• bu entry detaydır ve çeşitli filmler hakkında spoiler içerir.

    annesinin kuzusu cody (james cagney) ile yanardöner verna jarrett (virginia mayo) ilişkisinde yürümeyen bir şeyler vardır. cody’nin annesine olan aşırı düşkünlüğünü mimleyeyim önce. verna ikinci planda kaldığının, fazla bir önemi olmadığının farkındadır. cody annesinin sözünden çıkmaz, nasihatlerini ikilemez. çetesinin üyelerine çok katı davranan histerik koca bebek, annesinin kucağında âdeta çocuk kesilmektedir. bu moral bozucu durum verna’nın femme fatale damarını kabartacaktır. verna’yı bir başka gangstere yönlendiren başkaca bir neden cody’nin fiziksel yetersizliğidir belki de; ama asıl itici kuvvet, cody’nin aynı zamanda tavan yapmış narsisizmidir. cody’nin hapishaneye düşmesinin ardından verna da cody ile aynı çeteyi paylaşan bir gangstere kapılanır. cody bu durumdan annesi vasıtasıyla haberdar olacaktır. cody annesi olmadan bir hiçtir. femme fatale’in güçlünün, genç-yaşlı ayırt etmeden parası olanın safına geçişini birçok örnekte müşahede ediyoruz. verna bireylikleri açısından örneğin kurosawa'nın yoidore tenshi’sindeki femme fatale figürüne göre daha net çizilir; ama benzer dürtülerle hareket ettikleri aşikârdır. verna güçlü bir erkek arayışındadır, ama aynı zamanda sevebileceği bir erkeğin peşindedir.

    cody’nin hayatını paylaştığı kadına karşı ‘annesine rağmen’ cephe alması önem kazanır. verna’nın saf değiştirmesi salt cody’nin hapishaneye düşmesiyle bağlantılı olarak değerlendirildiğinde izleyeni eksik bir yoruma götüreceğini düşünüyorum. cody’nin iktidardan düşmesi iki uçlu bir soruna işaret eder: ilk olarak, sözlüğün ilk anlamıyla, gücün yitirilmesi söz konusudur. çaptan düşen gangster şefi hapishaneye girer ve karısı da onu terk eder. verna’nın yeni sevgilisi kocası cody’nin adamlarından biridir. ikinci olarak, iktidardan düşme olgusu fallus’un yenilişinin de temel bir göstergesidir. bir diğer mesele: potansiyel olarak geylerin saldırgan bir eğilim içinde olabileceklerini, sadistik özellikler sergileyebileceklerini varsaydığımızda (bu noktada freud’a bağlı kalıyorum) küçük sezar rico’nun (little caesar), george hally’nin (the roaring twenties), anti-sosyal cody jarrett’ın heteroseksüel strüktür içinde, kadınlara karşı saldırganlıklarını dışavurarak eşcinsel kimliklerini bastırdıkları ileri sürülebilir.

    cody jarrett, dünyanın merkezindeki üstün varlık, herkesin ve her şeyin kendi etrafında dönmesini isteyen gururlu bir yaratıktır. megalomandır. cody’i cody yapan şeyler temelde sahip olma tutkusudur. sahip olunan, sonsuz olmadığı için, sahip olmanın bizatihi kendisi ‘son’lu olduğu için geriye tek bir şey kalır: ölüm. ölüm, eni sonu nihai tatmindir. ait olduğu dominant erkekler klasifikasyonunda öncel ve ardıllarıyla yükseliş ve düşüş’ün pratik alanındaki bütünüyle id’in ilkel dürtüleriyle eyleme geçen gangster tiplemelerinden sadece biridir. annesinin (süperego) yönlendirmeleri ve façasını ara sıra düzeltmesi sonucu kendisini ancak dizginleyebilmektedir.

    cody’nin öncellerine bakalım: little caeasar’da rico (edward g. robinson) proleter kökenli küçük bir italyanken, zamanla büyük bir mafya şefi olmuştur. o da ardılı cody gibi polislere teslim olmayı asla seçmeyecektir. konu bağlamında this gun for hire’deki philip raven (alan ladd) ile le samouraï’daki jef costello (alain delon) mevcut halkaya ait gangsterlerdir. cody, rico, raven, costello polislere teslim olmaktansa ölmeyi yeğlerler. hawks’ın scarface’indeki tony (paul muni) al capone referanslı münferit bir kişiliktir. de palma’nın scarface’i (1983, yaralı yüz) senarist oliver stone tarafından castro döneminin sosyalist kübası’na uyarlanmıştır. her iki filmde de aşırı baskıcı, kıskanç, kız kardeşine karşı tuhaf bir bağlılık besleyen arızalı gangsterler mevcuttur (ilk filmde paul muni, ikincisinde al pacino).

    sayılan filmlerdeki gangsterlerle cody arasında detayda farklılaşsa da mutlak benzerlikler dikkati çekmektedir. esasen şu: hollywood’da 1930’larda çekilen gangster filmlerinde bütünüyle ahlaksal bakış açıları egemendir, dolayısıyla bu öykülerde -olaylar yeraltı adamlarının gözünden anlatılsa da- kanun ve düzenin, liberal yasaların yanında, polis saflarında yer alınmıştır. konjonktürel anlamda bir farklılıktan söz edilebilir. 30’lu yıllarda gangsterler, polislerle sokak çatışmalarına girecek denli gemi azıya almışlardır. bu nedenle hollywood prodüktörleri ve yapım stüdyoları filmin başında çeşitli ara-yazılarla, jenerik yazılarıyla saflarını belli etmişler, mevcut düzenden yakındıklarını belli etmişlerdir. o yıllarda sansürlenen yapıtlardan biri de hawks’ın az önce sözünü ettiğim scarface’idir. angels with dirty faces’de ise rahipler, gazeteciler, polisler, avukatlar, hâkimler kanunun yanında boy gösterirler.

    cody jarrett ‘iktidarı’ elinde tuttuğu sürece verna da onunla birlikte olmuştur; ama aldatma ve terk etme potansiyeli taşıyan dişi için ikinci planda olmak başlı başına bir sorundur. koca bebek cody bunu görememiştir; göremediği için de arkasından çevrilen dolapları yine annesinin kendisine bildirmesiyle öğrenecektir.

    kara anlatıların mükemmel timsallerinde ihanetin affedilmediği, sineye çekilmediği niagara ve the big heat kanalıyla da örneklendirilebilir. out of the past’ta ihanet âdeta tarzın konvansiyonlarını inkâr edercesine kabullenilir, hasıraltı edilir. ama yine de cinayet ve trajedilerin ihanetten kaynaklandığı aşikârdır. partnerler ve evli çiftler açısından ihanet bastırılıp kabul edilse de ihanetin yol açtığı trajedilerin altı kalın harflerle çizilir.

    scorsese’nin casino’sunda femme fatale (sharon stone) ihaneti kocasını (robert de niro) öldürtmek için bir araç niyetine kullanarak vücudunu koz olarak öne sürer. night and the city’de ihanetin ucu felakete dokunur. anlatıdaki üçlü kombinasyon içinde figürün biri intihar eder (sullivan), diğeri sokaklara düşer (googie withers) bir diğeri de (richard widmark) gangsterlerce öldürülür. kastettiğim salt fiziksel bir ihanet değildir. sonuç olarak aldatma, film noir kanonu içinde durmaksızın yinelenen canlı bir laytmotiftir. ihanet öykülerin örgenleştirilmesindeki başat ögelerden biridir. temel entrikanın yürürlüğe konulmasında önemli bir ögedir. out of the past’ta, the postman always rings twice’da, double ındemnity’de, human desire’da, white heat’te entrikanın itici gücünü oluşturan en önemli ögelerden biri olarak ihanet olgusu gösterilebilir.
  • raoul walsh'un en bilinen filmlerindendir. nevrotik, anne takıntılı gangster james cagney, annesinin ölümünü haber aldığı hapishane sahnesi gibi sahnelerde coşmuştur, perdeye müthiş gergin bir elektrik yaymaktadır.
  • 1949 yapımı, başrollerini james cagney ve virginia mayo'nun oynadığı, yönetmenliğinde roul walsh'ın bulunduğu film noir ve dram türündeki filmdir.
  • raoul walsh kimdir ne yapmıştır bilmeyenlere, film nuarım diye piyasaya çıkan bir dolu filmi birbirine iliştirilmiş gölgeli kareler haline sokup anneee bittiii aczine, bir çocuk masumiyetine indirgeyen sinema olayı. ana kuzusu bir ganster, firarlı hapis, köstebekler, tren soygunu, petrol tesisinde patlayan silahlar falan, hepsi bu filmde.
  • müthiş senaryosu, hızlı kurgusu ve james cagney'in oyunculuğuyla yılının çok ötesindeki film. james cagney abartılı oyunculuğuyla yeni bir çığır açmıştır. hala en iyi gangster filmlerinden biri olarak gösterilir.
  • öncelikle bu filmin çekilmiş gelmiş geçmiş en iyi gangster filmi olduğu üzerinde durmak isterim. suç filmleri bazında kilometre taşı diyeceğim az kalacak. çünkü zamanının da ötesinde yer alan bir film. günümüzde yeniden yapılmak istense herhalde sadece kostümler üzerinde oynanabilir ama o fötr şapkalar da hafif eğik değilken kafada o film olmaz zaten. neresinden ele alayım; hitchcockvari anne saplantılı çete liderinden mi, hapishaneden kaçış sahnesinden mi, arabalara monte edilen sinyal vericiler mi, polisin çete içine sızdırdığı muhbir mi ya da amerika’nın o zamanlarda dahi mabedimdir deyip taptığı petrol tesislerinde neticelenen görkemli final sahnesi mi. aşk, ihtiras, gözyaşı hepsi var. tüm bunların ötesinde 40’lar için oldukça soğukkanlı bir katil var. james cagney performansıyla nefes kesiyor cidden. şimdikiler gibi ağzı konuşmuyor. silahı konuşturuyor ki bu baya gerici bi atmosfer yaratıyor ne zaman kime patlayacak diye bekliyor izleyen. coppola, scorsese ve palma gibi yönetmenler için gogol'un paltosu minvali bir anlam taşıdığı çok açık ortada.
  • madonna ablamızın 86 çıkışlı true blue albümünden hoş bir çalışması. şarkının içinde bikaç tane conversation duyarız, galiba yukarıdaki entirilerde girilen filmlerin bir tanesinden. soundtrack olur o zaman bu.
  • 1926 yapımı, başrollerini juliette compton ve wyndham standing'in paylaştığı, thomas bentley'in yönetmenliğini yaptığı dram türündeki film*.
  • alakasiz gibi lakin cody karakteri heath ledger’in joker’ini animsatti bana. canlandiran aktor hayvan gibi oynamis psikopat gangaster rolunu. helal olsun.
  • yönetmenliğini raoul walsh'ın üstlendiği 1949 yapımı amerikan filmidir.

    cody jarett(james cagney) profesyonel bir soyguncudur. hayatta tek güvendiği kişi ise annesidir. tünel çıkışındaki posta treni soygununda geride izler bırakan cody, polis tarafından yakalanmak ve gaz odası ile cezalandırılmak üzereyken, yeni bir plan yapar.

    james cagney'in muazzam bir oyunculuk sergilediği filmi biraz değerlendirelim;

    --- spoiler ---

    filmde, açılış sahnesinden final sahnesine dek aksiyon, gerilim ve heyecan neredeyse hiç azalmaz. çünkü senaryo, zekice işlenmiş bir olay örgüsüne ve kurguya sahiptir. cody; bir taraftan gücü, liderliği ve hırsı simgelerken diğer taraftan yalnızlığı, bağlılığı ve güven duygusunu simgeler. ayrıca freudyen bir bakış açısıyla odipal saplantısı olan bir kişi olarak da karşımıza çıkar.

    verna jarett(virginia mayo), kocasına duygusal yakınlık kuramayan bir eştir. bu, big ed(steve cochran) karakteri ile olan yakınlaşmasından ve cody'nin annesine duyduğu güven duygusunu kendisine duyamayışından anlaşılabilir.

    ma jarret(margaret wycherly), cody'nin duygusal yakınlık kurabildiği tek insan olmasının yanısıra aynı zamanda onun en büyük suç ortaklarındandır. nitekim cody hapiste iken, big ed'e göre çeteye liderlik etmesi gereken ve edebilecek tek kişi olarak kendini görmektedir.

    hank fallon'a(edmond o'brien) gelecek olursak; kendisini, başladığı görevi bir şekilde yerine getiren kişi olarak anlatabiliriz. her ne kadar bazı yerlerde kendisi hakkında ipuçları verse de nihai neticede filmin son sözünü kendisi söylemiştir.

    filmin en dikkat çekici sahnelerinden biri ise, cody'nin küçükken annesinden dinlediği "truva" şehrinin hikayesini anlatmasıdır. nitekim kendisi de bu hikayeye benzer bir senaryo yaşamıştır. hikayeyi anlatırken de "wooden horse" kelimelerini söyledikten sonra hikayeyi devam ettirmemiştir. bu da küçük bir ayrıntıdır.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap