olmadan yemek yememek bunu desteklemektedir. anne uzun süren tedaviler sonucunda yine bi gün doktora gider. tesadüf bu ya küçük kız da onunla birliktedir o gün. anne bir odaya girer fakat kız ne olduğunu anlayamaz ki kardeşten umudu iyice kesmiştir. anne yüzünde bir gülümsemeyle odadan çıkar. doktora bakar. doktor kıza şöyle der; “bebek gelicek.” kız o an öyle heyecanlanmıştır ki o an ne yaptığını hala hatırlamaz. gün bugündür. artık herkese bunu duyurmanın vakti gelmiştir. ev dışından herhangi bir insanla ne zaman karşılaşılsa küçük kız annesinin kulağına eğilip “bebeğimiz olucağını söliyim mi anne?” diye sorar. anne utanır önceleri ama alışır sonra.
    aylar geçer. bir kasım akşamı trt haberleri başladığı sırada anneye bişeyler olur. sırtını duvara verip yüzünü ekşitir kız çocuğu. sonra onu alıp başka bi odaya götürürler. zaman nasıl geçecek bilemez. nihayet bir teyze onu elinden tutup annesinin olduğu odaya götürür. gördüğü şey siyah saçlı küçücük bir bebektir. bebeklerin saçları olmaz ki diye düşünüp soğur bi an bebekten. sonra alışır ona. adını bile o koymuştur. yanından ayrılamaz olur. öyle ki bebeğin uyuma saatleri hiç geçmeyecekmiş gibi gelir. ne yapıp edip bebeği uyandırmalıdır ve bunu anneye çaktırmamalıdır. beşiğin yanından geçerken bebeğin emziğini çeker ağzından. “bebek ağladı!” diyerek koşar yanına hemen kucağına alır. eve gelen misafirler onu kucağına aldıklarında yanında durup bişey olmasın diye bekler. bir gün babası bu kıza büyük bir yatak alır bebek de babanın dizinde uyumaktadır. o zaman anlar küçük kız, artık küçük kız olmadığını, kocaman abla olduğunu. gurur duyar kendiyle.*
    bebek büyür yürür konuşur. çocuk olur, kıskanır, kapris yapar, evin küçük kızı olmanın tadını sonuna kadar çıkarır, ablasını üzmek pahasına bile olsa. yine de abla sever onu; saçlarını, gözlerini, burnunu. biraz büyür. ne abla tanır ne anne ne baba. ki hala hatırlamaz o dönemi. bir gün ablasına meydan okumaya başlar. tartışmalar, sandalyelerin uçuştuğu kavgalar.. evet ergenlik dönemi gelmiş çatmıştır ve abla başetmek durumundadır çünkü o daha tecrübelidir. günler böyle geçer, geçer... ve bir gün bu kız ablasına “sen olmasan ben olmazdım varlığımı sana borçluyum” der. abla ağlar. sonra, çoook sonra “yalnızım” diye bir mektup atar ablaya. annesini şikayet eder. arkadaşlarını.. her fırsatta anlatacak birşeyleri hep vardır. ayrı düştükleri başka bir gün abla yaşadığı sıkıntılardan dolayı 480km uzakta ağlarken o da telefonun başında ağlamaktadır. teselli eder ablayı. tavsiyelerde bulunur. işe de yarar hiç de yabana atılacak şeyler değildir söyledikleri. ablanın düşüncesizlik ettiği anlarda ders verir, onu uyarır. arkadaştır, dosttur, candır. tanımayanlar onu abla, ablayı küçük kardeş sanırlar.. silkiniverir şöyle gururla. silkinsindir. zaten abla onu hem daha güzel hem daha zeki bulmaktadır.
    bir gece aylak aylak salınırlarken “abla ben kendimi fazla hafife aldığımı düşünüyorum, beş para etmez insanlardan kazık yiyorum ve bir şey yapmıyorum. bana güven ver.” der. konuşurlar konuşurlar. abla hayran kalır duyduklarına. sabaha karşı kardeşin artık dünyanın birçok somut gerçeğinin farkında olduğunu anlar. çabuk büyüme sendromudur bu ama abla varken dert değildir çünkü abla ona destek çıkar, o ablanın yanında hep küçük kardeştir ve öyle kalacaktır. içler rahat uykuya dalınacakken şöyle bir diyalog geçer aralarında;
    -abla ben senin eski günlüklerini okudum.
    -nerden buldun ben bile bulamıyorum onları.
    -abla kızma ama çok salakmışsın.
    -sen oku da benim gibi salak olma işte.
    -yok zaten kuşkun olmasın. okumasam da olamam o kadar salak.

    kız kardeş yine evin küçük kızı olarak istediğini elde etmiştir. olsundur. sevilir. gurur duyulur.
hesabın var mı? giriş yap