• aklıma nazım hikmet'in "memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak" dizelerini getiren söz. sahi hangisi daha uzak? onun açısından bakıldığında hepsi aynı uzaklıkta belki de. peki ya bizim için?

    oysa hiçbir yol bitmez değil, sayılıpta geçmeyen gün de yok. uzaklık içimizde, önümüze koyulan engellerde, aşılmıyor bazen ve herşey yıldızlar kadar uzakta kalıyor.

    uzakları yakın edenlerle kesişsin yolunuz.
  • - "yalnızca içteki yakındır; başka her şey uzak..."
    *
  • gonulden irak
  • - bi yol daha alabilir miyim?
    - efendim?
    - ay şey, bi çay daha diyecektim, alabilir miyim?
    - tabii hanımefendi, hemen.

    garsondan istediği yoldu, basit, yol, asfalt döşeli, kamyoncuların uzun malbuşlarını tükettiği, uzak, dağlar arası, güneş doğası, yol. sadece. ama çevirdi. çay istedi. demli, şekersiz. ''yol alayım'' dedi. ''siz bilirsiniz'' cevabını aldı. garsonun asılan suratını takamayacak kadar üzgündü.

    - bi rakı alabilir miyim?
    - efendim?
    - ay şey, biraz daha ömür isteyecektim, sabredebilmek için.
    - tabii hanımefendi hemen.

    ömür yerine kolonyalı mendil geldi. elini yüzünü silip şükür dedi.
    o da olmayabilirdi. değil mi?

    insan olmaya daha çok yol vardı.
  • beni çağırmadığın her yer.
  • "sevmeyen bir kalp kadar uzak değildi hiç bir yer." *
  • --- spoiler ---

    fotoğrafçının, kasabadan gelen çocuğun, sigarasını yakıp içmesi o uzaklığın yaklaştığı tek andı.
    --- spoiler ---
  • sadece mesafeler için değil,
    ihtimaller için kullanıldığında bile şartları aleyhinize çeviren sıfatların en küfürbazıdır.

    uzaklarla dolu bir yaşamım olduğundan,
    neyi sevsem, neyi istesem yolu benden uzağa vardığından
    artık yeter, haddini bil diyesim geliyor bazen.

    eğer bir uzak daha girerse hayatıma,
    o gün oracıkta ben, kendi ellerimle kendimi kaf dağına gömeceğim,
    al sana uzak diyeceğim. istediğin oldu mu şimdi diyeceğim.

    dün hayatımdaki yedinci cenazeye katıldım. yaş 28 dersek, ortalamam epey yüksek.
    son yıllarda peş peşe gidiyorlar, iki elim göğsümde öylece bakakalıyorum arkalarından.
    bana uzakları öğreten ilk onlar oldu.
    üstelik çok çaresiz bir uzaklık bu.
    resimleri ben de, anıları ben de, aileleri yanımda, onlar yok.
    dün 9 yaşındaki irem’i toprağa verdik.
    uzaklara giden en yeni isim o oldu; beyaz kraliçe artık özlenenlerin de kraliçesi.

    diğer kayıplarımı da ömrüm vefa ederse, sözlüğe yazmak istiyorum.
    vahide sultan, pişkin erhan, aşıkların aşığı cancin, kara salih’in annesi, dedem, amcam, irem…
    hikâyelerini yazmak özlemlerini azaltmayacak ama nasırlarıma iyi gelebilir. (belki…)

    ama uzaklar sadece ölümlerle girmiyor hayatıma,

    mesela hayatımda çok olmasını istediğim bir şey var; bak biri değil, bir olay değil.
    şey işte; yani elle tutulmuyor, gözle görülmüyor.
    kalbimin altında öyle atıyor; ne ben onu tanıyorum, ne o beni tanıyor.
    belki bazen yan yana geçiyoruz...
    ama nasıl uzak...
    nasıl deli gibi kaçıyor benden, anlatamam.

    bana candan içre can olsun dediklerim, uzak duruyor şimdilerde.
    küçücük sözleri uğruna kilometrelerce yol gittim bazı arkadaşlarım için.
    bir tanesi için günlerce uykusuz kalmışlığım var,
    biri için el oğluna saatlerce dil dökmüşlüğüm var.
    yıllarca çok kötü zamanlarımızda yan yanaydık.
    şimdi hayat güzelleşti, herkes iş güç sahibi oldu, iyi kötü bi düzen kurdu,
    hadi diyorum, atlayın gelin bu haftasonu, yarın göreyim bi sizi diyorum.
    ık bık yapıyorlar telefon denen zıkkımında.
    yok iş var, yok hatun salmaz-trip atar, yok o gelirse ben gelmem.
    geçenlerde isyan ettim resmen
    -oğlum istanbul'da 11 aydır it gibi yalnızım, resmen sanal bi hayatım oldu,
    siz hepiniz izmit'te kaldınız, ben burda çuval gibiyim şerefsizler.
    ulan askere gittiniz? ta oralara, yeminlerinize gelmedim mi,
    kız istemeye gidilecek, gelmen lazım, olay çıkacak dedin, gelmedim mi,
    karakoldayım dedin, gelmedim mi
    hastanelere, aşık kavgalarınıza, ev sahibinizin evden kovduğu akşamlarınıza yetişmedim mi?
    geleceksiniz lan işte, gelip benimle içeceksiniz.
    sanki yük taşımaya çağırıyorum herifleri.
    yıllardır sesim çıkmaz, köşemde sağlam hatunumdur, dururum.
    ağlamam kolay kolay, kimseye gönül koymam, suratımı hayatta asıp oturmam.
    ama bittim ulan işte, dibe vurdum.
    kuyunun en karanlık dehlizindeyim,
    alkolik olacağım, ota saracağım az kaldı.

    gelin lan işte.
    uzağıma düştü hayat.

    biri de iyi bir şeylerden bahsetse artık olmaz mı?

    yani bi de yazıyı okuyanlar, böyle bunalımın teki sanacak beni,
    habire gözü yaşlı, karanlık biri belleyecekler.
    deli gibi de gülerim halbuki durmadan.
    bi yanım hala umutlu hayattan, insandan ve aşktan...
    ama sadece benim umutlu olmam yetmiyor ki.
    arada da hayat adam gibi davranacak,

    azıcık yakın etse uzakları,
    azıcık gerçeğe dönse umutlar...

    neyse ya, uzaksa uzak... elimden bir şey gelmiyor.
  • "uzak nedir?
    kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
    gidecek yer ne kadar uzak olabilir?"

    *
  • "uzak nedir?
    kendinin bile ücrasında yasayan benim için
    gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
    başım açık, saçlarımı ikiye
    ortadan ayırdım
    kimin ülkesinden geçsem
    şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
    cesur ve onurlu diyecekler
    halbuki suskun ve kederliyim
    korsanlardan kaptığım gürlek nara
    işime yaramıyor
    rençberlerin o rahat
    ve oturmus lehçesinden tiksinirim
    boynumda
    bana yargi yükleyenlerin
    utançlarından yapılma mücevherler
    sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
    mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
    uzun yola çıkmaya hüküm giydim. "*
hesabın var mı? giriş yap