• bunu isteyen insanlardan biri de benim.

    başlamadan önce söylemek istiyorum, türkiye'nin hemen her şehrini dolaştım, her bölgesinde yaşadım, her yöresinden insan tanıdım ve türkiye'ye dair çok şeyi biliyorum. sadece istanbul türkiye'sinden bahsetmiyorum. o bir masal bence.
    (bkz: memur çocuğu olmak)

    eğer hiç yurt dışına çıkmamışsanız çok da koymaz türkiye'de yaşamak. çünkü bildiğiniz tek gerçeklik türkiye'dir. geri kalan ülkeler/oradaki hayatlar sadece televizyonda gösterilen ya da birilerinden duyulan ve bir çok insan için gerçekçiliği film kadar olan bir durumu teşkil eder.

    ve bu durumun iyi ya da kötü olduğunu anlamanız için kıyas yapabilmeniz gerekir.
    türkiye nasıl? diğer ülkelerde yaşayan insanlar nasıl?

    içinde yaşadığınız süre boyunca bir çok olayı yadırgamaz ya da yargılamazsınız ve bu nedenle alışırsınız.

    sürekli elma verdiğiniz tavşanınızın armut isteyememesi ve elma ile yaşamaya, cır cır da olsa devam etmesi ve elmasını beklemesi gibi.

    mesela yaya geçidinin sadece dekor amaçlı olduğuna emin olmuşsunuzdur. ehliyet almak için girdiğiniz trafik sınavında ya da yazılı bir sürü kuralın aksine dekordur işte yaya geçidi. sonra bir gün size yeşil yaya ışığı yanarken araba çarpar. hastanede gözünüzü açıp, hayatınızın hakkını aramaya çalıştığınızda, polisin olay için tutanak bile tutmadığını öğrenirsiniz. ve size utanmadan "orada haftada 5 kaza oluyor, hangisinin tutanağını tutayım" diye cevap verir. polis ki görevi halkı, yasayı, ülkeyi yani bu durumda beni de korumak olan kişi.

    bu olaydan sonra sadece yaya geçidinin değil, yaya ışığının ve polisin de dekor olduğunu fark edersiniz.
    günleriniz böyle devam eder.

    bir gün erasmus sayesinde ilk kez yurt dışına çıkar, slovenya gibi avrupanın çok da parlak olmayan, minicik, küçücük, çoğu kişinin yerini bile bilmediği bir ülkeye gidersiniz.

    dışarı çıkmış arkadaşlarınızla buluşacaksınızdır, yolun karşısına geçip biraz yürümeniz gerekir yurttan çıkınca. tam karşıya geçilecekken karşıdan bir arabanın hızla geldiğini fark edersiniz, ve trafik kazası sonucu oluşan korkunuzla yolun başında beklemeye başlarsınız. araç sizin geçeceğiniz yola bir iki metre kala durur. siz durursunuz, araç durur. "niye geçmiyo mina koduğumun" diye düşünürken sürücüye bakarsınız ve onun da aynı bakışlarla size baktığını görürsünüz.

    o an yaya bir insan olarak arabalı bir insandan daha değerli olduğunuzu anlarsınız. dahası gerçekten varmış ya lan trafik kuralları dersiniz. oha dersiniz. sonra böyle artist artist yavaşça geçersiniz. şoföre minnettar bakarak tabi bir yandan. çünkü türkiye'de büyüdüm ben ve şoför yaya geçidinde yol veriyorsa bu minnet duyulması gereken bir davranışı teşkil eder.

    sonra ilk kez kadın olarak istediğiniz şeyleri rahatça giyebilmenizin keyfi. mini etek giyersiniz kimse bakmaz, gece tek başınıza ve biraz sarhoş bardan dönmeye kalkarsınız ve kaybolduğunuzda insanlar size gerçekten sadece yol tarif eder. iyi geceler diler tabi bir de.

    (bkz: türkiye'de kadın olmak)

    ders aldığınız öğretmenler size kendi ülkenizdeki öğretmenleriniz gibi işkence etmezler, proje kağıtlarınızı yırtmaz ve size hakaret etmezler. sizi mesleğiniz için yetiştirmeye çalışırlar, aynı zamanda iyi bir insan olmanız için. yaptığınız projeyi beğenmediğinizde sizi cesaretlendirirler, iyi bir meslekdaş olacağınızı söylerler, bunu yaparken size projenizdeki olumlu yönleri gösterir, bunun boş olduğunu değil, sizin dolu olduğunuzu anlatırlar. ve hatanın tümünün sizde olmadığını anlarsınız. ve bunu ne yazık ki ilk kez anlarsınız.

    size öğretmenlerinizin çiğnemiş olduğu özgüveninizi geri verirler. çok şey eksildiğini görüp gene de mutlu olursunuz.

    ilk kez gerçek özgürlüğü yakalarsınız. hem de yurdunuz bile olmayan bambaşka, size yabancı bir ülkede. bu nedenle o ülke "kendinizi evinizde hissettiğiniz son yer" olarak kalır yüreğinizde.

    sonra aylar geçer, mevsimler geçer yaz gelir ve ülkenize dönersiniz.
    bunu söylediğim için üzgünüm, türkiye'de gerçekten de çok güzel denizler, dağlar, ormanlar ve belki içlerine inilse çok da iyi olabilecek insanlar var, ama ben türkiye'ye döndüğüm için üzülmüştüm.

    okulunuza devam edersiniz, bir şeyin değişmediğini görüp, insanların egolarından sıyrılıp okulu bitirmeye odaklanırsınız. sonra şartlarınızı daha iyileştirmek için yüksek lisans yaparsınız.

    ilk işe başladığınızda size önerdikleri maaş tek başınıza sizin bir eve çıkıp geçinmenize olanak sağlamadığı gibi iki arkadaşınızla sikindirik bir eve çıktığınızda dahi karnınızı doyurmakta zorlanacağınız bir para olur.

    gene de bir yerden başlamak lazımdır ve işe başlarsınız.

    konuşulan mesai saatlerinin dışında da çalışırsınız ek ücret almadan, patronun azarlarını da dinlersiniz, zam almanız gereken zamanda bunu söylediğinizde atılma raddesine de gelirsiniz.

    bir yerde tak eder yeni bir işe başlarsınız. şartlarınız biraz daha iyidir, artık 3 kişilik çalışan evinizde istediğiniz tüm zamanlar olmasa da arada dışarıda para harcamaya da başlarsınız.

    aradan uzun yıllar geçmiştir, eviniz dediğiniz yeri özlersiniz ama artık o da bir hatıradan başka bir işe yaramaz.

    sonra bir gün mühendislik denklik sınavı gibi bir şey duyarsınız. biraz araştırırsınız ve teknik öğretmenlere bir sınavla mühendislik yetkisi verileceğini öğrenirsiniz. sınavın soruları yayınlanır, bakarsınız, lgs sınavlarından biraz hallice.

    sonra düşünürsünüz ben neredeyim diye. ne yaptım ve neden yaptım diye. küçüklüğünüzden beri en başarılı öğrenci olmaya çalışıp, bir çok sınavı atlatıp, dersanelere gidip, hayatınızı okullaştırdınız. ne için? daha iyi bir gelecek, daha iyi bir iş, daha çok para; bu sayede hayatınızı harcadığınız yılların karşılığının değerini düşünürsünüz...

    öss günlerinden bahsetmiyorum bile, kullandığım antidepresanlardan, uykusuz gecelerimden, hayatsız yaşanmışlığımdan bahsetmiyorum bile.

    sonra sorarsınız neden bunlar oluyor, nerede yanlış yaptım...
    yanlış olan, bu ülkede doğmak sanırım. ve bu benim seçimim bile değil.

    işsizlik maaşıyla dünyayı gezmeye çıkan isveçli gençler var. bizzat tanıdım. ben maaşımla taksime bile zor çıkıyorum.

    güzel ülkemin en güzel yerleri zaten o yabancılar için tutulmuş, en iyi koylar onlara satılmış, en karlı yatırımları onlar yönetiyor, en iyi araziler onların, en iyi lokantalarda onlar yemek yiyor, isimleri türkçe bile olmayan tatilköylerinde tatil yapıyorlar.

    ben hiç gidemedim o tatil köylerine. çünkü 4 günlük ücretleri benim bütün maaşıma denk.

    bunlar olup biterken gezi parkı olayları başlar, ülkemin polisleri, ülkemin güzel insanlarına insanlık haklarına aykırı bir sürü şey yapar. ülkem polisleri kahraman ilan eder. karşıt her görüşe basın yasağı koyar.

    o an böyle büyük bir olayı bile saklayan ülkenin sizden daha neler saklamış olabileceğini düşünürsünüz.

    inanır mısınız, ben düşündüm ve yok oldum.

    brezilyada ise benzer propogandalarda polisler direnişçilerle samba yapar.
    taylandda benzer propogandalarda polis yetkisini * bırakır.
    yakın zamanlı olaylar bunlar.

    ama benim dağları, denizleri, ovaları ve içlerine belki biraz çokça inilse iyilik olan insanlarla dolu ülkemde polis günlerce nedensiz yere şiddet uyguladı.

    ekmek almaya giden çocuğu öldürdü türkiye.
    ailesine basın yasağı koydu konuşamasınlar diye.

    işte o an hatıralarınız geri teper, insan olduğunuz günleri anımsarsınız, ve umarım da o geri tepiş size bir şeyleri değiştirme gücünü katar.

    ben artık bunu söyleyebilirim ki, bu ülke benim ülkem değil.
    hayatımın sonuna kadar yersiz yurtsuz olurum belki, ama insan kalırım.
  • psikoloji okumaya niyeti olan bir arkadaşım 2008 yılından 2010 yılına kadar viyana'ya gitmek için elinden gelen her şeyi yaparak nihayet 2 yılda vize sorunlarını çözdü ve bir gün ben iş yerindeyken yanıma gelip aha sonunda gidebileceğim vito! inanabiliyor musun? sonunda hayranı olduğum adamın* mezun olduğu okulda okuma şerefine nail olacağım! hadi gözün aydın türü nidalar eşliğinde yolcu ettik elemanı.

    evden de kalacağı yıl ve yiyeceği makarnaya kadar hesap kitap yaparak para aldı. daha doğrusu ailesi ona verebileceği tüm parayı verip yolladı. yolladı yollamasına da araştırırken atladığı bir konuda başına gelmeyen kalmamış.

    viyana'da devlete ait yurt yokmuş. yurtların tamamı özel, fiyatlar ve şartlar çok güzel ama kalacağınız yıl için haziran ayında rezervasyon yapmanız gerekmekte. arkadaşın da bu durumdan haberi yok. okul açılmadan önce* viyana'ya gidince öylece ortada kalıyor anlayacağınız. aldığı para da mümkün değil otel veya benzeri yerlere yetmeyecek. olur mu olmaz mı derken bu, birkaç gün parklarda yatıp kalkıyor. bildiğiniz sokakta kalıyor yani. sonra bir gün okuldan çıkınca mağazalardan birinde çadır satıldığını görüyor. daha sonra bunun kafasından "ulan gidip gezdiğim, hayvan gibi bahçesi olan schönbrunn sarayına çadır kurayım en iyisi" diye bir fikir geçiyor. neyse gidip çadırı kuruyor falan, birkaç günden sonra gidip bir bakıyor ki çadırın yerinde yeller esiyor. aha kesin çadırı toplayıp attılar. şimdi kaldım mı mal gibi ortada diye söylenirken toplanmış halde, bir ağacın altında bekleyen çadırının üstünde bir not görüyor: "sarayın bahçesinde bu şekilde kalmanız yasak ama kalacak yeriniz yoksa sizi sarayın misafirhanesinde misafir edebiliriz."

    "nasıl sevindim anlatamam" diyordu. düşünsene vito, kralla aynı interneti kullanarak seninle görüşüyorum. arkadaşım yurt sorununu çözene kadar sarayda misafir oldu yani.

    ulan düşünüyorum da böyle bir şey türkiye'de olsaydı, arkadaşım içindeyken çadırı yakarlardı be. polis bir destan yazardı adeta. işte böyle şeyler oldukça türkye'den siktir olmak işten bile değil be sözlük.
  • 2000'de türkiye'den ayrıldım. ayrıldım dediğim, okumaya abd'ye geldim. ama ayrıldım, çünkü biliyordum: hayatımın bundan sonraki kısmının çoğu türkiye olmayan bir yerde geçecekti. biliyordum çünkü istiyordum: hayatımın bundan sonraki kısmının çoğu türkiye olmayan bir yerde geçmeliydi. eğer bu ayrılık değilse, ayrılık nedir? düşününüz.

    2000'de türkiye'den ayrıldım ve ayrılırken ayrıldığıma çok mutluydum. gitmeden bir gün önce neşemin sebebini soran olsaydı şöyle derdim: türkiyeli olmayanlarla yaşayacaktım. ıncığını cıncığını bilmediğin bir dünyaya dalacaktım. umuyordum ki çok lüzumlu olmadığı sürece dönmeyecektim. 'tatillerde gelsem yeter' diyordum. öyle de oldu, okul dönemi tatiller dışında lüzumlu olmadığı sürece dönmedim. 13 senenin çoğunu türkiye olmayan bir yerde geçiriyorum.

    2000'de türkiyeden ayrıldım ve ayrıldığımda benim gibi ayrılmışlarla tanışıp tanışmayacağımı dahi hesap etmiyordum. filedelfiya'daki ilk akşamımda, south street'de yürürken türkçe konuşan iki adam gördüm. sevinçle yanlarına yaklaşıp merhaba dedim. (sonra bu tip denyoluklar yapmamayı öğrendim ama henüz bir sonram yoktu, en öncedeydim.) şaşaladılar, merhaba dediler. kendimi tanıttım, kendilerini tanıttılar. senelerdir burada oturuyorlardı, bir çiçekçileri vardı. çok mutlu görünüyorlardı. ben ne yapıyordum? okumaya gelmiştim. ben de artık buradaydım. türkiye'ye sık sık gidip gidiyorlar mıydı? bunu sorar sormaz ikisinin de bakışından bir gölge geçti. eğer o gölgenin ilk geçişi olmasaydı, 'hayır' dediklerinde yüzlerine yüzlerine alenen şaşırmazdım. ama şaşırdım. yazları da mı gitmiyorlardı? hiç gitmiyorlardı. ayaküstü biraz daha sohbet ettikten sonra ayrıldık.

    çok geçmedi, bir gün birisine, sanırım türkçe konuşan birilerini görür görmez koşup merhaba demişliğimle dalga geçmek için onları anlattım. anlattığım kişi 'adamlar çiçekçiyse kesin gey çifttir' dedi. adamlar efemine durmadıklarından o zamanki bana gey görünmemişlerdi. ama sonra geriye dönük ihtisabını yaptım: geydiler. türkiye dendiğinde yüzlerinden geçen gölgenin ışığı bana yeni ulaşmıştı. onlar türkiye'den ayrılmamışlar; türkiye'yi terk etmişlerdi.

    sonra sık sık türkiye'yi, ya da, doğup büyüdüğü ülkeyi terk etmişlerle tanıştım. hepsi mutluydu diyemeyeceğim ama çoğu ya mutluydu, ya mesuttu, ya da bahtiyar. mutsuz olanlar, mutsuz duranlar, mutsuz olduğunu söyleyenlerin hiç birisi, mübalağa etmiyorum, *hiç birisi* geriye dönmeyi düşünmüyordu. mutsuzdular ama pişman değildiler. burayı anlayabilecek misiniz bilemiyorum ama söylüyorum: pişman dahi olamıyorlardı. daha iyi uyumlanacaklarını sandıkları yere de o kadar iyi uyumlanamamışlardı. bazısı doğru ülkeyi seçip seçmediğinden emin değildi. ama hepsi nereye uyumlanamayacaklarını, hangi ülkenin yanlış ülke olduğunu biliyordu.

    2000'de türkiye'den ayrıldım ama türkiye'yi asla terk etmedim. terk etmek, terk ettiğini söylemek belki kararlılığını göstermek, belki azmi şahlandırmak için gerekiyordur. belki inanmak istediğin şeyi gerçek kılmak için bildiğin şeyin adı üstüne kasem etmek gerekiyordur. ben şanslıydım, bu gerekliliği hiç bir zaman duymadım. ama o gerekliliğin damgasını yemişleri tanıdım.

    onlar için türkiye, ya da, vatan bakışlarından geçen bir karanlık, uykularına sokulan bir evham, kulaklarına çalınan bir vesveseden fazlası olamıyor. onlar, vatanlarından siktir olup gitmeyi bir tercih değil, hayati bir zorunluluk olarak yaşamış olduklarından, ve siktir olup gittikten sonra siktir olmayanlara görünmediklerinden, yok sayılıyorlar. onlar, siktir olmayan, olamayan, olmayı düşünmeyenlerin gözünde birer hayaller: bazısına siksik eden bir ergen, bazısına türklüğünü, varoluş gayesini, asli vazifesini unutmuş şerefsiz bir godoş, bazısına ise gelecekteki suretleri olarak görünüyorlar. yani mutlu, mesut ya da bahtiyar olmasalar da gözleri aydın: orada bir yerde sağ salim hayattalar.
  • şu anda yapmakta olduğum eylem. 13.05'te uçak istanbul'dan kalkacak ve san francisco'ya inecek. bir daha da kısa süreli tatiller harici dönmeyeceğim.

    27 senemi yedin türkiye, gerisi benimdir. yedirmem.

    darısı diğer gitmek isteyenlerin başına.
  • temmuz 2015 te planlamama rağmen, planımda bir takım değişiklikler yapıp nisan 2015 içerisinde yapacağım eylem.
    gel gelelim nereye, ne yapmaya gibisinden gelecek sorulara. çalışma veya eğitim amaçlı bir gidiş değil bu. doğrusu biraz ikiyüzlü ve bencilce buluyorum - ben daha iyi şartlarda yaşayayım da diğer insanlar ne yaparsa yapsın, ben kendi kıçımı kurtarayım - düşüncesini ve bu yüzden bir nevi tepki olarak ab vatandaşı olmama rağmen ab ve zaten hiç sevmediğim abd'de yaşamayacağım. bu konudaki fikirlerim net. neyse, ne yapacaksın diye soranlara anlatayım hemen;

    yürüyecem. sadece yürüyerek dünyayı gezmeye, enerjim bitene kadar da devam etmeye gidiyorum. aslında bakacak olursanız burda veya ab'de veya farklı bir yerde sistemin içinde yaşamanın bence pek bir farkı yok. ee içimdeki ruh da gezgin olunca bende bu yola gireyim dedim.

    yıllardır planlardım, düşünürdüm ve gerçekleştirmeye çalışırdım bunu bir kaç ay öncesine kadar. şimdi uygulama zamanı.
    ilk rota güney amerika, ordan başlayacam yürümeye. uçak biletimi aldım, onun dışında eski model bir karavanım vardı onu sattım, 15 bin tl idi ederi. 10 bin tlsini aileme bırakacam, kalan 5 bin tl nin 2 bin lirası ile güzel bir uyku tulumu, çadır, ayakkabı vs aldım, biletim ise zaten vardı. yani cebimde 3 bin lira olacak, ona da dokunmayı düşünmüyorum hani olurda çok aksi bir durum olursa diye. onun dışında günlük işler bularak, insanlara yardım ederek, dil öğreterek hayatıma devam edeceğim. barınma ise belirttiğim gibi çadırda olacak. yaklaşık 5-7 yıl olarak planlıyorum güney amerika ve karaipler bölgesini yürümeyi sonrasında ise asya'ya geçmeyi düşünüyorum ama daha var onu planlamaya. sonrasında ise zaten güzel bir hayat ve güzel anılar ile göçüp giderim.

    edit: maddi ve manevi tüm yardım teklifleriniz için teşekkürler, ama hayatımdan parayı çıkarma niyetindeyim. para kavramı benliğimizi çok etkileyen birşey. ara sıra bir mesaj atarsanız paradan büyük yardımı olur.

    edit 2: mesaj atan herkese teşekkürler, tek tek cevaplayacak kadar internet ve zaman bulamıyorum onun için buraya yazayım dedim tüm soruların cevabını. yaklaşık 3 ay geçti yola başlayalı. her şeyde olduğu gibi başlarda zor zamanlar oldu ama insan adapte oluyor bir şekilde, yolunu buluyor.

    en çok sorulan şey hayatımda neyin değiştiği. sanırım net bir şekilde farkediyorum ki değer yargılarım yeniden şekilleniyor, insan zamanın, yemeğin, arkadaşlarının, ailenin ve bir çoğunun değerini farkediyor ve aynı şekilde bir çoğunun değersizliğini de.

    tahmin dahi edemeyeceğim kadar farklı insanlarla tanıştım, beraber yemek yedik, bal şarabı içtik. doğanın kendisi ise hayatıma yön veren şey oldu. zaman algım tamamen güneş odaklı ilerlerliyor.

    kendimi güvensiz hissettiğim yerler ise büyük şehirler. güney amerika'da ülkeler çok büyük ve ucuz ulaşım için büyük şehirlerden başlamak daha avantajlı oluyor. mecburen bir kaç gün de olsa gitmek zorunda kaldığım şehirde huzursuz ve güvensiz hissediyorum kendimi.

    zaman zaman kendi evini yapan bahçesini inşa eden insanlara yardım ediyorum. beraber ev yapıp, bahçe dizayn ediyoruz.

    her şey güzel, en güzeli de şu ana kadar farkında bile olmadığım duygular, hisler uyanıyor içimde, hayata farklı noktalardan bakıyor insan.

    zaman buldukça ekleme yapacağım. herkese selam olsun.

    edit 3: bahar ayları geldi, doğanın uyanışı başladı. brezilya - uruguay sınırında doğal tarım yapan bir çiftlikteyim. gönüllü olarak yemek ve yatak karşılığında çalışıyor aynı zamanda dünyada fukuoka'dan sonra doğal tarım yapan sayılı insanlardan birinin yanında, doğal tarımı öğreniyorum.

    açlık, yorgunluk, uykusuzluk dışında herhangi bir sorun yaşamadım şu güne kadar. hayatımda ilk defa balina gördüm. eklemeden geçemeyeceğim bu dipnotu.

    daha geniş ve detaylı bir yazı yazmayı düşünüyorum, bu günlerde zamanım ve internet olacak. hatta yazılarımı fotoğraflar ile beraber bir başlık/site/dergi altında toplama fikrim var. mümkün olduğunca çok kişiye ulaşmasını istiyorum bunların fakat bunun için ne yeterli zamanım ne de internetim var. bu konuda yardımcı olmak isteyen arkadaşlar olursa detayları konuşmaktan çok memnun olurum.
  • - ama bir sezen aksu şarkısı duyunca dağılırsın oralarda, keşke şimdi boğaz'da olsam dersin.
    - mehehehe insanın memleketi gibi var mı meheheh memleketin burnunda tüter dönersin hemen.

    yapmak isteyenleri/yapanları, hala bu gibi vıcık ortadoğulu duygusallığı ve himmet emmi kafasıyla caydırmaya çalışanların olduğu eylem.

    bak kardeşim önce şu kabullerinizden bir kurtulun,

    - herkes sezen aksu ve türevlerinin ağdalı şarkılarını sevmiyor, zannettiğiniz gibi herkes "ah boğaz'a karşı efkarlansam" diyip durmuyor, çok eşsiz ve dünyanın en güzel şehri zannettiğiniz istanbul'un kimine göre almanya'nın küçük bir şehri kadar değeri ve güzelliği yok.

    - herkes "havasına suyunaa taşına toprağınaa" sözlerini duyunca memleketteki halasını, bağı bahçeyi düşünüp çömelerek ağlamıyor, insanlara duygusal belgeselci yavşaklığında "benim saf anadolu köylüsü insanım", "bugün güzide iç anadolumuzun nadide köylerinden mamalaklar'dayız, karşıdan yaşlı bir anamız geliyor" şeklinde yaklaşmıyor.

    şu "ah gurbette sıla'nın sevişmeden uyumayalım şarkısını bir duy da ağla ağla ölürsün kardeş, hem de boğaz çok güzel, çok güzel yani boğaz, boğaz'a karşı rakı içmek gibisi var mı yeaaa, istanbul dünyanın en güzel şehri tabi ki." duygusal ergenlerinden başlayalım: türkçe popun "ağzımın ortasına sıçtı", "dalağımı dağladı" diye tabir ettiğiniz terk edilmeli, aşk için ölmeli gebermeli, sürünmeli şarkılarından birine bile zerre kadar ilgi duymuyorum, mecburiyetten dinlediğimde ne zaman bitecek bu arabesk azap diye bekliyorum, sezen aksu ya da sıla'nın herhangi bir şarkısını bana dinleteceğinize bir domuza dinletseniz daha beklediğiniz gibi efkarlanmalı, zırlamalı tepkiler alırsınız, ciddiyim. ortada mesafe yüzünden çıkan problemler vb. olmadığı sürece hareketleriyle bile isteye "ağzıma sıçan", "böğrümü dağlayan" insanlara aşık olmayı 6-7 sene önce bıraktım ben, artık liseli olmadığım için insanların bana ne yapıp ne yapmama potansiyelinde olduklarını 2-3 görüşmede anlayabiliyorum, aşık olmak için nerede bir ruh hastası varsa çekmiyorum. ama en önemlisi aşk için ölüp gebermeyi bir bok zannetmiyorum, rezil olup sürünmekten gizli gizli zevk de almıyorum. bana sıla'yla, sezen'le gelmeyin kardeş, domuza gidin bana gelmeyin rica ediyorum.

    "ama poğasss çok qüsell" insanları, sıra sizde, ahahaha. açıkçası mekanı insandan bağımsız değerlendiremediğimden dolayı, benim için boğaz manzarası da, sürekli norveç'teki dağlar arasındaki köye "ülkemizde daha güzeli var hıhhh" diye rakip gösterilen anadolu köyleri, dağları, tepeleri de hiçbir anlam ifade etmiyor. gündelik hayatımda manzarayla değil kamil, kezban ve çomar insanlarla muhatap oluyorum, varacağım yere manzarayla değil rezil bir toplu taşıma ile ulaşıyorum, haftasonları deniz kıyısındaki mekanlara brunch için doluşmayı, çocuk gürültüsü, korna sesi içinde tıklım tıkış mekanlarda güya "keyif" yapmayı sevmiyorum çünkü kalabalık ve gürültüden tiksinirim. zaten ortalama bir türk dizisinin en aşağı 20 dakikasında görüyorum boğazı asdfgfds. yaşadığım yerin boğaz kadar afili olmasa da bir sahili var ve gittikten sonra boğaz'ı değil, bu küçük kıyıyı özleyeceğim.
    kısacası, bir gram yeşili kalmamış, trafiği talan, istila edicileri sonradan görme, sürekli bir arabesk duygusallığa meze edilen boğaz pek de umrumda değil, kadın başına "şu boğaz kenarındaki çimenliğe uzanayım da kitabımı okuyayım" desen başına toplanıp çekirdek çitleyerek izleyecek insanlar var boğazda. sonuç olarak bu boğaz'ın olduğu şehirde bir de bağcılar esenler esenyurt sultangazi sultanbeyli gerçeği var ki, değil boğaz, maldivler'i getirip ortaya koysan yine de çekilecek dert değil.

    "boğaz'a karşı rakı içerken efkarlanmak" muhabbeti de beni "lost izlerken nutella yiyip sandalyeden düşmek" kadar bayıyor. evimde içiyorum ben, ahmet kaya dinleyip efkarlanmıyorum da, valla pek ahmet kaya dinliyor numarası da yapamayacağım madem çok dürüstleştim, dinlemiyorum. türkü filan da pek sevmiyorum, eh buraya kadar okuduysan "ayyy bu da biraz şeymiş yanee" demişsindir zaten sdfghgfdsdfg.
    ayrıca, avrupa'nın göt kadar şehirlerinin yarısı kadar sanatsal imkanı, galerisi, sergisi, müzesi, feshane'deki "bilmemnereliler günü" dışında genç nüfusa yönelik hiçbir festivali olmayan, bisikletle bir yerden bir yere gitmeye kalksam ertesi gün bisikletimi kırık, beni de tecavüze uğramış/kamyon çarpmış/bir kenara atılmış bulacakları bir şehrin boğaz'ı da manzarası da afedersiniz sikimde değil.

    gelelim "insanın memleketü gibisü var mo yaaoo, hiçbir yörö gödömözsön, getsen de dudunamazsın" dayılarına, valla haklısınız, memleketim gibisi dünyanın herhalde hiçbir yerinde yoktur.
    sanmıyorum ki dünyanın başka bir yerinde bir adam çıkıp "siiiizzz etsiz bulgur yerken ben çocuklarımı ihya edeceğiiiim, ev ev dolaşıp g.tünüzü s...ğim, ölülerinizi mezardan çıkarıp aynısını onlara da yapacağım, amaa, türbanınızaa dokunmayacağıımm hamdolsuuun, peygambeerr, namaazz, türbaan. düdüklenmek size müstehak lan ahahah" dese bile çılgınca alkışlayacak, "güvenimiz tamm" diye ağlayacak, ertesi gün "belki gelir de dediğini yapar" diye evin kapısını açıp, domalıp bekleyecek bir kitle olsun. anca kuzey kore'de filan olur, "diktatörün cenazesine karda kışta eldiven takmadan, montunuzun önünü kapatmadan gelmezseniz, yeterince ağlamazsanız ağzınıza sıçarız" dedikleri için olur o da.
    almanlar soğukmuş (yalan), ingilizler kaypakmış, fransızlar kibirliymiş, geç bunları hacım, hiçbiri "1000 yıldır biat etmekten beyni yanmış cahiller" değil, duygusallığını ve zayıflığını yaptığı işin önüne koyan basiretsizler değil, metroda bilet atmadan kaçak geçmeyi ileri zekalılık zanneden gerizekalılar değil.

    bu insanları emin olun hiç özlemeyeceğim, kendilerini, ülkenin inançsızlar için yaşanamaz hale gelmesiyle övünüp "inanmayana da yalan dünya dar oldu" diye şiir yazan bir cahil çomarı herhangi bir şeyim olarak benimsemem mümkün değil. üsttekilerin yanısıra, "seninle filanca sergiye gidelim" diye 3 gün başımın etini yiyen, hiç öyle sergilik bir tıyneti olmadığını bildiğim halde belki heveslenmiştir, belki sever, gişe rekortmeni leş filmleri izlemekten başka bir kültürel aktivitesi olur diye "tamam" dediğim, sonuçta beni 45 dakika beklettikten sonra "cnm hamdullah'la kvga ettikk çok ktüyümmm şu an glmicem bnn, istrsn sen bze gell çk kötüymm ölmek istyrumm" diye mesaj atan bir ilk çağ kezbanını özlemem ya da kendisine hasret kalmam mümkün değil, mesajı gördüğüm an "bu nasıl bir böceklik lan" diye telefonu elimden atmak istemiştim.
    varsın soğuk olsun ama beni "sergiye gidelim", "kütüphanede ders çalışalım" dedikten sonra bir barzoyla kavga ettiği için ekmesin, bir barzo için sıla mıla dinleyip ölmelere gebermelere kalkıp rezilleşmesin.
    hem mesafe iyidir, hiç tanımadığın bir insana "sen" dememek, saygıyı korumak, sınırı bilmek medeniyettir.

    "peki yurtdışında ankara'nın bağları'nı duysan kalkıp oynamak istemeyecek misin? ah ah sen bir git de nasıl istersin". sanıyor ki herkes ankara'nın bağları ve kolbastı gibi felaketlere karşı içten içe sempati ve ilgi duyuyor, gizli gizli dinliyor, seyretmekten zevk ve gurur duyuyor, vah vah :(( ben zannettiğin gibi bu iki şey ve türevlerine gizliden gizliye bir sempati duymuyorum, rastladığımda bir facepalm yaşıyorum. yeterli mi?

    temelli gideceğim tarih olan 2015 baharına kadar, "sanki normalde türkiye'de yaşamıyormuşum da biraz uzunca bir tatile gelmişim" gibi davranarak katlanabiliyorum artık buraya.

    şu dogmalarınızdan kurtulun da insanların "hevesini kırıyorum ehehe" zannederken sinirlerini bozmayın, kendinize güldürmeyin cnm.

    edit: "neden kalıp mücadele etmiyorsun, git tabi kaçmak kolay" iyimserlerine şunu söyleyim, çabanızla belki hükümet değişir ama insanların müzmin gerizekalılığı, yobazlığı ve arabeskliği değişmez. 17 aralık operasyonu ilk patladığında bir arkadaşımın teyzesi vefat etmişti, taziyeye gelen bir kadının kurduğu cümle: "bu ebru gündeş'in kaderi de bir türlü gülmedi." açıkçası kıymetli ömrümün 1 gününü bile bu gibi derine işlemiş bir gerizekalılıkla mücadele etmek için harcayamam. ebru gündeş şarkılarında kendini bulan insanlarla birlikte yaşamak da benim için hayli zor ayrıca.
    gitmek isteyenlere/gidenlere "bu ülkede bir bok olamamışsın, sanki gittiğin yerde olacaksın" diyen süperzekalılara "daha fazla düşün, daha az konuş" dışında bir şey demek istemiyorum. bu ülkede başbakan olsam yine de tiksinir ve kaçmak isterdim.

    edit 2: şu "burada bir baltaya sap olamamışlar ki gitmek istiyorlar" lafına binaen (dayanamadım), şu an bir belediyeye ya da bakanlığa, çoğu kişiden çok daha kolay kapak atabileceğim bir mesleğim var. bir baltaya sap olmaktan kastınız hemen bir ev, araba, ortalama bir eş ve 2 çocuk sahibi olmaksa bunu da birkaç yıl içinde yaparım. ne diyordum, bakanlık diyordum hah, girerim, sabahtan akşama kadar oturur, doyasıya candy crush oynar, 3500 tl maaşı da ay sonunda cebime indiririm. "yüksek standartlarda yaşam"dan anladığın, pahalı bir arabaya, yeni yapılan havalı toplu konut projelerinde bir eve sahip olmak, haftasonları avmlerde sınırsız para harcayabilmek, yazın her şey dahil otellerde tatil yapmaksa, bil ki ben buna sadece gülerim. benim yaşam kalitesinden anladığım temiz ormanlık bölgelere, denizlere, göllere yakın olmak, yaşadığım şehirde göstermelik değil gerçek sanat olması, hakkımı aramak için polise gitmekten korkmamak, dini tacizlere uğramamak, şehir içi ulaşımımı bisikletle sağlayabilmek, tecavüze uğrama, yollu diye damgalanma korkum olmadan dışarı çıkabilmek, ne giydiğime, nerede saat kaçta gezdiğime, kiminle olduğuma kimsenin karışmaması. dünyaya boyutları çok farklı pencerelerden bakıyoruz yani, bil.
  • tam olarak 1 sene 3 ay once turkiye'den siktir olup gitmis bir insan olarak burda ahkam kesen sozluk ergenlerine laflar hazirladim.

    1) bu eylemi yapan ya da yapmayi dusunenlere "kolay olani secen, kolayci yavsaklardir" diye bok atan mal. ya valla cok kolay butun hayatini, aileni, arkadaslarini, malini mulkunu, aliskanliklarini birakip dunyanin bir ucuna yerlesmek. her allahin gunu, 7 gun 24 saat ikinci dilde konusmak, kendini ana dilinde ifade edememek, arkadaslarinin yaptigi kulturel esprileri anlamamak, hep bi disarda hissetmek kendini, cok sahane. ananin babanin basina bi sey gelse 20 saatten once yanlarinda olamayacak olmak, hayvan gibi finansal riskler almak falan, cocuk oyuncagi. ama siktigimin ulkesinde statukonu koruyup, comfort zone'unda gotunu buyutmek, eksi sozluk'te aglasmaya devam edip hicbir zaman yapmayacagini bildigin halde "orgutlenip savasacagiz" tarzi fantazilere kendin calip kendin oynamak cok zor is. gidenler, gitmeyi dusunenler kolayci yavsaklar ama sen bir halk kahramanisin ya. bravo.

    2) "buraya gelip yaziyolar ama bi turlu gidemiyolar, gitseniz de burasi daha guzel bi yer olsa" diyen sikkafali. gittik biz gerizekali. surekli gidiyoruz. ne biliyosun kimin nerde oldugunu? gidiyoruz surekli, daha guzel bi yer oldu mu oralar? insan hayati degerlendi mi? yasam kaliten, satin alma gucun artti mi? etrafindaki insanlar sebepsiz yere birbirinden nefret etmeyi, kendi cikarini her turlu insani normun, kuralin kaidenin uzerine koymayi birakti mi? komsun, akraban, yakalanma korkusu oldugu icin degil, dogru olan bu oldugu icin kurallara uymaya basladi mi? egitim kalitesi artti mi ulkede? her boku yurtdisindan satin almak yerine insaat betonu disinda bir seyler uretmeye basladik mi? kizini, kiz kardesini hava karardiktan sonra gonul rahatligiyla arkadaslariyla cikmaya gonderebiliyor musun?

    3) "iste bunlar hep imkan meselesi" diyip boynunu bukup oturan cemaat. liseyi, universiteyi ortanin biraz uzeri kalitede devlet okullarinda okudum. ednan bey'in koskunde fransiz dadilar buyutmedi beni, 23 yasima kadar yurtdisina hic cikmadim. anam babam (artik emekli) devlet memuru. bilmem nerenin ceo'su amcam, aile buyugum hic olmadi. kendi imkanimi kendim yarattim. oturup birilerinin sizi altin kasikla beslemesini beklemekten vazgecin artik. adam gelmis buraya "2002'den beri yapmak istedigim eylem ama yabanci dil bilmedigim icin yapamadim" yazmis. ulan 13 sene gecmis 2002'den bu yana. sen bunu 2002'de aklina koysaydin 13 senede japonca ogrenip kitap yazacak seviyeye gelirdin. hicbir zaman hicbir sey icin cok gec degil! evet, zaman gectikce daha cok kok saliyor insan, daha zor oluyor gitmek ama gercekten gitmek isteyen insan bir zahmet elini biraz tasin altina sokacak. gotunu kaldirip risk alacak, kendini gelistirecek. giden herkes icin "onun imkani vardi tabii" diye varsaymak ogrenilmis caresizligin otesinde o insanlarin verdigi emegi, aldigi riskleri de kucumsemek oluyor. yapmayin sunu.

    4) "gidince de bi bok olmuyo, ay medeniyet sikar adami bay gelir vallaha" diyen dar vizyonlu kardesim. seni de unutmadim. tabii ki gidince sinirlerini aldirmis, turkiye ile butun bagini koparmis pamuk sekerine donmuyorsun. cunku neden, butun ailen arkadaslarin hala orda ve onlar icin endiseleniyorsun. ama turkiye'de yasayan bir insan kadar da sallamiyorsun artik acik konusayim. cunku artik televizyonu actiginda baska politikacilar, baska skandallar var. hicbir hukumet, hicbir devlet, hicbir ulus masum degil. ama kendi yazik ulkenle arana bir mesafe koydun artik, baskasinin dertlerine misafir olarak bakiyorsun. ne oralisin, ne burali artik. iki ulkenin de politik derdi seni direkt olarak germiyor. geride biraktigin gudubet ulkede iyi bir sey olsa (ki ne olacak allah askina, milli takim portekiz'e 3 atacak en fazla) sevincin kisitli, kotu bir sey olsa (yani her gun, her dakika) artik uzuntun kisitli. araf'ta olmak gibi sanki. diger yandan gunluk hayatin devam ediyor iste, trafikte insanlarin "insan gibi" hareket etmesine alisiyorsun -cunku guzel seylere cok kolay alisiyor insan-, yolda yururken tanimadigin amcalarin teyzelerin gulumseyerek "merhaba" demesine alisiyorsun, restoranlarin cafelerin %90'inda guleryuzlu hizmet almaya alisiyorsun. adil kullanim kotasi olmayan 75 mbit internet baglantinla hd dizi / film izlerken stream ettigini unutuyorsun. turkiye'deyken hayalini kurup ruyalara daldigin arabayi uzerinde %350 vergi olmadigi icin artik alabilir haldesin, 30 dolara buyuk araba deposu doldurmaya alisiyorsun. euro ya da dolar kazaniyorsan, bu seneden onumuzdeki seneye satin alma gucunun sekteye ugrayamayacagini biliyorsun. kafan rahat.

    dini inancin ne olursa olsun, dunyevi hayat kisa.

    eger benim gibi "bu ulkede nefes alamiyorum artik, duramiyorum" seviyesindeysen calis, cabala, kendi imkanini yarat. bir kere geldin bu dunyaya, olup gideceksin. nasil yasamak istiyorsan oyle yasa. kimsenin seni caresiz hissettirmesine de izin verme.

    yok eger "ulkemin su anda icinde bulundugu ahval ve serait beni cok mutlu ediyor, seviyorum" diyorsan otur icinde, mutlu mesut yasa. kimse sana bir sey demiyor.
    ama bu ahval ve seraitin yasam alani birakmadigi insanlar gidiyor ya da gitmek istiyor diye kinini, pisligini saga sola sacma.

    hadi al hayrini gor memleketinin.
  • 7 sene oldu gideli, hala agir geliyor bazen. ailemden biri hastalaninca, birinin telefonda sesi kirik gelince, birine sarilasim geldiginde hep icim sizliyor.

    lakin son bir senedir memlekette olanlara baktikca babamla yasadigimiz bir an aklima geliyor. havaalanindayiz, annemle babam pasaport kuyrugunun yanindalar, beni geciriyorlar. onumde sadece bir aile var, o yuzden seritlerle belirlenmis koridoru ailenin pesisira hizli hizli takip ediyorum, bir yandan da bizimkilere el sallayip "gidin artik" isareti yapiyorum. o gun havaalani tenha oldugu icin bazi seritleri cikarip shortcut yapmis guvenlik, ben de oyle bir ara noktadan gectim. sonra arkama donup baktigimda daha evvel onumde olan ailenin arkamda kaldigini gordum, onlarin gozunden kacmis demek ki o acik serit. ben de o yuzden durup bekledim sakince, onume gecmelerini isaret ettim, sonra yurumeye devam ettim. babam kenardan saka yollu seslendi "ohoo sen de iyice avrupali olmussun valla". nedensizce gozlerim doldu, "ben hep boyleydim baba, o yuzden gitmek zorunda kaldim" dedim. kisacik, aci dolu bir an boyu bakistik, sonra sira bana geldi, el sallayip vedalastik.

    hakkimiz olanin luks bulundugu, adil olmanin aptallik sayildigi bu ulkede dogruyu yanlisi ayirmayi bilen insanlar aci cekiyor. sahane iyi insanlar oldugumuzdan degil; olunmasi gerektigi gibi oldugumuzdan mecburen siktir olup gidiyoruz iste normal bulundugumuz ulkelere.
  • geçen yolda giderken bir servis şoförü sol şeritten giderken arkama dayandı. 30 ile gidilmesi gereken yerde 90 ile gidiyordu. yol vermeyenler olunca da makas ata ata gitti.
    takip mesafesi olarak da anca 50cm bırakıyordu önündekilerle. ula dedim şunu bir takip edeyim. nereye gidiyor.
    neyse ki biraz trafik vardı yoksa yetişmek mümkün değil. 5 dk sonra geldi bizim oğlanın ilkokuluna. park edecek yer olmasına rağmen yolun ortasında durup 15, 7-10 yaşında çocuk indirdi servisten. sonra ters yöne girip herkese korna basarak yol istedi. bu arada bir kırmızı ışıktan da yavaşlamadan geçti!

    sonra aklıma veli toplantısında isyan eden okul müdürü geldi. defalarca servis şirketini meb'e şikayet ettiğini, şirketin olaylarının sayısız olduğunu ama ihaleyi meb'in düzenlediğini anlattı. yıllardır da aynı firmanın ihaleyi aldığından bahsetti.

    başka veliler de servisleri takip etmiş. hiç bir trafik kuralını uymadığını, kırmızı ışıkta geçmek, ters yola girmek, hız kurallarına uymamak devamlı yaptıkları şeymiş.

    neyse diyeceğim o dur ki şu servis şoförünün 5 dk yaptığı kural ihlallerini avrupa da ya da abdde bir servis soförü yapsa direk hapse atarlar.

    biz de ise kaza olsa kader fıtratında var denir.

    bu okul da gayet ankaranın gelir seviyesi en yüksek semtlerinden birinde.

    edit: okul devlet okulu, okul ismini vermek istemiyorum. çünkü bu olay derinleşir tek bir kişiye muhtemelen hesap sorulur o da okul müdürü. müdür de bezmiş zaten.
    olayın bir de öğle yemeği boyutu var o da bundan az değil. velilerin yarısı yemekhaneyi boykot etmiş durumda evden yemek götürüyorlar deyim.
  • thraxi eskiden de bayilarak okurdum, #46372803 ile yine keyif verdi, lakin benim bakis acim her çiçek kendi dalında guzeldire ters. bazi dallar var ki hicbir cicege ait degiller. her cicek yabanci oldugu kadar yerli. oralarda, cocuklugunun dallarina ozlemini gideremezsin ama, yalnizlik hissetmeden, baska hayatlari yasayabilirsin sanki yeniden dunyaya gelmis gibi. hayat agacinin, normalde hic goremeyecegin dallarinda, yaptigin secimler sonucu kendine yeni patikalar cizip, tekrar tekrar dogarsin baska baska ciceklerle beraber, baska cicekler olarak.

    ***

    turkiye'nin kotu tarafi, cok kotu bir ulke olmasi degil, daha iyi hayatlara ayni anda hem yakin ve hem de cok uzak olmasi. daha iyisini gormeyenler geldikleri gibi giderken (hic degisimsiz degil ama ayni paradigma icinde yukselip batarken) digerleri icin her gecen gun, kacirilmis firsatlarin, gerceklesmeyecek hayallerin eziyetiyle agirlasiyor

    dunya tarihinde hicbir noktada toplumlarin degisik kesimleri arasinda bugunku kadar fark oldugunu sanmiyorum. bu yuzyilin basinda avrupa'nin en ust %10'luk tabakasi, toplam zenginligin yaklasik %90'inina sahipken dahi simdiki kadar ciddi bir kopukluk yoktu. katalizor gorevi goren birkac ayri gelisme diger gelisimleri geometrik olarak arttirdi cok kisa surede.

    insanlar birbirine benzesiyorlar tuketici paydasinda (nerdeyse herkesin akilli telefonu var) ama o imkanlari kullanarak ulastiklarini kiyaslayinca, tarihin en genis spektrumuna bakiveriyoruz (telefonla kus firlatan da var, gecmis nesillere nasip olmayacak sekilde oturdugu yerden, konularinda dunyanin en iyilerinin etinden sutunden faydalanan da).

    hizlanarak degisen deger yargilari (orn: gay haklari), global vatandaslik anlayisi (orn: cevre sorunlari) bu ikinci tip insanlari, hem icinde olduklari toplumun kalanindan soyutluyor, hem de dunya genelinde birbirlerine yakinlastiriyor.

    abd bu ayrismalari yari yariya yasiyor. dunyanin 6000 yasinda olduguna, obama'nin komunist bir musluman olduguna, kendi ulkelerinin apayri olduguna * inanan insanlarla, makale/film/muzik/acikfikirlilik/girisimcilik vs konularinda dunyaya liderlik edenlerin ayni ulkenin urunu olmalari garip bir durum.

    daha ufak gelismis ulkelerde ise progresif adalar var, yukselen avrupa saginin sigligi ile bir baska garip tezat olusturuyorlar.

    turkiye'nin trajedisi ise, bu oranlarin tam ayarindaki dengesizligi. yani cok kotu olsaydik zaten bu muhabbeti bile yapmiyor olurduk, kacan kacmis olurdu. ama gelecege dair umut vaadedecek kadar iyi de degiliz (ekonomik, demografik, kulturel bakimdan)

    ***

    yurtdisina gidin. ve birkac sene kalmaya calisin. turkiye'yi ozleyeceksiniz, cok guzel yanlari var. ama asil ozlediginiz sey gecmisiniz olacak, cocuklugunuzun dallari. nostalji, herkesin, ama ozellikle hayatini dramatik bicimde degistirenlerin, kapanmayan yaralarina arada sirada bastigi tuzdur. o aciya alisilir, o aci sevilir. geri donmek illa basarisizlik demek degil, bazilari icin de en dogrusu, ama vatan sevgisi kamuflajina girmis nostalji yuzunden donuyorsaniz eger, bilin ki donunce kaybedeceginiz ilk ve en guzel sey odur.

    ***

    [not: siktir olup gittim, gittigim yerlerden de gittim. sonra siktir olup dondum, dondugum yerden de dondum. en son nerede durdugumu ben de bilmiyorum; cicek degil bocek oldugumu anladim, ucup duruyorum olene kadar... o son birayi icmeyecektim, efkarli efkarli batan gunese karsi]
hesabın var mı? giriş yap