• yillarca cephelerde hem dusmanla hem dostla carpisip galibiyetlere, malubiyetlere sahit olup da basi egilmeyen ama mutlu ve ferah gunlerin bir turlu gelmemesiyle boynu bukuk aramizdan ayrilan bir kusagin dramatik ve didaktik yasam oykusunu anlatan iki ciltlik roman.
  • okuyalı çok zaman geçti. aklımda eşi rahatsızlanınca yüzbaşı selahattin'in çok üzülmesi, sonra da bu durumu garipseyip şaşırması, "o kadar ateşin içinden geçtim, savaşlar gördüm, ölümler gördüm sarsılmadım, şimdi neden bu kadar etkilendim?" diye düşünmesi kalmış.
  • selahattin yurtoğlu'nun anılarından derlenmiş 2 ciltlik eser. adında roman kelimesi geçmesine türü roman değil anıdır. yüzbaşı selahattin'in anıların toplamda 15 cillten olduğu söyleniyor. ilhan selçuk bunları derleyip 2 cilt olarak yayınlamış.

    ilk ciltte yüzbaşı selahattin'in çocukluğundan birinci dünya savaşı sonuna kadar olan yaşadıkları anlatılıyor. balkan savaşı, ırak ve doğu cephelerinde görev yapan yüzbaşı selahattin detaylıca yaşadıklarını kaleme almış. ikinci cildinde ise bekir sami günsav ile bandırma'ya geçişi, yunan ordusunun ilerleyişi ve batı anadolu'daki milli mücadelenin ilk zamanları anlatılıyor. temmuz 1920'de yunan kuvvetlerinin bursa'yı işgal etmesi ve hemen sonrasının anlatılmasıyla kitap bitiyor.

    ikinci ciltteki aynı olaylar kemal tahir'in yorgun savaşcı romanında da geçiyor. ben daha öncesinde yorgun savaşçı'yı okuduğum için eserin ilk cildi ikincisinden daha ilginç gelmişti, özellikle resmi tarihte ayrıntıları pek verilmeyen 1915 iran harekatı, 15 eylül 1918'de bakü'nün alınması (müttefiğimiz almanların bakü harekatına karşı çıkması hatta karşı cephede yer alması), boğazlıyan kaymakamı kemal bey'in cenazesine katılmasını anlattığı bölümler.
  • önce enver paşa'nın amcası halil paşa'nın yaveri, istiklal savaşı sırasında da "kazara rastlaştığı" (?) bekir sami bey'inin yaveri yüzbaşı... ve romanı...

    aslında teşkilat-ı mahsusa'nın bu gizli üyesinin anıları çok daha fazladır...

    ilhan selçuk onu roman anlatımıyla hayli kısaltmış ve (tahmin edilenlere göre) hayli müdahale de etmiştir orijinal metne...

    metni elinde bulunduran cengiz yurtoğlu'nun, düzgün bir yayıncıyla aile büyüğünün bu metnini aynen yayımlaması beklenmektedir (ilhan selçuk sağ iken, ona olan yakınlığı nedeniyle önerilere olumlu cevap vermemişti.)
  • osmanlı'nın son dönemlerindeki ulus bilinci, devlet kavramı , askeri okullardaki eğitime dair şaşırtıcı bilgiler içeren kitap.şöyle ki selahattin ve adını hatırlayamadığım bir arkadaşı birgün yatakhanede sohbet ederlerken şöyle bir diyalog gelişir:

    -selahattin sen nesin?
    -müslümanım
    -başka?
    -osmanlı'yım.
    -hayır sen türk'sün.

    bundan sonra arkadaşı selahattin'e türk kültürü ve tarihiyle ilgili pek çok şey anlatır, kitapta türkler'in ortaasya'dan göç etmesiyle ilgili hikayeyi duyduktan sonra selahattin'in ne kadar şaşırdığı ve bundan heyecanlandığından bahsedilir. duyduğu bu heyecan karşısında yüzbaşı selahattin türkçü bir dergi çıkaran bu gruba katılır, içlerinden biri yakalanır ve kırbaç(ya da sopa) cezasına çarptırılır. burada en ilgimi çeken nokta, imparatorluk bünyesindeki tüm ulusların milliyetçilik ateşiyle birer birer isyan ettiği imparatorluktan koptuğu bu dönemde ülkenin en milliyetçi ya da milli bilince sahip olması gereken kurumunda dahi türklük bilincinin nasıl olmadığı ve türkler'in ne derece unutulmuş olduğu göze çarpar.
    tüm bunları gören gururu kırılmış, unutulmuş bir halkın çocukları olan bu subaylar ittihat terakki bünyesinde toparlanacak ve kurtuluş savaşı'nı da bizzat bu kadrolar örgütleyecektir. bugün hala çok tartışılan yeni kurulan cumhuriyet'in herkesi türk, sünni, müslüman etiketine sığdırmaya çalışmasının motivasyonu da burada yatar.
  • koyu ittihatçılıktan, milli mücadele neferliğine savrulan hayatı ile selahattin yurtoğlu'nun hatıralarından oluşan kitap iki ciltten oluşur. ilk cildi, çocukluk, ergenlik, fakirlik, delikanlılık, savaş cephelerinde geçen yıllar ve birinci dünya savaşı sonucunda oluşan yıkımı anlatırken, ikinci cildi netameli konuları irdeler. bize öğretim hayatımızda boyunca anlatılan, mili mücadele anıları ve efsanelerin en hafif tabiri ile biraz "abartı" olduğunu, özellikle 1919-1921 yılları arası (aslında kurtuluş umudunu yeşerten sakarya zaferi'ne kadar diyebilir) halkın ne askerle ne de devletle işinin kaldığını, özellikle ittihatçı kadrolara karşı nefret seviyesinde bir tepki olduğunu, ordu denen kurumun ne hale geldiğini... yani halk, millet, devlet, ordu gibi kurumların bize anlatılanla alakası olmadığını net bir şekilde ortaya koyar. bu kitabı okuduktan sonra milli mücadeleyi yürüten kadrolara karşı saygımın mislilerce arttığını net şekilde hatırlıyorum. mustafa kemal kemal başta olmak üzere, özellikle kurucu kadronun neden ve hangi şartlarda içlerinden çıktıkları ittihat ve terakki fırkasını bu şekilde net bir şekilde reddettiklerinin cevaplarını çok net bir şekilde göreceğiniz en objektif eser diyebilirim.

    romanın öncesi için;

    (bkz: yorgun savaşçı/@panic13)
  • "yunanlıların izmir’e çıkmasından 6 gün sonra 21 mayıs 1919 günü 17. kolordu komutanlığı’na atanan albay bekir sami bey’le bandırma’ya geldiğimiz zaman şehirde yunan bayraklarıyla süslenmiş zafer takları gördük. o günü eşyalarımızı yerleştirmek, kasabayı görmek ve çevreyi incelemekle geçirdik. derin bir acıya gömüldük.

    her yanda venizelos’un resimleri, yunan bayrakları, taklar ve sokaklarda rumların avazeleri:- zito venizelos! artık bandırma’da ne türklük, ne de türk hükümeti kalmıştı.

    22 mayıs sabahı albay bekir sami bey, bandırma’daki 61. tümen komutan vekili yarbay refet bey’i çağırttı. şu emri verdi: ‘burası türkiye’dir, burada tek bayrak türk bayrağıdır. bunun dışında bir başka bayrağın sallanmasına, asılmasına, saygı görmesine boyun eğmek ve bunu hoş görmek alçaklıktır.

    şimdi şehirdeki bütün yunan bayraklarını kaldırtacaksınız. zafer taklarını yıktıracaksınız. karşı koyan olursa öldüreceksiniz. bu iş üç saat içinde bitmezse ben sizi öldüreceğim. haydi görev başına.

    ’üç saat bitmeden bandırma yeniden türk şehri oldu."
  • kemal tahir'in yorgun savaşçı'sına cevap niyetiyle yayınlandığı söylenir.
  • ilhan selçuk'un, arkadaşı cengiz yurtoğlu'nun babası yüzbaşı selahattin'in anılarından yola çıkarak yazdığı roman-hayat hikayesi.
    hatırladığım kadarıyla yüzbaşı selahattin'in günlüğünden faydalanılarak yazılmış.
  • başucu kitaplarımdan biri, roman değil anıdır. selahattin'in küçüklüğü bir yana balkan savaşlarını ve sonrasını anlattığı yerlerde mahvoldum.

    kitaptan alıntı, selahattin balkan savaşında yaralanır ve ordu geri kaçarken yaralı selahattin'i askerler istasyonda fransız trenine bırakıp kaçmaya devam ederler:

    "istasyonda çığlıklar kopuyor, tren hala kalmıyordu. bütün memurlar rum ve ermeni olduğundan treni düşmana bırakmaya çalışıyorlardı. baktım ki benim için ümit yok. kapkara bir dünya... o ana kadar belimde duran tabancayı kafama dayayıp tetiği çektim. patlamadı. bir de baktım ki tabancada fişek yok. öyleyse son umut da kayboldu. istiraba büsbütün gömüldüm. sonra birden çıldırmış gibi sedyeyi sallamaya başladım, sedye yuvarlandı. ben de yük vagonunun kapısından aşağı yuvarlandım. oradan sürüne sürüne öteki vagona kadar gidebildim. trenin kapısını tuttum. koluma bir yumruk vurdular. ama düşüremediler. birisi üniformamı görmüş olacak.
    "bir subay!!" dedi. "
hesabın var mı? giriş yap