• özellikle eğitimli y kuşağı oldukça kaliteli insanlardan oluşmakta. ve bu kalitenin karşılığını hiç görememekte.

    y kuşağı eğitimini eski türkiye'nin sorunlardan en çok arındırılmış eğitim sisteminde aldı. okullarda atatürk'ü öğrendiler. yerli malı haftaları yapıldı, tutumluluk beyinlerine işlendi. milli bayramları coşkuyla kutladılar. o zamanlar en hakiki mürşit de ilim idi.

    teknolojinin gelişiminin en sağlam adımlarına şahit oldular. internetsiz windows 98 bilgisayarlar kullandılar, tuşlu cep telefonu kullandılar, yavaş internet ile windows xp kullandılar. önce statik web sitelerinde gezdiler sonra forumlarda dolaştılar. teletext'ten haber okudular, dvd ile film izlediler, walkman ile de ipod ile de müzik dinlediler, spotify ile de müzik dinlediler.

    çok fazla korsan içerik tükettiler. gazete de okudular, mizah dergisi de. ama internet meme'lerini de onlar yarattılar. ve sonunda internetteki her şeyi onlar yarattılar. bugün kullandığınız bütün yazılımlar y kuşağının eseridir.

    z kuşağı gibi teknolojinin ortasına doğmamaları sebebiyle teknolojiyi çok daha katmanlı anladılar. tutan tutmayan kaybolan her türlü teknolojiyi gördüler. x kuşağı gibi de teknolojiye uzak kalmadılar.

    anadolu liseleri, fen liseleri gerçekten iyi okullardı. buralardan kaliteli insanlar çıktı. üniversite eğitimleri de şu döneme göre çok daha iyiydi. üniversiteler daha bu kadar bölünüp çoğalmamıştı.

    türkiye özelinde ise y kuşağı ekonomik özgürlüğünü kazanmış olsa da önünde çok fazla engel çıkıyor. bir araba almak bile ne kadar zor biliyor herkes. z kuşağı için çok daha zor olacak tabii ki. ama şu anda yaşadığımız dijital dünyayı inşa eden y kuşağının artık iktidara gelmesi gerekmekte. y kuşağı çok daha ahlaklı ve akıllı durumda. ne x kuşağı gibi çıkarcı, ne z kuşağı gibi farkındalıktan uzak. medya okur yazarlığı en yüksek nesil y kuşağıdır. tek sıkıntıları bezmişlik ve bıkkınlık.

    bütün dünyada y kuşağının artık yönetimi ele alması gerektiğini düşünüyorum. dünya hiç iyi bir durumda değil. 70 yaşında boomerlar dünyayı da türkiye'yi de yönetiyorlar. en az 1980 doğumlu olması lazım bir yöneticilerin. önceki kuşaklara kim güvenebilir? televizyonda görüyorum yöneticileri. hepsi dünyaya kazık çakmış, tek dertleri kendilerini kalkındırmak. ilkeli bir insan dahi yok aralarında. iki düzgün laf edene heyecanlanır durumdayız, iki gün sonra o da saçmalıyor. çünkü kapasiteleri bu kadar. bilgisayar kullanamayan adamdan bu devirde bir şey olmaz. hiçbir şeyi de düzgün yönetemez.
  • hayatının en mutsuz, buhranlı dönemini yaşayan kuşaktır.

    yanlış anlamayın; bunun sosyo-ekonomik şartlarla falan alakası yok. hangi devirde, hangi ülkede, hangi şartlarda, kim olarak yaşarsanız yaşayın, bu yaş aralığı insanoğlunun en mutsuz olduğu dönem. basmakalıp bir biçimde buna orta yaş bunalımı diyen de var, sofistike bilimsel çalışmalarla bunu ispat eden kapsamlı girişimler de...

    devir, ülke ve şartlar filtresiyle, kişiselleştirilmiş bir filtreden bakarsak, türkiye'de yaşayan y kuşağı bireyler için bu düşüş çok daha dikey ve şiddetli. zira bizler, bugünkü z kuşağının yaşının tekabül ettiği yaşlarımızda türkiye görece en müreffeh sayılabilecek sosyo-ekonomik periyotlarından birini (2004-2014 arası diyebiliriz kabaca) yaşadı. 1.15'ten dolar aldı, 15 bin liraya mis gibi arabalara bindi, yurtdışında çokça yer gezip gördü, türkiye'nin 28 şubat, pkk terörü, faili meçhul cinayetler gibi 90'lara damga vurmuş karanlık vesayetlerinden kurtulup zincirlerini kırdığı, avrupa birliği müzakerelerinin başladığı yılları yaşadı. hatırlayanlar bilir, orta direk diyebileceğiniz insanlardan yaşamayı az çok bilen hemen her birey, her şeye kafi gelebilecek bir gelir gider dengesiyle, spordan sanata, sosyal yaşamdan turizme kadar birçok alanda gayet keyifli zamanlar yaşadı.

    dün bir tweet gördüm, beyaz show yılbaşında yeniden başlıyor diye. birileri de alıntılayarak ''hiç fark etmez çünkü siz beyaz show'u değil, 2010 yılında bir cuma akşamını özlüyorsunuz'' demiş.

    tam isabet!

    bugün geldiğimiz noktada o günün z kuşağı gençleri, bugünün y kuşağı abisi/ablası oldular ve türkiye bu halde. orta sınıf diyebileceğimiz insanların en lüks yaşayanı ay sonu hesabı yapmadan yaşayabilen grup. onun dışında yok olduk, yok edildik ya da yurtdışına gitme markası altında sürgüne zorlandık. birbirimizi kandırmayalım; yurtdışında attığınız o hikayelerin birçoğunu, o müphem mevcudiyeti rasyonalize etme içgüdüsü besleyip körüklüyor. hepimiz değilse de birçoğumuz istemiyordu bunu ancak gelin görün ki artık taş, yerinde ağır değil.

    demem o ki bizim kuşakta, o lale devri'nde gözünü açıp dünyalığını yapmayan hemen herkes son derece dikey çakıldığı bir konjonktürde, orta yaş bunalımı ya da benzeri bir şeyle mücadele halinde şu sıralar. hala hayattalarsa anne babalarımız yaşlanıyor, daha büyükler ölüyor, lisede ya da üniversitedeyken güzelliğine bakmaya doyamadığımız kız arkadaşlarımız çaptan düşmüş, birçok şeyimiz eskimiş, sokağımız değişmiş, hayranı olduğumuz ünlüler kadayıfa ya da toprağa dönmüş ve daha bir sürü şey.

    hayatın ''n'oluyor lan?'' evresindeyiz.

    bu konuyu çok temiz özetleyen, incecik bir kitap var: transformations. zannediyorum henüz türkçe'ye çeviren olmadı.

    kitap kabaca bir yetişkinin hayatının üç evreden oluştuğunu söylüyor:

    - bilinçsiz mutluluk
    - bilinçli endişe
    - bilge mutluluk

    ilkini bilirsiniz işte. kabaca 18-30 yaş aralığı. gençlik var, enerji var, zaman var, hareket alanı var ama bir o kadar da namevcut şey mevcut. birçok şeyin arka planına, iç yüzüne dair bilginiz, tecrübeniz zayıf. muhtemelen aileniz, en büyüklerine kadar halen sizinle... çılgınlar gibi gezip tozup eğleniyor, ileride sizi kolay kolay güldüremeyecek birçok şeye gülüyor, yetişkinlik döneminizde yan masanızda bile oturtmayacağınız kadar sizden alakasız gerzeklerle arkadaşlık yaptığınızdan bihaber şekilde hayatın tadını çıkarıyorsunuz.

    ve sonra y kuşağı'nın şimdilerde yoğrulduğu ikinci evre geliyor... yine kabaca 30-45 arası diyebileceğimiz o meşhur dönem. bilinç geliyor... birçok şeyin arka planını görmeye başlıyorsunuz. hani var ya öyle havalı cümleler; the more you know ile başlayan... amerikan güreşini ya da bir sihirbazlık gösterisini, arka planını bilmeden izlemek çok keyifliydi. şimdiyse hepsinin nasıl olabildiğini, ne kadar sahte olduğunu, tüm teknik detaylarıyla biliyorsunuz. o hesap...

    ve tecrübe geliyor... nasıl gelmesin ki? siz çılgınca gülüp eğlenirken sinsice pusuda bekleyen birçok kazığın vakti gelmiş, afiyetle yenmiş. birçok hayal kırıklığı, akıp giden zamanla birlikte kapıya dayanmak şöyle dursun, kapıyı delip geçmiş. masadan çok insan eksilmiş. kimi ölmüş, kimi göçmüş... bunlarla ilgili hiçbir pişmanlık ya da endişe yok ama gel gör ki birçoğu için ''sahi, niye bu masada oturdu ki bu adam?'' demek çok koyar olmuş: ''nasıl bunca sene bunu burada oturtmuşum, ne salakmışım!''

    hep böyle karanlık değil tabii. en güzeli kendini tanımışsın. çizgiler öyle belirginleşmiş ki artık bir bakışta çakozluyorsun herhangi bir kişinin, durumun, fırsat ya da tehlikenin senin kalıba oturup oturmayacağını. oturuyorsa oturur, oturmazsa da sorun değil. bu dağ ne rüzgarlar gördü. ama gel gör ki tahammül azalmış. bu bazen kötü, ama genelde de iyi. tahammül edilmeyecek bir şeye tahammülün olmasın abi zaten, niye olsun? bununla niye zaman kaybedeyim? kaybedemem çünkü z'lerin bonkörce tükettiği o zaman var ya, bende artık çok daha kıymetli. ota bota tüketmem onu öyle. artık doğum günlerim kutlanası şeyler değil. yaşlanıyor olmanın nesini kutlayayım ki?

    neyse, ne dedik? bilinçli endişe. bilincin gelmesiyle birlikte sorular geliyor. hangi ara bu yaşa geldik? nereden geldik, nereye gidiyoruz? tüm bunlar neden var? bunlar niye böyle? tam bir kafamda deli sorular çağı. varoluşsal sancılar.

    şu videoyu izleyin. bu video, bu anlattığım şeyin muazzam bir örneği. caner tam olarak bahsettiğim safhada, bilinçli endişeyle kavruluyor. nejat ise o dönemi atlatmış, hem de ne atlatmak! hala hayatta kalarak atlatmış üstelik, bilge mutluluğun tadını çıkarıyor.

    ve o vurucu kısım: ''çocuğun var.''

    bana bu transformations'u öneren büyüğüme bir gün dedim ki; ''benim böyle hırslı durduğuma bakma be abi. çok istediğim bir motor var, onu alsam, bir de çocuğum olsa yeter bana.''

    ''bir dakika bir dakika'' dedi; ''bana kalırsa motor işine girme de, ötekinde bi dur.''

    ''oğlum'' dedi, ''çocuk dediğin, senin öyle hayatında tik atıp geçebileceğin bir şey değil ulan.''

    ''o senin hayatında yepyeni bir evre, yeni bir sayfa.''

    bütün gün doğmayan oğlum gece 11'de sürpriz çıkış yaptığında birkaç saatliğine şaşkınlık ve coşku arası bir şey yaşadık. gece 2 olduğunda ortalık durulmuş, küçük adam da uykuya dalmıştı. guruldayan midemi susturup bir şeyler atıştırmak için dışarı çıktım ve sahil yolunda direksiyon sallamaya başladım. detaya girmeyeyim ama biri bana öyle bir apaçilik yapıp baba olduğum gecede öyle bir tehlike atlattırdı ki, düşündüğümde nasıl el frenini çekip ona kafayı koymadım diye inanamıyorum. normalde yaparım çünkü ama belli ki artık 'normal' değil bir şeyler.

    hiçbir şey demedim, diyemedim ya lan heriflere? öylece gittiler. sonra da ''ben nasıl böyle geri durabildim?'' diye düşündüm. cevabı nejat yukarıda veriyor aslında, ''çocuğun var.''

    henüz birkaç saat yaşında.

    sonrasında çok şeyden yine geri duracak, çok badirelere göğüs gereceksin. sırf o var diye.

    şimdilerde ilkokul seviyesine doğru yaklaşıyor kerata. bense bu bohemin farkında varmış olmakla yolu yarıladım bence. zamanı altımdan akıp giden asfaltın beyaz şeritleri gibi yutuyorum. nejat'ın dediği gibi işte, ''geçecek.''

    bilge mutluluğa erişip derin bir nefes çekeceğiz, asla vazgeçemediğimiz bu şehrin benzersiz havasından.

    vazgeçmeyeceğiz.

    ve merak etmeyin, iyi olacağız.
  • kader, temizlik yapmaya gönüllü olmayanın karşısına mutlaka bir engel çıkarır.
    üst üste duran kurutma ve çamaşır makinesinin arkasındaki minik boşluğuna vileda sopamın düşmesine şaşırmamam bundan işte.

    yine de "bugün de yırttık" dercesine içime ılık ılık akan sevincime irademle rest çektim: bugün bu ev temizlenecek!!

    arkaya nasıl girerim, onu oradan nasıl çıkarırım, göbekten mi feragat etmeli yoksa popodan mi diye düşünürken irkildim: benim iki çocuğum var!

    heralde dedim, yıllarca verdiğim emeğin karşılığını bugün alacağım, nihayet dedim, yatırımlarımın meyvesini yemeye başlayacağım. bugünleri gösterdi bana allaahımm tanrım!!

    hemen küçük oğluma seslendim. çizdiği resmi bitirmesi gerekiyormuş!!! kişisel zamana saygı duyan bi ana olarak beklemeye başladım. o arada günlük kendime iltifat etme seansımı aradan çıkardım, iyi oldu.

    resmi bitince yanıma geldi. teklifimi ilettim ve cevabını beklemeden kucağıma aldım. bağırarak kendini bıraktırdı.
    "ben küçük bir çocuğum, orası tehlikeli. bunu benden nasıl istersin?" deyip arkasını dönüp giderken son bi dönüş yapıp "ben izin vermeden bana dokunamazsın." dedi.

    yaşadıklarımı kaldırabilecek gücü bulabilmek için dizlerimin üzerine çöküp cem karaca, ahmet kaya karışımı listemi açıp dinlemeye başladım.

    özene bezene sınırlarını ve hayır demeyi öğrettiğim çocuğum, bunları ilk bende kullanmıştı.

    hayır yani, nolmuş onun bilinmez bir boşluğa inmesini bekleyip hiçbir riski değerlendirip düşünmediysem?

    biz ki y kuşağı olarak camdan cama geçip kapı açmış insanlardık. mahallemizdeki yaşlıların siparişlerini taşıdık. faturalarını bile öderdik. yeri geldi ulak, yeri geldi eczane çırağı olduk. yetişkinler ne istediler de vermedik?

    sokakta kendi kendimize büyüdük. ne öğrendiysek kendimiz öğrendik. kıt kaynaklarla interneti keşfettik. ingilizceyi bilmemiz gerektiğini annelerimiz söylemedi. ödev yap, kitap oku denmedi bize. annem, benim satranç oynamayı sevdiğimi, kendi çocuğuma öğretirken fark etti. gitmiş bi de kocaman takım almış ona. alçak kadın!!

    bizim ebeveynlerimiz güvenli ve destekleyici bi ortam hazırladılar belki (onu bile vermeyen aileler vardı) ama hiçbir şeyi birebir, başımıza oturup öğretmediler. mahalle büyüttü bizi. şanslıydık, iyi okullarda okuduk. akranlarımızla düşe kalka yetiştik.

    şu an kendi anneliğime dönüp baktığımda görüyorum ki yine işin angaryası bana kalmış. mahallede oynayan çocuk kültürü kalmadı. parklar güvenli değil, kamp sandalyem ve termosumla gidip konuşlanıyorum. satrancı, yüzmeyi ben öğretiyorum. ingilizce hocası çok sıkıcıymış, o da bana kaldı. dersler için yardımcı öğretmene vereceğim parayı kendime harcarım deyip o işi de ben yapıyorum. bisiklet sürsünler diye her gün bisiklet taşıyorum. kodlama öğrensinler, gelecegin mesleği diyip oturup anlatmak bende. bi ara nefret etmeme rağmen futbol oynamaya başlayınca kendimi silkeleyip duruldum.

    şimdi annelik kutsal değildir diyen herkesi karşıma alıp sormak istiyorum: hiç mi değildir?

    toplum ve devlet tarafından yalnız başıma bırakılıp tüm ceremesini çekip tek başıma büyüttüğüm evlatlarımı adam edip meslek sahibi yaptıktan sonra halka arz mı edeceğim ben?

    kafede, uçakta, avm'de, otelde, düğünlerde, mevlütlerde istenmeyen çocuklarım, 20 yıl sonra onları görmek bile istemeyenlerin emekli maaşını mı ödeyecek? onlara reçete mi yazacak, onların evlerini mi tasarlayacak, işlerini kolaylaştırmak için app mi yazacaklar?

    kimsenin bizi yılgın bir hoşgörüyle benimsemesine kalmadık da tek başına (evli olsa bile) çocuk bakan annelerin de ne kadar zavallı ve bıkkın olduklarını elde çekirdekle izleyip orada burada acıyarak anlatmak da çok şey!

    bi el atın da kadın nefes alsın hayvanlar!!!
  • allahım ne yorumlar var. bok gibi kuşak diyen mi ararsın? arafta kalmış diyen mi? x kuşağı gömer, z kuşağı hoplatır diyeni mi ararsın? öncelikle bir bakalım o zaman neymiş bu kuşak.

    first of all kuşak muhabbetlerinde bir türlü zaman tutturulamaz. önce 80'ler için y kuşağı derken sonra 90'lara kaydı iş. bir grup 1981 - 2000 arası dedi, başka bir grup 1985 - 2000 dedi. başka bir psikolog çıktı 1987 - 1996 arası dedi falan kimse zaman tutturamıyor ama zaman olarak ortalama tutturursak y kuşağı dediğimiz oluşumu 1985 - 1995 arası gibi bir zaman dilimine oturtabiliriz. özellikle 1989 - 1994 arasında kalan kesim tam olarak y kuşağını yansıtmaktadır. bu kesimde ne x kuşağından etki bulabilirsiniz ne de z kuşağından etki bulabilirsiniz. tam böyle orta noktada kendilerini yansıtan oluşumlar bu zaman aralığındadır. nedir bu kuşağın özellikleri?

    - bizim ülkemiz üzerinden hareket edeceğiz tabii ki. özellikle bu kuşak için apolitik yorumu yapılır. neden? önceki nesillerle kıyaslandığı için. peki o zaman önceki kuşaklarda ülkemizde neler olmuş?

    - baby boomer kuşağı dediğimiz ikinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan bu oluşum, ülkemizde ve dünyada 1968 öğrenci hareketlerini başlatmıştır. zaten bu neslin tamamı soğuk savaş çatısı altında doğmuş ve büyümüştür. dünya üzerinde bu kuşaklar komünizm vs kapitalizm adı altında kamplaşırken bizim ülkemizde komunizm vs milliyetçilik adı altında kamplaşmıştır. çaktırmasa da alt koldan da alevi vs sünni kamplaşması da vardır ama göz önünde değildir. sebebi ise o dönemin gençleri bu mezhepsel bölünmeyi ideolojik çatı altında sürdürdükleri içindir. yani istisnalar olmakla beraber o dönemki solcuların büyük kısmı alevilerden, sağcıların büyük bir kısmı sünnilerden oluşuyordu. bunlar sol - sağ kavgası yapıyordu ama alt taraflarda bir yerde mezhepsel çatışmalar da körükleniyordu ama 68 hareketi dediğimiz bu dönemde o kadar sol - sağ çatışması yoktu. genel olarak bütün grupları içerisine alan bir dönemdi diyebiliriz. benim yukarıda yazdığım çatışma 1970'lerde olacaktı.

    - 12 mart 1971 darbesinden sonra(muhtıra aslında) ülkenin çivisi yavaş yavaş çıkmaya başladı. deniz gezmiş'lerin idamından sonra özellikle ülke yavaş yavaş kamplaşmaya başladı. ilk önce ufak laf atmalar, küçük sokak kavgalarıyla başlayan süreç sonunda ardı alınamaz bir noktaya geldi. kanlı 1 mayıs, cami saldırıları, bahçelievler katliamı vs. derken mevzuya o dönemki x kuşağı da katılmış oldu. zaten sonunu biliyorsunuz, 12 eylül 1980 darbesi.

    baby boomer kuşağının alayı politize bir haldedir.

    - boomer kuşağı genellikle ideolojik kitapları okumayı sever. doktrin aşığıdırlar.

    - aşırı derecede romantiktirler. ben hayatımda bu kuşak kadar reellikten uzak bir kuşak daha görmedim. tabii romantizm deyince aklınıza sadece eşine sürprizler yapan bir insan geliyorsa bu yazıyı devam ettirmeyelim lütfen. 1800'lerde sanat akımı olarak ortaya çıkan sonrasında bütün bir ideolojik alt yapıyı etkileyen ekstrem bir görüştür, romantizm. yani uzun uzadıya anlatmayayım zaten yazı uzun olacak şöyle bir örnek vereyim. ışid dediğiniz terör oluşumu son derece romantik radikalliğe bağlı bir örgüttür. aha devamını siz düşünün.

    - son derece aktif, girişimci ve cesurdurlar. şöyle söyleyeyim bırakın türkiye'yi, dünyadaki yönetimlerin çoğu hala bu kuşağın elindedir. dünyanın çivisinin çıkması da bu yüzdendir ya. bir tarafta inanılmaz teknolojik atılımlar ile değişen alt kuşaklar bir tarafta fosilleşmesine rağmen hala ayakta duran boomer iktidarlar ve sonuç: fatal error.

    - x kuşağı dediğimiz kuşak ise 1965 - 1980 arasını kapsar. artık günümüz şartlarıyla beraber 1985 yılına kadar x kuşağı diyebilmekteyiz.

    - bu kuşak kendi içinde ikiye ayrılır.

    1. boomer etkisinde kalan ilk doğan x kuşağı.

    2. özal kuşağı denen ilk çocukluğunu 80 darbesi sonrası turgut özal yönetiminde yaşayan, liberalizm rüzgarlarının ilk örneklerini görmüş olan x kuşağı.

    - boomer kısmında yer alanlar zaten sol sağ kavgasında yer almış, politize olmuş kişilikler olarak tarihe geçerler. hatta boomerlar'dan daha da çok radikalleşmişlerdir.

    - 1970'lerde doğanlar ise 80 darbesi sonrası apolitik kalan kesimdir. hem de öyle böyle değil.

    - paraya çok düşkün bir nesil olarak isim yapmışlardır.

    - başarı, kariyer, para kazanma, mal mülk edinme, etliye sütlüye karışmama vs. gibi tabirler bu kuşakta vücut bulmuştur.

    - kendileri boomerlar sağ olsunlar baskı altında büyüdükleri için kendi evlatlarını görece daha serbest yetiştirme yoluna gitmişlerdir. y kuşağını yaratmışlardır.

    - bu para merakı da özal'dan ileri gelmektedir. karma ekonomiden tam manasıyla liberalizm hatta kapitalizm'e geçiş özal döneminde yaşanmıştır. antlaşmalar yapılmış, gümrükler olabildiğince açılmış, devlet piyasadan elini eteğini çekmiş, ithal mallar yasağı kaldırılmış, türk lirasını koruma kanunu kaldırılmış, özel teşebbüse yürü ya kulum denmiş bir dönem yani ne bekliyordunuz?

    - e hal böyle olunca da para, ideolojinin önüne geçti. e zaten 1980 askeri darbesinden sonra ordu, bu ideolojik gruplara sağ/sol fark etmeksizin öyle bir tepesine çöktü ki resmen bütün türkiye'ye ibret-i alem yaptı. solcular zaten başlarına ne geleceğini biliyordu ama en büyük şoku ülkücü sağcılar yaşadı. ordu darbe yaptığı zaman ülkücü kesim, sevinç çığlıkları içerisinde askerleri tebrik etmek istemişti. komutanları tebrik edip, ellerini sıkacaklardı güya ama ne oldu? ellerini sıkalım derken komutanın jopunu sıktılar. çoğu makatlarından jopu yiyince bir aydınlanma yaşadı. heeeeeeeeeeeeeeeee anlaaaaaaaaaaaaadım diye. bu hayatta böyledir arkadaşlar işte. ne yaparsın? sen vatan kurtarıyorum derken birileri de seni kurtarır neyse. yazının ana noktası bu değil.

    - o yüzden x kuşağı istese de politik olamazdı çünkü ordu resmen ideolojileri yok etti. e ne kaldı geriye? mal mülk, ha o dönem popüler olan yazlık furyası ve bolcana para kazanma hırsı.

    - geldik y kuşağına. özellikle 80'lerin sonu ile 90'ların başında doğanları ben tam olarak y kuşağına oturturum çünkü hakikaten cuk diye otururlar.

    - bu kuşakta diğer hiçbir kuşağa nasip olmayan bir durum var. iki farklı dönemi küçüklük dönemlerinde yaşamış, o yüzden de iki dönemi de bilen tek kuşaktır. nedir onlar?

    1. mekanik dönem

    2. dijital dönem

    tüplü televizyonları da gördüler, şu an adını kimsenin hatırlamadığı plazma televizyonları da gördüler akıllı televizyonları da gördüler. (küçüklük ve ergenlik çağı)

    cep telefonu olmayan dönemde ahizesi 3 kilo olan çevirmeli ev telefonunu da gördüler. normal ev telefonunu da gördüler. takozdan bozma tek işlevi telefon araması, sms ve snake oyunu olan cep telefonları da gördüler. akıllı telefonları da gördüler.

    amiga, atari, sega vs. gibi nuh nebiden kalma konsolları da gördüler. floppy disk'li 32 mb ram'li at nalı gibi bilgisayarları da gördüler. playstation 1'i de gördüler. şimdiki uçan kaçan makinaları da gördüler.

    - sosyal medyayı bugünlere getiren kuşakta y kuşağıdır. icq, mırc gibi chat odalarını da yaşadılar. yonja gibi siteleri de gördüler. facebook, twitter, myspace, youtube, instagram vs. gibi siteleri de gördüler. herkes z kuşağının sosyal medyayı nasıl büyüttüğünü söyler ama bu teknik olarak imkansız bir durum çünkü sosyal medya çıktığı zaman z kuşağı ya bebeydi ya da daha dünyaya bile gelmemişti. sosyal medyaya patlama yaşatan kuşak; son dönem x kuşağı ve y kuşağının tamamıdır. fenomenlik kavramı, meme'ler, alt kültür yaratma, klavye janrası oluşturma, gamerlık, vlog çekme vs. gibi kavramların hepsini y kuşağı çıkartmıştır. e hadi tiktok vs. diyecem de onun da ilk örnekleri olan vine vs. gibi oluşumlar da y kuşağı zamanında oluşturulmuş ve patlatılmıştır. z kuşağı ne yaptı ki abi ben anlamadım? ha z kuşağı aktif olarak kullanıyor yani olay bu.

    - yani anlayacağınız iki farklı dönemde büyümüş olan tek kuşak y kuşağıdır. bence bu yüzden de hep özel olarak kalacaklardır.

    - başka özelliklere geçersek eğer şunlar gözümüze çarpar:

    1. isyankar kuşak olarak göze çarpar. aile bağlarının zayıflaması, toplumsallıktan sıyrılmış bir bireysellik anlayışı, aileye, yaşantıya, kültüre, örf ve adetlere, geleneklere isyan bu kuşakta başlar. yani süt çocuğu kıvamında gelişen bir x kuşağından sonra ülkemize büyük bir şok yaşatmışlardır.

    2. boomerların hem en sevmedikleri hem de en sevdikleri kuşak bunlardır. aslında bazı yönden boomerlara benzeyen kuşakta bunlardır. manevi duyguların gevşemesi, her şeyi alaya alma, kendinden önceki kuşakları tam bir gerizekalı görme, kendini çok üstün tutma, aşırı bireysellik, apolitik olma durumu boomerların seveceği özellikler değil zaten. o yüzden y kuşağını genel anlamda ''terbiyesiz'' bir kuşak olarak görürler. ha şimdi bütün herkes alıştı bu duruma. o yüzden z kuşağına çok cici falan diyorlar ama z kuşağı bilmiyor ki şimdi değil de 90'larda doğsalardı başlarına neler geleceğini. z kuşağı şayet 90'larda doğsaydı, itin götüne sokup sokup çıkartılacaklardı. ne terbiyesizliği kalacaktı, ne de şerefsizliği. hey gidi hey hey.

    3. y kuşağı çok acayiptir ki kariyerine apolitik olarak başlamış devamında ise boomerlarla kapışacak hatta onlara rahmet okutacak derecede politize olmuştur. bu yüzden de boomerlar belli bir zaman sonra y kuşağını sevmeye başlamıştır ama bu arada boomerlar da değişmiştir. gençliğinde devrimci gibi hareket etmeye çalışan boomer kuşağının bir kısmı, yaşlandığında muhafazakar ak partili olmuştur. (68 kuşağından o kadar çok ak partili gördüm ki şaşırırsınız.) (e adamlar kafa yapısı itibariyle radikal dedik aslında çok normal bu durum)

    - e bu politize olma işi nasıl oldu? çok basit. iki tane kırılma noktası var.

    1. twitter, facebook gibi sosyal mecraların siyaset tartışmalarında patlamasından.

    2. gezi parkı olayları

    şimdi bu iki maddeyi birleştirirsen ne olur? abboooov diyorum size. gezi parkı olaylarındaki insanlara bir bakın allah aşkına, ne göreceksiniz? %90'ı o zamanlarda yirmili yaşların başında olan y kuşağını göreceksiniz. yani milyonlarca y kuşağı mensubu insan sokaklara dökülmüş, özgürlük istiyorlar. hem de bin farklı yoldan. bazıları vandalizm yapıp, cam çerçeve aşağı indiriyor. bazıları dans ediyor. bazıları duran adam oluyor. bazıları polislere gül veriyor. resim çiziyor, grafiti çiziyor, müzik besteliyor, video hazırlıyor, pankart yapıyor, küçük pc oyunları yapıyor vs. zibilyar farklı yola girip çıkıyorlar. bu daha önce ülkede görünen bir protesto şekli değil arkadaşlar. bizdeki protestolar genel olarak pankart, slogan, parmak işareti ve halayla geçer.

    - ideolojik bir politizasyon yok ama ortalıkta. bu kuşak hiçbir zaman ideolojik anlamda yükselmedi. çoğu siyasi doktrin bilmez. hayatında bir tane bile siyaset felsefesi kitabı okumamıştır. bireysel özgürlük için çıkmışlardır dışarı.

    - sıkılgandırlar. çoğu 6 ayda bir iş değiştirir. dünyanın iş sektörü bakış açısına hala adapte olamamışlardır.

    - parayla işleri yoktur. o yüzden x kuşağı gibi ekonomik anlamda aktif değil pasif kalmışlardır. zaten x kuşağı öyle bir suyun başını tutmuş ki, y kuşağına yağmurlu havada su bile vermiyorlar. x kuşağı gerçekten çok acayip bir kuşak ya. katma değer olsun, rant olsun, bok pisür olsun vs. ne olursa olsun ama para olsun düsturuyla hareket etmek gerçekten çok acayip bir şey ve paylaşımcı da değiller. hani gazetelerde çarşaf çarşaf gördüğünüz ''çalışanına para vermedi ama 923879*185734*958734*19857349*58 milyonluk yeni yatı ve arabasıyla dikkatleri üstüne çekti.'' haberleri var ya... hah işte o neredeyse tamamı x kuşağından çıkma haberler. (dünya hep böyleydi gerçi ama odak noktasına dikkat etmek lazım. bizim ülkede eskiden bu tarz işleri yapan insanlar eğer ki dolandırıcı mesleğinde falan değilse ticari kariyeri biterdi. millet suratına falan tükürürdü. şimdi aşırı normalleşti.)

    - y kuşağı da intikam olarak z kuşağını yetiştirdi. ''hani bizi beğenmiyorsunuz ya alın size amk. şimdi toptan ayvayı yediniz.''

    - yani z kuşağı dediğimiz kuşak aslında y kuşağının mekanikliğinden kurtulmuş tamamen dijitalliğini almış bir kuşaktır. özellikle üç aşağı beş yukarı aynıdır.

    yani arkadaşlar siyasi mevzulardan ötürü buraya ''y kuşağı ezildi. arada kaldı. mal oldu.'' falan yazmayın. komik oluyor zira.
  • 90'lar sonrası gencligin tanımlanma sekli. 90'lardaki nirvana gencligi sonrası elinde ugruna savasacak biseyi kalmamıs, rahatlıgı ve düzeni kendine batan, kapitalizmin tüm stresli yaşamından baymış, bi kalıba oturtulamayacak, biraz ondan biraz bundan ve tezatlarla dolu bir genclik; biz.
  • karma nesildir. en basitinden hem ansiklopediden hem de internetten araştırma yetisine sahiptirler. hem misket hem de angry birds oynamışlardır. modernliğe de sahip çıkarlar, nostalji işini de iyi kıvırırlar.

    edit: hem amiga hem de ps3 ile oynayanlar da vardır.
  • 80 sonrası kuşağına verilen isimdir.
    özellikleri şöyledir;
    -interneti aktif olarak kullanırlar.
    -büyük kısmı arkadaşlık sitelerinden en az birine üyedir.
    -bilgiye anında ve kaynağından ulaşırlar.
    -uzun vadeli plan yapmazlar.
    -üretmekten çok tüketmeye yatkındırlar.
    -aynı iş yerinde uzun süre kalmazlar. sık sık iş ve pozisyon değiştirirler.
    -kendilerine güvenleri çoktur ve kendilerini kabul ettirirler.
    -uyum sağlamaktan çok kendilerine uyum sağlanmasını isterler.
  • 1981-2000 yılları arasında doğan kuşağa verilen isim"miş".

    ben durumu şöyle açıklayayım; tüm eğitim hayatını sayılar olmayan ve sadece "x,y,z" barındıran bir matematikte limit, türev, integral ve diferansiyel hesabı yapan bir nesildir. bu süreçte doğal olarak devrelerimiz biraz yandı.

    o gelen sidik kokusu değil yanık kokusu bu yüzden. bu yüzden marjinal gibi duruyoruz. biraz alkol aldığımız da doğru ama başka türlü çekilmiyor bu işler.

    öyle arada kaldık ki yıllarca üzerimize felaket bir yük bindirdiler; anadolu lisesi sınavlarına hazırlıklar, üniversite sınavına hazırlıklar, yabancı diller, master... iyi bir kariyer. her şey matematik. sözelci olursan para kazanamazsın...

    biraz eski kuşakların romantik duyarlılıklarını yitirdik biz de bu arada ama kendi duyarlılıklarımızı da geliştirdik arada. bu iş 9gag'de oldu, inci'de oldu, ekşi'de oldu, twiter'da oldu.

    neyse herkesin apolitik, özal kuşağı, bir cacık olmaz yoğurda yazık dediği yerde tüm dünyayı sarsan ve belki de ülke tarihinin en güçlü iktidarlarından birini titreten bir nesil olduk.

    sayın başkan suçu hiç başka yerde aramayın hepsi bernoulli ve ricatti'nin suçu. termal genleşme kat sayısını yok saydığınız ve ısı kaybetmediğini düşündüğünüz bir plakayı sürekli ısıtarak orta noktasındaki sıcaklığı hesapladık biz ezberden. kafamızdaki soru ise "ulan bu plaka hiç ısı kaybetmeyecek bir termal iletim kat sayısına sahipse nasıl ısınıyor amk?!" oldu.
  • sene 2003, üniversitede ilk yılım. bölüm sekreteri bir hoca her üç dersin birinde yüzünde bir tiksinme ifadesiyle bize şu tespitini söylüyor: siz 3t çocuğusunuz; televizyon, tost, test. derse geç geleni almıyor, sınavları 5 dakika ve test. başkasının yerine imza atanı affetmiyor, hemen de tespit ediyor ve bize asla güvenmiyor.

    2008'e kadar derse giren çoğu hocada o tiksinen ifade. hatta bölüm başkanı sırf bir dersini bizim iş beğenmememiz üzerine kurmuştu. iş ilanlarının çoğuna ilgi göstermiyormuş genç nesil...

    okul biter bitmez ailemle yaşamaya aynı zamanda işe başladım. iş de iş, ücretli öğretmenlik. tarih mezunuyum, edebiyat anlatacaksın dediler tamam dedim. ben bilmem yok. lise bilgilerim artı genel kültürüm artı biraz çalışmayla işi kotardım. doksanların başındaki bir nesle öğretmenlik yapıyorum. kankayım çocuklarla. tabi x kuşağı buna çok bozuldu. mengühan, öğretmenler odasından çok sınıfta ve bahçedesiniz... söylemleriyle tacizde bulundular. piknikler, öğle arası partileri, doğum günü partileri, bahçede - kütüphanede ders, huzur evi ziyareti vs etkinlikli bir yıldı. ertesi sene açık olduğu halde görev verilmedi.

    ders saati karşılığı küçücük bir dershane ile anlaştım. bu sefer tarih anlatıyorum. günde 3-4 saat dersim oluyor, hafta sonu daha çok. durumdan memnunum. çocuklarla harika diyaloğumuz var yine. önü gelen seçimlerde ülkeyi değiştireceklerine dair inançları harika. ateş ateş gözleri. *ikinci dönem bir önceki yılki okulum dersaneden adımı duymuş tekrar görev veriyorlar, ama coğrafya. tabi ki kabul, sabah okula öğleden sonra dersaneye giderim ne olacak.

    üçüncü yıl, dershane el değiştiriyor, büyüyor, yeni kadroya giriyorum tam zamanlı. bu arada kpss ye giriyor, sisteme küfrediyor, dershanesini de mebini de beğenmiyorum ama çalışıyorum. bulduğum ilk uzun tatilde şehir dışı.

    sonra bir anlık kararla evleniyor, şehir değiştiriyor, bir süre iş bulamıyorum. sonunda coğrafya öğretmenliği için bir dershane ile anlaşıyorum. patron 70, müdür 58 yaşında. başta her şey güzel. daha ilk ay zam alıyorum. lakin müdürle anlaşamıyoruz. sormadan kararlar alıyorum, uyguluyorum sonuç pozitif ve ticari bir kurum için harika dönüşler var. ama itaatkar değilim, ama her şeyi sorguluyorum. ikinci ayın sonunda kurumun öğle arası bizim paramızla bize verdiği yemekten çıkıyorum arkadaşlarımla beraber. sebep hesapların şişirilmesi. bireysel yediğimiz her öğle arası yemeğinde müdür tarafından sürekli öğrenci veya veli gönderilerek, toplantı yapılarak yine taciz ediliyoruz. ama bir zam daha alıyorum. maaşım müdürü geçiyor. türlü mobinglerden sonra adım elebaşıya çıkıyor ve ertesi yıl için teklif almıyorum. ama veda ederken patronun itirafı ve övgüsüne mazhar oluyorum: en çok çalışan, en hakkıyla maaş alan. ama elebaşıyım işte, huzur vermiyorum.

    ertesi yıl ülkenin zincir bir dersanesinde ve merkez şubelerinden birinde coğrafyacı olarak işe başlıyorum. müdür ve müdür yardımcım seksenli kuşaktan. harika anlaşıyoruz. inanılmaz mutluyum. yoğunluğa rağmen var gücümle ve şikayet etmeden çalışıyorum. artık coğrafyaya daha hakimim. çocuklarla yine aram iyi. derken bir gün samimi bir ders ortamında konu suriyeliler, her yere ücretsiz girmeleri, üniversite dahil vs. çocuklar konuşuyor konuşuyor. müdahale etmiyorum. zaten hafta sonu, 5. saatim, daha 7 saat dersim var. konu hükümete geliyor. başörtülü kızlar, erzurumlular falan hep eleştiride. konuşmayan sadece birkaç kişi, herkes muhalif gibi. ders bitiyor sazı elime alıp sadece, öbür dünyada değil, bu dünyada göreceğiz, yakındır allah cezalarını verecek, kimse kalıcı değil diyorum. çocuklar da onaylıyorlar sessizce dağılıyoruz. meğer konuşmayan o üç kişiden biri geleceğimi hazırlıyormuş.

    bir ay sonrası seksenlerin başında doğmuş kasıntı genel müdür gelip, kendi çapında bir soruşturma başlatıp beni işten atması gerektiğini ama özel sebeplerimden ötürü yapmayacağını şubemi değiştireceğini söylüyor. o gün sınıfta çocukların gazına gelmişim, beni denemişler sınamışlar, yapmamam gerekmiş. patron milletvekili aday adayı demiyor da. hafta içi merkez bir şube hafta sonu varoşda olmak üzere beni ikiye bölerek işime son vermiyorlar. bundan sonra kurum benim için bitiyor. sene sonuna kadar elebaşılığa, küfre, sormaya, sorgulamaya devam. tabiki ertesi yıl anlaşmayıp işsiz kalmayı seçiyorum.

    ve bu sene artık özel dersler ve bir takım işlerle seneyi tamamladım. eşimden ayrıldım, ailemin yanına döndüm. sigortam yok, maaşım yok. otuzlu yaşlardayım artık. ama hala gelecekten umutluyum. bu sene de kpss olmazsa ki bu sefer çok yaklaştım, sektör değiştirebilirim. hoş kadrolu öğretmen olsam bile bir süre sonra kurum değiştirebilirim. tıpkı arkadaşlarım gibi.

    az biliyorum belki ama öğrenmeye açığım. işimi eksiksiz yaparım, gerekirse son gün çalışır olağanüstü çabayla açığı kapatırım. sosyal ortamımdan ödün vermem. ailemle de aramı bozmam. internet hayatımdır, her işimi görür. şimdilik sonuna kadar tüketiciyim ama üretime geçtiğimde görün bir de... itaat edemem çünkü her şey kusurlu. en mükemmeli bulana kadar sorgulayacağım ve düzelteceğim.

    y kuşağı, 3t çocuğu, why generation, bullshit detector veya kayıp kuşak. ne derseniz deyin. ben de onlardanım ve gelecek bizim ellerimizde.
  • en üzüldüğüm ve içinde bulunduğum nesil. tam bir ara form ve bütün toplumsal baskıların üzerlerinde kontrolsüzce uygulandığı nesil.

    bu gariplerimin ana babalari 18 inde evlenip sevişti, z kuşağı zaten evlilik falan takmıyor bunlar böyle el ele göt gote kaldı.
hesabın var mı? giriş yap