hesabın var mı? giriş yap

  • (s=serseri,k=kız)bir arkadaştan alıntıdır:
    s-pardon bayan
    k-efendim?
    s-benimle çıkar mısınız?
    k-hayır!
    s-bravo,çok doğru bir karar,eğer evet deseydiniz yarrağı yemiştiniz.

  • bilişsel bilim zihin ve zekânın işleyişini ele alan, zeki sistemlerin dinamiklerini ve yapılarını araştıran disiplinlerarası bir bilim dalıdır.

  • kokain kullanıyormuş, kendisinin ifadesi bu. peki. gereken neyse yapılır.

    anlamadığım bir nokta var yalnız. satmak, mutlaka kullanmaya oranla daha büyük suç. satan adamı takip edip tarkan'a ve diğer işadamlarına ulaşılmış. haberde böyle. e be kardeşim, torbacı'nın bile isminin sadece baş harfleri verilirken, tarkanla birlikte içeri alınan iş adamlarının da isimleri korunurken tarkan neden diğerleriyle aynı haklara sahip değil? nezaret yerine polis dinlenme odasında kalması adil değil evet, ama diğerlerinin suçları sabit olana kadar isimleri korunurken onunkinin korunmaması da adil değil zannımca.

  • eurovision'da puan vermeyen ülkelerin turistleri bana sormayacak mı sultanahmet nerede? diye, karaköy'e yollamazsam adam değilim!

  • bugün şehirler arası otobüste biri kadın, diğeri erkek olmak üzere iki kişiyi bu dili konuşurlarken duydum. başta sorun değildi, ama zaman ilerledikçe durumdan rahatsız olmaya başladığımı fark ettim. bir zaman sonra ise artık tamamen rahatsızdım. oysa rahatsız olmam çok saçmaydı! önce, anlamadığım bir dil konuşulduğu için rahatsız olduğumu düşündüm; ama bu koca bir yalandı. italyanca ya da ne bileyim, fransızca olsaydı bu diyalog, umurumda bile olmayacaktı. sonra acı içinde fark ettim ki o iki kişinin bir şekilde bana zarar vereceklerinden korkuyordum.

    tüm yol boyunca korktum. en ufak kıpırdanmalarından korktum, tedirgin gözlerle onları izleyip durmuşum yol boyunca kendim bile farkında olmadan. her an bir patlama sesi bekledim, hatta bir canlı bombanın hedef seçmesi için ne kadar uygunuz, onu hesapladım kendimce. belki de hiç düşündüğüm gibi değildir o işler; yabancısıyım, bilemiyorum. onlarsa yol boyunca o beni korkutan dilde konuşup gülüştüler. yani her insanın yapabileceği şeyler.

    erkek olanın annesi olduğunu düşündüğüm kadın, muhtemelen kürtçe dışında bir dil bilmiyordu. belki şehrinden dışarı bile ilk çıkışıydı. eğer öyleyse ne güzel bir karşılama yapmıştım içimden ona. tüm bunları düşündüğüm için kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar çok utandım kendimden. kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar çok canım yandı hissettiklerimden. bana göre hiçbir dilden korkulmamalıydı ya, ikiyüzlülüğümden utandım.

    oysa bana tüm bu mücadele, tüm bu dökülen kan saçma, aptalca ve hatta komik geliyor. önemsemeyi reddedeli çok zaman oldu içimde olan biteni. kimse düşmanım değildir benim, ben de kimsenin düşmanı değilimdir. bunlara rağmen yine de korkuyorsam bir şeyler her zamankinden de çok yolunda gitmiyor demektir bir yerlerde...

  • hergun sanki kulagimin icinde bir stadyum dolusu insanin mac baslangicini bekleyen ugultusu gibi gurultu yapan, bazen de tanimlayamadigim bir sekilde tren istasyonlarindaki cinlamaya benzeyen sesler duydugum ve yillardir cektigim semptom.
    caresi yoktur sadece hafifletici terapiler vardir. örnegin ortamin sessizliginde kulak cinlamasi daha cogaldigindan hafif gurultulu ortamlar önerilir. evde radyonun tv nin surekli acik kalmasi gerektigi buna örnektir. gece uykularinda bu tip rahatsizliklar icin hafif muzik yada su sesi veren muzikli yastiklarla uyumak biraz iyi gelebilir. stress kulak cinlamasini daha da yukseltir bu yuzden stresten uzak kalmali mumkun oldugunca tinnitus'u kabul edip onunla birlikte yasamayi ögrenmemiz gercegini uzmanlar önerir.

  • cahit sıtkı tarancı'nın şiirinden çok yeditepe istanbul'un yusuf'unu getirir akla;

    "35 yaşındayım. daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın. ama kenarındayım, o kesin"

    çoğu yaşa musallat olan cümledir esasen. ancak kaç ortalı ki hayatlarımız?

  • evdeki saat kendi bir saat geri almış, ablam da bir saat geri almış, kimse almamıştır diye ben de geri aldım şu an aylardan temmuz.

  • içerisinde bir uzaylılar bir de insan kılığına girmiş uzaylıların bulunduğu matrix filmi. allah allah, var mı böyle bir matrix filmi, bilen aydınlatsın. imdb sayfasında filan da rastlamadım. :)

    yok eğer bildiğimiz matrix filmi ise bahsettiği, bir çok şey açığa kavuşuyor aslında. matrix filmini böyle okuyan bir insan mevcut ülkenin halini nasıl okumaz ki.

    http://www.sabah.com.tr/…lel-devlet-ve-matrix-filmi

    edit: linke tıklamaya üşenenler için. matrix filmini bugünki yazısında kullanmak istemiş sevilay hanım. cümle şu; "izleyenler bilir. hani o filmde bir uzaylılar var bir de insan kılığına girmiş uzaylılar..." neresini düzelteceksin şimdi bunun.

  • 14-20 yaş arasını beraber geçirmiştik. son 2 senesi uzak mesafe ilişkisiydi. ben okul için istanbul'a gelmiştim, o bizim memleketin üniversitesini tercih etmişti. daha önce de biraz kıskançtı ama uzak mesafeyle beraber kıskançlıkları da arttı. ali sami yen stadı hariç nereye çıkarsam çıkayım tartışma sebebiydi. erkek erkeğe meyhaneye bile gitsek "yalan söylüyorsun, yanınızda kesin kız vardır." diyecek kadar kuruntulu hale gelmişti. kafasında benim onu aldattığım senaryolar üretirdi, onun üstünden delicesine kavga ederdik. sıkıldım, boğuldum, asosyalleştim. bu konuyu ne kadar tartışırsak tartışalım "ne yapayım, kendime engel olamıyorum." deyip tartışmayı bitirirdi. birbirimizi sevsek de ikimizin akıl sağlığını düşünüp ayrılmak istedim.

    babasız büyümüştü. abisi vardı ama o da uzaktaydı, üstelik angutun tekiydi. ayrıldığımızın ertesi günü eski sevgilim şuna benzer bir mesaj çekmişti:

    "ben seninle beraber büyüdüm. garip gelecek ama senin varlığında baba, abi, arkadaş ve sevgili hepsi hayat bulmuştu benim için. hayatımdaki tek erkektin. sensiz nasıl olunur bilmiyorum. en son sensiz olduğumda daha çocuktum. ayrılık kararında haklısın, kendimi değiştiremedim ama lütfen hemen kopma benden. sensiz olmaya katlanabilene kadar iletişimde kalalım."

    ona bu kadarını borçlu olduğumu düşündüm. 8 ay boyunca dediği gibi hep iletişim halindeydik. yeni bir ilişkiye başlamadım. sonunda ikimizin de sesindeki burukluk gitti, daha neşeli konuşmaya başladık. iki eski sevgiliden, haftanın 2-3 günü konuşan iki arkadaşa dönüşmeyi başarmıştık. daha sonra benim karşıma biri çıktı. eski sevgilimi aradım:

    ben: biri var, olacak gibi. iyi bir insan. artık seninle bu kadar sık konuşmam garip kaçar.
    o: (2 saniye duraksadıktan sonra) aslında ben de aynı durumdayım. kafamda onun hakkında bazı sorular olduğu için dışarı çıkma tekliflerini henüz kabul etmedim, oyaladım biraz. senden cesaret alıp ben de bir şans vereyim o zaman.
    ben: hadi o zaman hayırlısı olsun. sen sağ ben selamet...

    benim 4 sene, onun da 1,5 sene sürecek yeni ilişkisi böylece başlamış oldu. daha sonra da iletişimi koparmadık, ayda yılda bir de olsa telefonda konuştuk, mesajlaştık. "uzun ve zorlu bir ilişkiden sonra severek ayrılan iki insan nasıl arkadaş kalır?" diye merak ederseniz; aha işte böyle kalıyor. biraz zor ama imkansız değil.

    taa seneler sonra memlekette bir araya geldik yine, kahve içip muhabbet ettik. bir ara benden sonraki sevgilisinden neden ayrıldığını sordum. mesele yine kıskançlıkmış ama bu sefer taraf değiştirmiş. eleman "etek giyme, şu adamla konuşma... başını örtsen olmaz mı?" falan diye ısrar etmeye başlayınca ayrılmışlar. istemsizce güldüm, "anladın mı ne çektiğimi?" dedim. sessizce başını salladı. anlamış.

    not: ulan unutulmayan sözler diye girdik. komple hikayeyi anlatıp çıktık. anlatasım varmış demek ki.

    edit: "sonra noldu, şimdi beraber misiniz?" mesajlarına istinaden; hayır, yaş oldu 31, bu konu çok geride kaldı. 3-4 yıl öncesine kadar birbirimize doğum günü kutlama mesajı atardık. sonra onu bile unuttuk. şu anda iki yıldır devam eden, evliliğe giden ve aşık olarak başladığım bir ilişkim var. ondan önceki 9 yılda da hayatıma girip çıkan birileri oldu tabi. hayat kaldığı yerden devam ediyor.

  • benim bir evliliğim vardı; aslında dünya tatlısı bir kadının birlikteliğimizin uzun bir döneminde beni gerçekten çok sevdiği, gözümün içine aşkla baktığı tutku dolu bir şeydi. nasıl bu kadar şanslı olabildiğime inanamazdım.

    birbirimizin bedeninde yaşardık biz. sabaha kadar hiç ayrılmadan sarılarak uyuyan insanlardık. aslında hep kolum ağrır ve uyuşurdu ama ben çekmezdim hiç, çekmek aklıma bile gelmezdi. keyif alırdım bundan. televizyon izlerken bile neredeyse benim üstümde yatardı mesela, bana sarılmadan film izlemeyi reddederdi. tek başına yatağa gitmezdi hiç, hatta ne zaman uykum yok desem gerekirse kavga çıkarır bir şekilde beni o yatağa getirirdi, uyuyamazdı bensiz. uyumadan önce kafa kafaya verirdik, benim verdiğim nefesi o alırdı, onun verdiği nefesi ben alırdım. birbirimizin nefesi olurduk.

    benim bir evliliğim vardı; sabahları işe hep geç kalırdık. tüm gece sarılıp uyuduktan sonra çıkamazdık yataktan bir türlü, öyle tatlı gelirdi ki ayrılamazdık. sonra işe geç kalacağız diye panikler kavga etmeye başlardık. ben kavgadan dolayı gergin görünürdüm ama içten içe hep gülümserdim bu yüzden, fark etmezdi. panikti zaten hep, hemen heyecanlanır ve acele edeceğim diye daha fazla vakit kaybederdi.

    benim bir evliliğim vardı; eşim olmadan bir şey yaptığımda veya bir yere gittiğimde eksik hissederdim. o yanımda olmadığında geri kalan her şey eksik kalırdı, tat vermezdi. mutlu olabilmenin ön şartıydı benim için; dünyanın en eğlenceli şeyi bile onsuz yetersiz kalırdı. tamamlayıcı parçam, diğer yarımdı benim.

    benim bir evliliğim vardı; öyle güvenirdim ki ona. ne sevgisi ne de sadakati için o uzun yıllar boyunca bir an bile şüphelenmedim. o da bilirdi beni, gözümüz arkada kalmazdı hiç. zaten benim için dünyanın en güzel kadınıydı, fiziksel kusurları o kadar tatlı gelirdi ki bana, kepçe kulaklarına aşıktım mesela anlamazdı.

    benim bir evliliğim vardı; sorumluluk paylaşabildiğimizde birlikte bir şeyler yapmaktan çok zevk alırdık. kavgalı olmadığımız zamanlarda mutfağa birlikte girer harikalar yaratırdık mesela. temizlik konusunda çok kavga ederdik ama; beğenemezdi bir türlü.

    benim bir evliliğim vardı; şu hayattaki en büyük zevkim onun neşeli olduğunu görmekti. "ceylan gibi sektiğinde.." derdim ona, işte o zaman dünyalar benim oluyor. o neşeli olduğunda yaşadığımı hissederdim, onun neşesi kadar mutlu edemedi hiçbir şey beni tüm hayatım boyunca.

    benim bir evliliğim vardı; babamı kaybettiğimde limanım olmuştu benim eşim. bu kadar zaman geçti, hala sadece onun yanında ağlayabildim mesela. artık babam için ağlayamıyorum tek başıma.. "büyük adam" olmak zorunda hissetmediğim tek yerdi onun kolları. benimle birlikte ağladığında hafiflerdi acım. güvenirdim ona.

    bunlar sadece bir kısmı, daha binlerce güzel şey anlatabilirim. biz bir zamanlar birbirimizi gerçekten çok sevdik. iki değil, bir kişiydik. birbirimizin nefesiydik.

    ama benim evliliğim yukarıdakiler gibi mükemmel şeylerden ibaret değildi. bir zaman sonra çok kötülük ettik birbirimize. kavga ettiğimizde çok kırdık birbirimizi, utanılacak şeyler yaptık ve söyledik. egolarımız ve intikamlarımız önüne geçti sevgimizin. en sonunda kötülüğün sevgiden bile güçlü olduğunu öğrendik. güzel şeyler önemsizleşti, elimizde kin kaldı sadece. faturalar kesmeye başladık birbirimize.

    en temiz duygularla seven, gerçekten birbirine aşık iki insandık bir zamanlar ve ne yapıp edip bunu mahvetmeyi başardık. artık sebepler, gerekçeler ve bahaneler önemli değil. acı gerçek şu ki; her şeye rağmen kaybettik. artık "eş" değiliz, birbirimize nefes değiliz, yabancılaşmaya başladık. sonunda anladım ki artık beni sevmekten vazgeçmiş. canı sağ olsun; insan isteyerek aşık olmuyor ki isteyerek bundan vazgeçsin, kimsenin elinde değil.

    itiraf kısmı ise şu; ben öyle sevmişim ve öyle güvenmişim ki onun beni sevmekten vazgeçtiği, nefeslerimizin birbirimize ait olmadığı bir senaryoyu aklımın ucuna bile getirmemişim hayatım boyunca. şu anda hiç tecrübe etmediğim, daha önce aklımdan hiç geçmeyen bir şeyi yaşıyorum. çocukluğumuzdan beri, insanın aşık olabileceği ilk yaşından beri seviyorduk biz birbirimizi, var mı ötesi?

    ama işte sonunda anladım ki öyle veya böyle, şu veya bu sebeple; uzun uzun anlattığım bu kadın artık bana ait değil. benim bildiğim, özlediğim ve sevdiğim kadın; şu anda aynı isimle tek başına nefes alabilen kadınla aynı kişi değil. benim eşim, bana ait olan nefesim ölmüş.

    boşanmaya karar verdiğimizde değil; boşanmamızın onun için üzücü değil bilakis heyecan verici bir şey olduğunu hissettiğimde anladım. benim düşündüğümden çok daha önce benden vazgeçtiğini, son zamanlarımızda birlikteyken bile aslında benden ayrılmış olduğunu, gözünün artık bana değil dışarıya baktığını, beni nefesi olarak değil de sadece aşılması gereken bir engel olarak gördüğünü, kendini başka insanların yanında hayal ettiğini ve yeni insanlar, yeni heyecanlar için heveslendiğini görünce anladım.

    kabullendim, bitti.

  • mad men hakkında şimdiye dek yazılıp çizilen çok değerli şeyler var. ben sizlere bu şaheser dizi hakkında az bilinen bilgiler getirdim. mad men’in ne kadar iyi, ne kadar kaliteli bir dizi olduğunu idrak etmemize yardımcı olacak bazı yapım notlarını, anekdotları paylaşacağım şimdi.

    * don draper karakteri için marlboro man’in yaratıcılarından olan chicago’lu reklamcı draper daniels’ten esinlenilmiş.

    * mad men, 4 altın küre ve 15 emmy ödülü başta olmak üzere pek çok ödüle layık görülmüş.

    * mad men için ilk olarak hbo’nun yöneticileriyle görüşülmüş fakat dizinin tutacağından şüpheli olan yöneticiler bunu reddetmiş.(sonradan pişman olmuş olmaları kuvvetle muhtemel)

    * başrol don draper rolü için başlangıçta roger sterling’i oynayan john slattery düşünülmüş. daha sonra ise bu rol için jon hamm’da karar kılınmış. iyi ki de böyle olmuş. yoksa çok sevdiğimiz roger sterling karakterinden nefret edebilirdik.

    * mad men’in yaratıcısı matthew weiner dizi hangi gün çekilecekse tarihte o gün gerçekte neler yaşandığına, günün hava durumuna, tren saatlerine, hava yolları uçuş planlarına, otoyollara kadar en küçük ayrıntıya dikkat ediyormuş diziyi çekerken. yani mad men’in izleyiciyi içine çeken gerçekçiliği ve kalitesi hiç de kolay elde edilmemiş.

    * dizinin en önemli özelliklerinden birisi tarihi olaylara sadık kalarak ilerlemesidir. yani 1961’de, 65’te, 69’da dünyada ve amerika birleşik devletleri’nde ne gerçekleştiyse dizide bunlara sıcağı sıcağına tanıklık ediyoruz. örneğin, aya ilk iniş anını televizyonda mad men ailesiyle birlikte biz de canlı yayında izliyoruz.

    * the guardian gazetesinin 21. yüzyılın en iyi 100 dizisini sıraladığı listede mad men, kendine 3. sırada yer bulmuştur.

    * dizi bittikten sonra james b. south ve rod carveth tarafından mad men and philosophy* adlı kitap yayınlanmış. kitabın açıklamasında şu sözlere yer verilmiş;
    don draper ahlak felsefesine göre ‘iyi’ bir insan mı? reklamcılık etiğinden felsefi olarak nasıl bahsedebiliriz? mad men’de ırkçılık nasıl ele alınıyor? kadınların dizideki yeri için feminist bir okuma mümkün mü? mad men ve felsefe’de peggy olson, don draper, pete campbell gibi kahramanlar platon, aristoteles ve friedrich nietzsche gibi filozofların öğretileriyle yorumlanıyor.

    * dizinin maliyeti bölüm başına yaklaşık 2.8 milyon dolarmış.

    * dizi başladıktan kısa bir süre sonra amerika birleşik devletleri’nde 24-35 yaş aralığındaki kesiminin viski tüketiminde yüzde 12’lik artış görülmüş. dizi başladığından bu yana geçen süre içinde ise viski satışlarında toplamda %13-15 arasında artış olmuş.

    * başroldeki jon hamm bölüm başına 250 bin dolar kazanıyormuş.

    * dizinin her anlamda etkileri olduğu bir gerçek. örneğin, mad men’deki kadınların makyajları dünyaca ünlü kozmetik markası estée lauder’in makyaj koleksiyonuna ilham vermiş. estée lauder makyaj kreatif direktörü tom pecheux, mad men’in anlatıldığı dönemin feminenliğe dair her şeyi içinde sakladığını söyleyerek yeni bir koleksiyon yarattıklarını belirtmiş.

    * mad men gerçeklere dayandığı için izleyiciyi rahatsız eden hususları da vardı. o dönemde* siyahileri neredeyse insan yerine koymuyorlar. o dönem bütün pis işleri ve ayak işlerini afrika kökenlilere yaptırıyorlar. siyahi bir kadın en fazla sekreter olabiliyor, siyahi bir adam ise en fazla özel şoför olabiliyor. herhangi bir işte yükselme ihtimalleri yoktur. diğer bir rahatsız edici husus ise erkeklerin kadınları bir meta olarak görmeleriydi. mad men’de erkekler çoğu zaman kadınları sadece seks ihtiyacını gidermek için kullanılmasıdır. ayrıca kadınları evlilerse çocuk yapmak ve çocuğa baktırmak için kullanıyorlar. bunların dışında diğer önemli bir konu ise erkekler kadınlara iş hayatında saygı duymuyor, onları ciddiye almıyor ve bezdirme(mobbing) yönetimi uyguluyorlar. erkeklerin büyük çoğunluğu iş hayatında bir kadının yükselmesine tahammül edemiyor.

    * mad men’i mad men yapan en önemli özelliklerin detaylarda gizli olduğunu düşünüyorum. bunlardan biraz bahsetmek istiyorum. dizinin sanatsal satın alımlarından sorumlu yöneticisi ellen freund, dizide sadece bazı küçük aksesuarlar ve takılar için bölüm başına ortalama 15 bin dolar civarında para harcandığını söylüyor. ayrıca bu aksesuarların döneme uygun olması için çok yoğun çalışmalar araştırmalar oluyormuş. örneğin peggy’nin koluna taktığı bir saat gerçekten de nadir bir parçaymış. peggy olsen rolüne can veren elisabeth moss, o saatten satın almak için çok uğraşmış ancak bir emsali daha olmadığı için aynı saatten alması imkânsızmış. başka bir örnek verecek olursak betty draper’in taktığı bir vintage yüzüğün imitasyon olmaması ve gerçekten vintage bir parça olması için 40 bin dolar harcanmış.

    * mad men’de dikkat çeken konulardan biri de eşcincelliktir. henüz 60’lı yıllarda olunmasına rağmen eşcinselliğe tabu olarak bakılmaz. bu onlar için -her yerde olması gerektiği gibi- sıradan bir durumdur. ülkemizde 2020’lere gelinmesine rağmen hâlen bu durumun tercihe bağlı olduğunu idrak edemeyip sapkınlık olarak gören zihniyetler var. insanların özgür iradesine karışmaktan zevk alan toplumuz maalesef. bu konuda sanırım gelişmiş ülkelerden en az bir asır gerideyiz.

    * mad men 2011 yılında 69 ülkede aynı anda yayınlanıyormuş.

    * bölümlerde içilen lucky strike sigaraları el yapımıymış. o zamanların meşhur sigaralarından herbal cigarettes’in paketleri yine elle imal ediliyormuş. don draper karakteri filtresiz old gold sigaralarını tercih ettiği için filtreler özel olarak kesiliyormuş.

    * toz allık 1963’te icat edildiği için kadınların makyajlarında dizide toz allığın satılmaya başlandığı yıla, yani 1963’e geline kadar hep krem allık kullanılmış.

    * o dönemin eski içki şişelerini kullanırken yeni etiket bastırmak yerine bazı dostlarının arşivinden orijinal eski içki şişeleri ve açık arttırmalardan alınan ürünler kullanılıyormuş. ayrıca dizide kullanılan buz kaplarının vintage olmasına da çok özen gösteriliyormuş.

    * megan (draper)*, don’a beşinci sezonda “zou bisou bisou” adlı şarkıyla serenat yapar. bu şovdan sonra şarkı 40 küsur yıl sonra dünya müzik listelerinden billboard hot 100’da 1 numaraya kadar yükselmiş.

    * mad men’in yaratıcısı matthew weiner aynı zamanda the sopranos’un da yaratıcılarındandır.

    * mad men’de her şeyin gerçekçi ve kusursuz olması için alanında yetkin 9 kişilik senaryo ekibi oluşturulmuş. bu ekibin 7’sini kadınlar oluşturuyormuş.

    * oyuncuların dizide sürekli içtiği sigara ve içkiler gerçek değilmiş. don draper’ın viskisi elma suyu, martiniler ise soğan suyuymuş. içilen sigaraların da tamamı bitkiselmiş. joan holloway karakterini canlandıran christina hendricks, esquire’e verdiği röportajda dizide içilen sigaraların “iğrenç” olduğunu söylemiş.

    * diziye amerika birleşik devletleri’nin dört bir yanından eski kıyafetlerini, aksesuarlarını bağışlayan insanlar olmuş. örneğin, peggy’nin don draper’ın ajansını terk ederken giydiği mor elbise, diziye tüm gençlik kıyafetlerini bağışlayan jean bell adlı hanımefendiye aitmiş.

    * roger sterling’in dizideki ilk eşi mona sterling* gerçek hayatta da roger sterling’i oynayan john slattery ile evliymiş.

    * dizide sıkça tartışılan sigara markası lucky strike, mad men ile ilişkilendirildikten sonra satışlarını neredeyse ikiye katlamış. bu sayede 10 milyar daha fazla sigara satmışlar.

    * amerika birleşik devletleri eski başkanı barack obama, dizinin yaratıcısı matthew weiner’a diziyi çok sevdiğini ve hayranı olduğunu söylediği bir mektup yazmış.

    * dizide beatles’ın sadece “tomorrow never knows” şarkısının çalınabilmesi için 250.000 dolar telif bedeli ödenmiş. bu para şov tarihinde o ana dek tek şarkı için ödenen en büyük meblağ olarak tarihe geçmiş.

    * mad men dizisinin neredeyse tamamı new york’ta gerçekleşiyor, fakat sadece pilot bölümü new york’ta çekilmiş. bölümlerin çoğunluğu ise los angeles’ta çekilmiş.

    * netflix şirketi mad men’in bölümlerini yayınlamak için 90 milyon dolar ödemiş.

    * matthew weiner, dizinin senaryosunda herhangi bir değişiklik olmaması konusunda çok hassasmış. bu yüzden oyuncuların doğaçlamasına izin verilmemiş.

    * esquire dergisi için yapılan röportajda mad men makyaj sanatçısı lana horochowski, jon hamm’ın her zaman temiz tıraşlı olduğundan emin olmak zorundayız demiş. uzayan çekim günlerinde hamm’ın sette günde üç defaya kadar tıraş edilmesi gerekebiliyormuş. her şey titizlikle planlandığı için çekimler saat beşi geçtiğinde don hamm’ın cildindeki yüz kıllarını ayarlamak için her saat başı özel talimat veriliyormuş.

    * dizinin 92 bölümünde de oynayan tek oyuncu jon hamm’mış.

    * dizi başlamadan peggy olson karakterini betty draper’ı oynayan january jones oynamak istemiş, fakat seçilmemiş. iyi ki de böyle bir şey olmamış. peggy’yi elisabeth moss kadar başarılı oynayamazdı.

    * sally drapper’nin arkadaşı glen bishop’ı oynayan çocuk yapımcı matthew weiner’ın oğlu marten weiner’miş. yani babadan şanslıymış. weiner, huffpost’ta verdiği bir röportajında oğlu için “gerçekten tipsiz ve gerçekten iyi bir oyuncu.” demiş.

    * matthew weiner’in alfred hitchcock’a hayranlığındn dolayı bazı sahnelerde hitchcock’a saygı duruşunda bulunulmuş.

    * dizi ekibinden birinin şu çarpıcı sözleri söylemiş bir röportajında,
    “diziyi izleyince o zamanlar ne kadar ırkçı, ne kadar ayrımcı, ne kadar yahudi düşmanıymışız diye düşünüyorsunuz. evet öyleydik. aslında hâlen öyleyiz, sadece daha kibarız.”

    * sally draper’ı oynayan kiernan shipka, 13 yaşındayken the huffington post’a verdiği röportajda mad men’in hiçbir bölümünü seyretmediğini söylemiş. sanırım küçük olduğundan dolayı görüntülerden olumsuz etkileneceği için ailesi seyretmesine izin vermemiş

    *dizinin sadece ilk bölümünde 70’ten fazla sigara içilmiş.

    yararlanılan kaynaklar

    kaynak 1, kaynak 2, kaynak 3, kaynak

    dipnot

    mad men sevenler için daha önce yazdığım giriyi de buraya bırakıyorum.