• "kulaklarını müziğe ver, gözlerini resme aç ve... düşünmeyi bırak!"
    - wassily kandinsky

    wassily kandinsky, küçük nokta, 1939 : görsel
  • soyut resim, aristokrat ve soylu insanlara hitap eden bir sanat dalıdır.

    yok la yok, şaka! ne dedikodu yapacağız şimdi. hadi çayını tazele gel hemen.
    şu bizim soyut resmin ağababası olarak bildiğimiz wassily kandinsky yok mu? hani kuramcı olan yok mu be... hah işte o moskovalı. şimdi bu bizimki kuzeni anya shemyakin’e gönlünü kaptırmış. dedik yapma wassily, etme kuzensiniz siz. ne mümkün! seviyorum diyor, başka da bir şey demiyor. içip içip kapılara dayanmaklar. karışık kuruşuk resimler yapmaklar. sapıttı iyice! neyse, sorduk anya’nın da gönlü var, aşkın önünde dağ olsa duramaz. evlendiler. sonra ne olduysa bu bizimkinin sevipte kavuşamamaktan yaptığını sandığımız tuhaf resimlerini pek bi’ beğendiler. aslında hukuk, iktisat ve etnografya okudu ama bıraktı işi gücü, karısına da sen moskova’da kal, ben seni sonra yanıma aldıracağım diyip gitti almanyalara. münih anton azbe sanat okulu’na kaydoldu. bu almanya’nın suyundan mıdır, havasından mıdır bilinmez, kaptırmış gönlünü gabriele münter adında alman expressionist bir ressama. bizim aşk adamı sadece 4 yıl evli kaldığı eşinden bir çırpıda boşanıverdi. yeni sevgilisiyle verdiler elele tunus, fransa, hollanda, italya... nerede sergi, orada bunlar. seyahat etmelere doyamadılar. gel zaman git zaman birinci dünya savaşı patlak verdi. bizimki rus vatandaşı olduğu için almanya’yı terk etmek zorunda kaldı. eee tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır. moskova’ya döner dönmez nina von andreevskaya adında sülün gibi bir rus kıza görür görmez aşık oldu. ikinci eşini de ilk eşi gibi yine bir başka güzel için terk eden çapkın ressamımızın bu aşk üçgeni sırasında yaptığı resimler ise birçok uluslararası sanat galerilerinde sergilenmekteymiş şu an.
    yani demem o ki; hey aşk, sen nelere kadirsin!
  • neden sevdiğimi bir türlü bilemediğim, beni her yerde bir şekilde bulup içine çeken eserlerin sahibi ressam.

    kendisi beyaz rengini "tüm renklerin içinde kaybolduğu bir dünyanın sembolü" olarak tanımlayıp, 1920'lerin başında hatırı sayılır sayıda beyaz rengin domine ettiği eserler meydana getirmiş. aslında avukat olan ressama göre "dünya, ruhlarımıza dokunamayacak kadar fazla bir harmoni içerisindedir. aşılamaz bir duvarmışçasına büyük bir sessizlik kefen gibi kaplar hayatlarımızı. bu bir ölüm sessizliği değil, olasılıklara gebeliktir. beyaz, doğumdan önceki hiçliğe, buz devrini yaşayan bir dünyanın çekiciliğine sahiptir."
  • aynı zamanda ressam olan bir akademisyene kendisinden bahsetmeye çalışırken aşağıdaki diyaloğun oluşmasına sebebiyet vermiş er kişi.

    -ben de kazinsky seviyorum çok.
    + ?!1?!??!
    -yok pardon kavinsky
    +...
    -...
    +kandinsky ... (burda daha fazla can çekişmeyeyim diye beni vurdu kral)
    - (iç ses: ne skimse işte) evet evet ay çok pardon kandinsky*... (utançtan gebermiş surat)
  • en güzel işlerini çocuğunu kaybettikten sonra yaptığına inandığım ressam. 1920 sonrası eserlerindeki soyutsal netlik oldukça ön planda.
  • geçenlerde, bir arkadaş ile telefonda konuşurken, bana aniden bir fotoğraf gönderdi. rastgele karalanmış bir kâğıttı gönderdiği. "bu sana neyi tedai ettiriyor?" dedi. suali yöneltiş şeklinden anlaşılıyordu ki; burada bir “tuzak” vardı. biraz düşündüm, "kandinski'nin kompozisyonlarını hatırlatıyor" cevabını verdim. muhtemelen minik çocuğu çizmiştir diye düşündüm kendi kendime. sonra doğruladı beni. bu girizgahtan sonra kandinski'den söz etmek istiyorum.

    vasili kandinski mücerret (soyut) ressamların ilklerinden sayılır. resmi bir mânâda müziğin dili olarak kabul ederdi. çocukken piyano ve viyolonsel çalardı. resim de, musiki de onu her zaman büyülerdi. ilk resim malzemelerini biriktirdiği paralarla satın aldığında henüz on üç yaşındaydı. tabiata ve renklerin temaşasına karşı koyamayacak kadar saf ve masumdu. bütün büyük sanatçılar çocuklar gibi saf tecritte bulunur.

    michael sadler, vasili’yi şöyle tarif ediyor: "müziği resmetmektedir. müzikle resim arasındaki duvarları yıkmış ve daha iyi bir resim arayışıyla 'bediî zevk' adını verdiği saf duyguyu ifâde etmeye çalışmıştır. zevkle iyi müzik dinleyen herkes, açık, fakat izâhı imkânsız bir heyecanın varlığını kabul edecektir." hakikaten mücerret resim de, musiki gibidir. müzik kulağı ters yolda olmayan; cılız anlayışlı insanlar bile kandinski'nin resimlerindeki acayipliği sezecektir.
    fransız bestekâr claude debussy'nin eserlerini dinleyen birisinin hatırına müşahhas şeyler pek az gelir mesela... "deniz"i (la mer) dinleyelim şimdi…

    debussy’nin de bir çocuğunki kadar saf ruha sahip olduğunu söyleyebiliriz. kandinski yalnız müziği seçseydi, debussy olabilir miydi? bilemiyoruz… ikisinin de çocuklar kadar saf anlayışa sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

    çocuk ruhundan kastettiğim şey hayalin (imajın) körelmemesi. kötü, zevksiz şeylere karşı direnç göstermek ve ayırt edebilmek…
    picasso, çalışma odasına girmeden önce meâlen şöyle demiş ya: "çalışmaya başlamadan önce ruhum dışındaki şeyleri dışarıda bırakıyorum; tıpkı camiye giren bir müslüman'ın ayakkabısını dışarıda bırakması gibi!" işte “tecrit”ten kastımızı picasso’nun sözleriyle açıklamış bulunuyoruz.

    ***

    bir çocuk ruhlu daha: cy twombly
    bir başka çocuk ruhlu sanatçı da ressam cy twombly… bu adamın eserlerinin çoğunun, bir çocuk tarafından yapıldığı düşünülebilir.
    twombly, 1953'te new york’s stable gallery’de bir solo sergi düzenlemiş ve birçok münekkitten kötü yorumlar aldı. galerinin kurucusu olan eleanor ward sergide olanları şu şekilde anlattı: “birkaç sanatçı dışında herkes twombly'e düşmanca davranıyordu. meşhur bir eleştirmen o kadar dehşete kapıldı ki, alnını kaşıyarak sokağa çıktı ve daha sonra galerinin olduğu bloktan kaçtı.” twombly, dışavurumculuktaki kendine has üslubuyla uzun süre alay mevzuu olmuş… 1957'de roma'ya yerleşmiş. yunan-roma mitolojisi ve klasik edebiyattan beslenmiş. buradaki karakter ve figürleri resmediyormuş meğer; tabiî bu çok sonraları anlaşıldı.

    twombly bence bir yönüyle, insanları bir çocuk kadar heyecanlı, tutkulu ve hayalperest ve dahası saf olmaya davet ediyor. onun müphem eserlerine dair kendi dilinden bir ipucu: “çizgim çocuk gibi, ancak çocuksu değil. taklidini yapmak oldukça güç. bu kaliteyi elde etmek için kendinizi çocuğun çizgisine yansıtmanız gerekiyor. bunu hissetmek zorundasınız."

    böyle insanların gördüğü ile bizim baktığımız "şey"ler arasında fark vardır. büyüyüp de içindeki çocuğun sesini duyabilmek utanılacak bir şey değildir. çocuk ruhlu insanlar ibda edici rollerini kaybetmeyenler olabilir mi?

    buradan kendimize bir misyon çıkarmak gerekirse; ne kadar çocuk ruhlu kaldığımızı sorabiliriz herhalde...
  • moskava'da açılan bir sergide claude monet'e ait saman yığınları eserinden çok etkilenip, almanya'da sanat eğitimi almaya karar vermiş soyut resmin en büyük temsilcilerinden biri olan rus ressam
  • kendisi hakkinda eglenceli bir okuma icin (ingilizce) resimlerle kandinsky ve munter’in ask hikayesi
  • farklı bir hayatı olan rus ressam. kısa özeti için tık
hesabın var mı? giriş yap